16/06/2022 | Yazar: Gözde Demirbilek
Üzüm Derin Solak’ın ilk kişisel sergisi “Inner Feelings”, 18 Haziran’da kapılarını açacak ve Onur Ayı boyunca görücüye açık olacak.
Üzüm Derin Solak’ın ilk kişisel sergisi Inner Feelings, 18 Haziran Translarla Eşitlik Günü’nde Vacilando İstanbul’da açılacak.
Kapılarını 17:00’de açacak ve Onur Ayı boyunca görücüye açık olacak serginin açılışına Üzüm’ün trans deneyime sahip bir kadın olarak queerfem bir gözden fotoğraf serüveninde fotoğrafla nasıl bir ilişki kurduğunu; neleri gözlemlediğini, sanat içinde özneleşmenin önemini, onay almayan kimliklerin onaysız mücadelesini anlatacağı söyleşi eşlik edecek. 18:00’de başlayacak; sanatın, sınıfsal engelleri ve erişimi üzerine gerçekleşecek söyleşinin moderatörlüğünü Asya Leman üstlenecek.
“Her şeyin bir mücadele biçimi olduğuna inanıyorum”
Üzüm’ün bana sözü vardı, fotoğrafımı çekmek istediğini söylemişti. Ben biraz huyluyumdur, biri söz verdi mi unutmam ama unutmadığım gibi söyleyene unutma hakkı tanır, sonrasında sözünü etmekte güçlük çekerim çok istesem de.
Çektiği fotoğrafları her gördüğümde “Acaba beni çekecek mi?” diye düşünmeye başlamıştım, sanıyorum bu sebeple, serginin açılacağını öğrenince kendimi tutamadım ve “Çekicem seni dedin, o zamandan beri bekliyorum” deyiverdim. Hemen gün ve saat konuştuk, ayarladık ve nihayet buluştuk.
Yanında çok rahat hissettiğim bir çekimin ardından bana oldukça keyifli bir sohbet ettik Üzüm’le. Sohbetimizin sizlerle paylaşabileceğimiz bir kısmı aşağıda, iyi okumalar.
Açılışta görüşürüzzz!
Çocukken en sevdiğin meyve neydi?
Değişiyor, iki tane var çünkü: Muz ve çilek. Çileği hala çok severim.
Peki var mı hiç “Şöyle de bir anım vardı, daha çok sevmeme vesile oldu” dediğin bir şeyler?
Belki biraz şey gibi bir yerden, bir meyveyi sevmenin çeşitli sebepleri var. Başka sebepler de olabilir tabii ama biraz daha tropik bir meyveden bahsediyorsak ve daha az bulunan bir şeyse; o her zaman ulaşamayan çocuklar açısından çok enteresan bir şeye dönüşüyor. O zamanlar muz çok yenilebilen ve alınabilen bir şey değildi. Ben 80’ler döneminde çocuk olmuş biriyim, sadece kendi dönemime de mâl etmiyorum.
Çileği de biz çocuklukta bahçelere girip alırdık mesela, çorlardık yani anladın mı? Bizde yoktu, çok güzel bir meyveydi; rengi çok güzel, tadı çok güzel. Gizli gizli girerdik bahçelere, o heyecan da var bir yandan. Her zaman yiyebileceğin bir şey değildi ancak çorlayarak yiyebiliyordun.
Çilek fotoğrafı çektin mi hiç?
Henüz çekmedim, güzel bir şey bulsam çekerim aslında. Biraz natürmort fotoğraflara özel bir ilgim yok ama istiyorum aslında. Sadece çilek de değil, üzümlü bir şeyler de istiyorum, kendimden bir şeyler katmak adına. Asma yapraklarıyla otoportremi çekmek istiyorum.
Bir fotoğraf sence kendi kendini anlatabilir mi?
Anlatabilir. Fotoğraf çok sonsuz bir şey bence ve her şeyin fotoğrafı çekilebilir. Bu, görücüsüyle buluştuğu anda gerçekleşen bir şey oluyor aslında biraz da.
Fotoğraf kendini fotoğrafçısı olmadan anlatabilir mi peki sence?
Anlatır. Çünkü orada sen çekenin gözünü görmüş oluyorsun, zaten oradaki o ilişkisini orada okuyorsun fotoğrafa baktığında.
“Şöyle bir fotoğraf çekmek istiyorum!” dediğin bir kompozisyon var mı?
Tam olarak yapmak istediğim bir şeyler var ama bunu tek bir yere getiremiyorum, tek bir şey söyleyemiyorum. Çok ciddi bir keşif ve yolculuk bu. Ben bu kısa vadede diyeceğim, tamam uzun yıllardır ilgim ve tutkum var buna ulaştım ve bunu bir vücuda döküyorum ve bundan aşırı keyif alıyorum ve hikaye anlatıcılığını çok seviyorum ama bazen şöyle diyorum: Resim gibi fotoğraf çekmek istiyorum. O yüzden, ilerleyen süreçler ne getirir bilmiyorum sadece öncelikli almam gereken bir şeyler var, şu an çok eksik gördüğüm taraflarım var pratikte birçok şey düşünüyorum ama henüz gerçekleştiremedim. Bunları tamamlamak istiyorum.
Fotoğraf çekmekle ilgili söylenen “Olayı şudur” ya da “Fotoğraf böyle çekilir” öğretileriyle ilgili ne düşünüyorsun?
Hayır, hiç, asla ilgilenmiyorum onlarla. Bunların çok temel okumasının şöyle olduğunu fark ettim: Bu çok uzun bir konu ve fotoğrafta gözlemlediğim ve formüle ettiğim şeyler de oluyor, olmuyor değil. Bilginin yönetildiği ve doldurulduğu yer, güncel olarak, çok erk bir yer. Ben, ilişkilerle ilgileniyorum. Konuyla ilgileniyorum. Ve konuyla ilgilenmek istiyorum.
Tamam, bu bir icat ve fotoğrafın oluşması için fiziki değerlere ihtiyaç var ama teknolojik olarak gelişmiş olması bir yana; hangi makineyi kullanırsan kullan konu her zaman içini doldurman gereken hikayeye dönüşüyor. Bilgi her zaman önemli, her şeyin bir dili var ama yegane gerçeklik olduğunu düşünmüyorum.
Ben bir sürü erkek fotoğrafçıdan bir sürü akıl dinledim ve hiçbirini yapmadım. Sonuçta her seferinde beni içsel olarak yönlendiren yere gelmiş oldum. Kalbimin, düşüncemin, anlarımın, reflekslerimin ve duygularımın getirdiği yerdeyim.
Trans olunca vatandaşlığın düşüyormuş gibi oluyor ya hani. Bütün her şeyden mahrum; bilgiden de erişimden de. Sonra kendi başına ayakta kalmaya başladığında kendi bilgini, kendi kitabını yazmaya başlıyorsun. Yaptığın şey her neyse, onun doğrularını ve dengesini kendin bulmaya başlıyorsun. Bu çok önemli bir şey bence. O yüzden çok solo ilerliyor, otobiyografik ilerliyor benim hikayem. Aşkımı fotoğraflıyorum, ayrılığımı fotoğraflıyorum. Kendi bedenimle bunu aktarıyorum.
Fotoğrafı, telefonla çekmek ve fotoğraf makinesiyle çekmek arasında fark oluyor mu sence?
Fark tabii ki var. Makineyi gözün gibi kullanabiliyorsun.
Dijital olduğu için şöyle boyut farkı ve alan derinliği gibi farklar olabiliyor. Cep telefonundan baktığımız fotoğrafların piksel değerleri çok düşük olduğu için düz bir fotoğraf çıkarken makineyle çektiğimiz bir fotoğrafta o anı yaşama hissi daha yüksek olabiliyor çünkü orada ciddi bir alan derinliği var. Orada biz birkaç boyutu birden fotoğraflayabiliriz, dolayısıyla piksel yüksekliği hikayeyi daha gerçek bir noktaya taşıyor.
Modellerinle nasıl ilişkileniyorsun?
Ben sokakta fotoğraf çekmeye başladım daha çok ama birtakım sıkıntılar da yaşadım. Kadın olmanın getirisi olarak tacize maruz kalmaktan sıkıldım. Ben geceleri de fotoğraf çekmek istiyorum ama güvenlik sebebiyle her zaman fotoğraf çekebilme şansım yok. İçimde bana dair olanları aktarmak isterken, lubunyalarla daha gündelik ilişkiler çerçevesinde zaman zaman biyografik zaman zaman o ana bağlı sokak portreleri almaya başladığımda daha da yakınlaşmak istediğimi fark ettim. Ve bunun temel yolunun da ilişki kurmak ve paylaşmaktan geçtiğini biliyorum. Yani bir insanı fotoğraflamak ve o insanın derinliğine girmek, biraz da o insanı tanımaktan geçiyor. Onun duygularına inmekten ve deneyimlerini dinlemekten geçiyor.
Fotoğraf en temelde bir ilişki biçimi, bu ilişki biçimini kurmadığınız müddetçe o fotoğrafa çok şeyler yansıyacaktır. Dolayısıyla ben modellerimle her şeyden önce ilişki kuruyorum. Zaten çok ortak dertleri olan da insanlarız. Ben ilişki kuramadığım, konuşmadığım, bilmediğim insanları çekemiyorum gibi hissetmeye başladım. Her fotoğrafçı güzel fotoğraf çekmek ister evet, ben de hiç tanımadığım birini sokakta güzel çekebilirim evet ama benim temelde böyle bir derdim yok. Ben ilişkilerimi çekiyorum. Ben trans deneyime sahip kadın bir özne olarak, göz yaratmaya çalışıyorum. Bunun için uğraş veriyorum. Bir göz farkı koyabilirsem, benim yegâne mutluluğum bu olur.
Okuyucularımızla paylaşmak istediğin bir mesaj olur mu son olarak?
Ne olursa olsun her şeyin bir mücadele biçimi olduğuna inanıyorum. Bu gerek toplumsallıkla olabiliyor gerek varoluşlarımızla ilgili olabiliyor gerek yapmak istediğimiz şeylerle ilgili olabiliyor. Buna sanat diyelim ya da demeyelim ama her zaman içinizde yapmak istediğiniz bir şeyler varken kendinize dair koymak istediğiniz bir şeyler olabiliyor bu hayatta.
Biz anlatalım; aşkımızı biz anlatalım, seksimizi biz anlatalım, arzumuzu biz anlatalım. Duygularımızın biçimlemesi kendi halimizden olsun. O yüzden lütfen herkes yapmak istediği şeylere sahip çıksın ve kendisi gibi anlatsın.
Yoğun ilgi ve alakaları için takipçilerime, tüm fotoğraf zamanlarımız için beraber olduğumuz bütün arkadaşlarıma, Koşulsuz tam destekleri için Vacilando İstanbul ve Maki SELTZER'e çok teşekkür ediyorum.
Etiketler: kültür sanat