21/04/2017 | Yazar: Aslı Alpar

Dicle Çiftçi, estetik algısını yarım bırakmışlıkla imtihan ediyor.

İmge, beden, cinsellik (6): Dicle Çiftçi’nin eserleriyle Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Hayatımızı kuşatan, varlığımızı –farklılıklarımızı- “kusur” olarak sunan görsellere,  başkaldırıyoruz! Artık her Cuma, eserleriyle görsel sanatlarda kadın ve LGBTİ temsilini güçlendiren sanatçılara yer veriyoruz.

İmge, beden cinsellik yazı dizimizde bugüne dek beş farklı sanatçıyı ağırladık. Frances Cannon, Stephanie McMillan, Alison Behcdel, Gözde İlkin ve Nan Goldin’in eserleriyle ataerki ve heteroseksizmin gasp sanata karşı duruşlarını gördük.

Bu hafta yazı dizimizde Dicle Çiftçi’yi ağırlıyoruz. Çiftçi atölyeye dönüştürdüğü evinde, estetik algısını yarım bırakmışlıkla imtihan ediyor. Bugün Dicle Çiftçi’nin beş eseri ve Senem Alp’in hazırladığı Dicle Çiftçi röportajını sizlerle paylaşıyoruz.

Keyifli okumalar, izlemeler…

Öncelikle seni senden dinleyelim. Kimdir Dicle Çiftçi?
89 doğumluyum.  Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü mezunuyum. 17 yıldır İzmir’de yaşıyorum.

Ne zaman mezun oldun?
Aslında 2013’te mezun olmam lazımdı ama atölyem yoktu, ailemle yaşıyordum. Yer sorunum vardı. Bir de öğrenciliğimin devam etmesi lazımdı, yol ücreti için J Bu sebeple okulu uzattım. Ama sadece ben uzatmadım tabi, bütün sınıf arkadaşlarımla beraber uzattık. En temel sebebi çalışacak atölyenin olmamasıydı. İki yıl uzadı, 2015’te mezun oldum o yüzden.

Şimdi nerede çalışıyorsun?
Şu an hiçbir yerde çalışmıyorum. Şu an atölyem evim. Resimden kazandığım parayla bu senenin bir yıllık kirasını verdim. Geçen sene resim öğretmenliği yapıyordum, haftada üç gün ama öğretmenliğin bana göre bir şey olmadığını anladım, fark ettim. Özel sektördeydi zaten. İki saatlik dersim varken bile beni bütün gün orada tutmaya çalışıyorlardı. Ben burada ne yapıyorum diye kendime sürekli sorup ağlıyordum.

İzmir hem istediğin gibi resim yapıp hem de hayatını kazanabileceğin bir alan değil o zaman?
Aslında çok öyle bir alan. Sadece İzmir’de bir piyasa yok. Senin hayatına devam etmen için resim satabilmen gerekiyor. İzmir’de resim satamıyorsun. Sadece İstanbul’da satabiliyorsun. Bu yüzden geçen sene kazandığım parayla diğer seneyi kurtarıp bir daha öğretmen olmayacağım dedim. Bir yıllık kiramı verdim, kafam rahat bir şekilde resim yaptım. Gerçekten de faydasını gördüm. Ne kadar çok üstüne gidersen o kadar çok geri dönüş alıyorsun. Sosyal medyanın çok büyük faydası oldu bana mesela. Resimlerimi bir galeri vitrininde değil de sosyal medyada göstermem yurtdışından sergi teklifleri gelmesini sağladı. Altı yedi yerden teklif aldım. Amerika’dan Berlin’den bir sürü yerden. Ama Türkiye’de üç dört geldiyse yurtdışından daha fazlaydı çünkü sıkı takip edenler var.

"O kadın değilsen kusurlusun"

Kaos GL’de beş haftadır bir seri var. Görsel sanatlarda kadın ve LGBTİ+ görünürlüğü ile ilgili. Bu sanat alanında karşımıza çıkan kadın imgesi genelde pürüzsüz kadın. Ama senin gibi birçok sanatçı da artık “kusur”lardan bahsediyor. Seninle görüşmek istememizin sebebi de buydu temelinde. “Kusurlu, tombul kadınlar”ın. Sana göre kusur nedir?

Bana göre “kusur” bahsettiğin o pürüssüz kadınların dışında kalanlar direkt. Bu kadınlar illa ki bir şekilde kusurlu olarak görülüyor. İşlenmesi gereken resim yapılması gereken standart bir güzellik varmış gibi. Medyatik gördüğümüz mankenler, modeller; dergilerde, TV’de, internette falan bu kadınlar var ve çoğu ünlü. 

Bizim tek takıntımız o olmak aslında. İçten içe bu böyle. Benim memelerim küçük, benim burnum düşük. Kendimde de yakın çevremde de herkeste gördüğüm bir şey bu. Kendimizi kusurlu olarak nitelendiriyoruz. Esasında ben kendimden yola çıktım. Eğer o değilsem çirkinim ya da kusurluyum gibi bir algı vardı.

Merkezi güzellik algısına göre çirkin bulunan kadınların estetize edilmesi gibi de bir durum var. Ama sen böyle yapmıyorsun. Buyurun bu zaten çirkin kadın demiyorsun. Verili algılarla çoğu insanın güzel bulduğu bir kadına müdahale ediyorsun.

Evet, müdahale ediyorum. Yarım bırakıyormuşum gibi. Yarım bırakmak da değil tam olarak aslında. Bazen bazı insanlar gelip “Bu kadının neresi çirkin ki?” diye soruyorlar. Benim çirkin kadın çiziyorum gibi bir söylemim yok, ben zaten direkt bu kavramı tartışmaya açıyorum. Ben o kadınları yarım bırakıyorum. Yarısı kurşun kalem yarısı yağlı boya olduğu için bir tamamlanmamışlık etkisi hissediliyor. Boyamda da kusursuz bir boya yapacağım, pürüzsüz olacak gibi bir kaygım yok. Tuş tuş yapıyorum, daha salaş, mükemmel olmayan.

O halde sen kusur kelimesinin anlamıyla oynuyorsun. Peki, bu sanat çevresinde nasıl karşılanıyor? Sence bu anlamda sanat camiası eril mi?

Kadın sanatçılarla ilgili çok yeni şöyle bir bilgi edindim. İlerde evlenme ya da çocuk yapma ihtimali düşünülüp çok fazla yatırım yapılmıyormuş. Ben aslında kişisel olarak böyle bir şey yaşamadım.

Resimlerinle alakalı aldığın eleştirilerde eril bir yaklaşımla karşılaştın mı, bu da olabilir neticede?

Kötücül bir eleştiri almadım.

"Estetik dayatmasına yarım kalmışlıkla karşı koyuyorum"

Neden deforme edilmiş kadın yüzleri?

Dediğim gibi kendimden yola çıktım. Sadece güzel kadınları yarım yamalak bırakmıyorum, bazılarını deforme ediyorum. Mesela güzel ve kusursuz dediğimiz kadının boynunu uzatıyorum, gözünün birini belirgin derecede küçültüyorum.

Bu serinin ismini “rutubet” koydun. Bunun sebebi neydi?
Yarımlık etkisinden kaynaklı. Ying yang gibiler aslında. Yarısı kurşun kalem yarısı yağlı boya. Bu soyulan bir duvar gibi. Yarısı pürüzsüz ama yarısı ‘farklı’. Resimlerimi rutubete benzettim.

“Rutubet” çok güzel ve yerinde bir isim olmuş düşününce. BBW heykel serisinde şişman kadınlar çalışmışsın. Bu aynı bağlamda bir çalışma mıydı?

Bu da şuradan çıktı, aslında ben ilk küçük memeli kadınları işledim. Büyük ve güzel memeli oldukları için gösterebilen kadınlar var ama küçük memeli ve özgüvenli kadınlar da var J Sonra şişman kadınlar yapmak istedim, yine yakın çevremle alakalıydı. Çevremde kilolarını kafasına takan insanların özgüvensizliğine şahit oldum. Yola çıkışım buydu. Fakat sonradan şişman kadınları yaptığımda onları çok renkli yaptığımı fark ettim. Çünkü normalde hepsi mutluydu. İnsanların onlar hakkında konuştuğundan daha fazlası vardı. İnsanların kendinde hak gördüklerinden daha fazlası.

"Sanat galerileri LGBTİ'lere karşı önyargılı değil"

Başka bir şeyden söz etmek istiyorum. Resim alanında, bildiğin üretken ve görünür bir trans var mı bilmiyorum, benim yok mesela. Bu bir şeyin göstergesi bana kalırsa. Güzel Sanatlar Fakülteleri görece daha esnek gibi. Sanat hatta LGBTİ+ çevresinin önemli bir alt kültür aracı. Yine de bu insanlar görünür değil, sen sebebini neye bağlıyorsun?

Evet, okulda da hiç yoktu. En fazla moda tasarımda trans erkekler vardı. Bunun dışında benim de bildiğim kimse yok. Muhakkak resim yapan, seven, çalışan vardır ama görünürlük kaygısı var sanırım. Aslında ben galerilerin de bu noktada tercih edeceklerini düşünüyorum. Bu tür farklılıkların kendisine yer bulabileceği alanlar. Çünkü “sanat bunu gerektirir” gibi bir algıları var.

Sen bir insanın sanat alanında akademi çıkışlı olmasını kritik bulmuyorsun o zaman?

Yoo, hiç bulmuyorum. Okulu kazanmış, tahammül edemeyip ayrılmış bir sürü sanatçı var ona bakarsan. Ne kadar inatçı olursan o kadar tutunabiliyorsun.

Ancak insanların bu çalışmaları yapması için senin de söylediğin gibi özel alanlara ihtiyaçları var. Yanlış söylüyorsam düzelt ama klasik sanat için konuşursak, o dönem atölyeler kolektif yerlerdi. Hatta feminist tarihçiler, ismi hiç anılmayan kadınların o zamanlar atölyeler içerisinde çok aktif olduğunu söylüyorlar. Buralardan ciddi üretimler çıkmış. Günümüz için, bu ciddi anlamda para demek. Sen kolektif atölyeler konusunda ne düşünüyorsun?

Biz şu anda tam da buna benzer bir şey yapıyoruz. İzmir’de aktif olacağımız kolektif bir alan neredeyse yoktu. Varsa da çok da bize hitap etmiyordu. Disiplinlerarası sanat merkezleri var ama en fazla üç beştir. Biz de Alper Bıçaklıoğlu’yla[1] beraber İzmir Kemeraltı’nda atölye kuruyoruz. Ama sadece atölye değil, kendini döndürebilecek yiyecek, içecek de çıkabilecek bir mutfak da olacak. Burada birçok etkinlik düzenlemeyi düşünüyoruz. Uzun zamandır resim yapamıyor olmamın sebebi de buradaki işler. İsmi de Atölye olacak. Bir şeyin atölyesi değil, bir sürü şeyin atölyesi olacağı için yalnızca Atölye olsun dedik. İnsanların gelip işleri de görebileceği bir yer olsun istedik. Herkese sanat ulaştıralım diyoruz, illa Alsancak’ta olmamıza gerek yok sonuçta.

"Mükemmel olmak zorunda değiliz"

Bundan sonraki çalışmaların nasıl olacak?

Ben biraz da sokağa çıkmak istiyorum. Sokakta bir şey yapacak param yok şu an ama şişman kadınları herkese göstermek istiyorum. Birden gündemlerine sokmak istiyorum. Olur olmadık bir yerde görsünler ve gülsünler. Bunun bir mesajı olacak sonuçta.

Ben işlerine bakınca küçük memeli kadınlar beni yakaladı mesela. Ben ‘paran olsa yaptırır mısın’ gibi sorular alıyorum baya baya J Çevrenden olumlu dönüşler alıyor musun buna benzer?

Bana bir estetisyen memeni yaptırayım sen de bana resim yap gibi bir teklifle geldi. Beni düşündürdü bu mesela J Demek ki gerçekten geçmiş bir kompleks de değil bu. Böyle bir şey iddia etmiyorum. Ama bu benim mücadele biçimi işte. Sadece kendi üzerimden de değil, siyah kadınları da çiziyorum mesela, Japon kadınlar da başka bir dayatmaya mecbur bırakılıyor.

Çizdiğin kadınların bakışları biraz huzursuz edici, değil mi?

Evet öyle. Seni sorgulayan, seni izleyen, sorgular bir ifadesi olan. Bunu seviyorum ben. Kendine bir sorsana “neden mükemmel olmak zorundasın?”

Tam olarak hissettirdiği de bu bence. Teşekkür ederim, benim için çok güzel bir sohbet oldu.

[1] http://alanistanbul.com/turkce/sanatcilar/alper-bicaklioglu-1982

İlgili yazılar:

İmge, beden, cinsellik (1) : Frances Cannon’un eserleriyle

İmge, beden, cinsellik (2) : Stephanie McMillan eserleriyle 

İmge, beden, cinsellik (3) : Alison Bechdel eserleriyle

İmge, beden, cinsellik (4) : Gözde İlkin’in eserleriyle

İmge, beden, cinsellik (5): Nan Goldin’in eserleriyle


Etiketler: kültür sanat
nefret