13/04/2006 | Yazar: Kaos GL

Sergilenen bu oyunları izleyip izlememek konusunda karar almanın zamanı geldi.

Sergilenen bu oyunları izleyip izlememek konusunda karar almanın zamanı geldi. Çürük damgası yemeden, tenasül organları tahlil edilmeden, "sen acemiliğini nerde yapmıştın" sorgusuna malzeme olmadan hayır diyebilmenin zamanı geldi. Kabul görebilmek için "eşcinsel dahiler" kitabında renkli bir sayfa oluşturmamızı bekleyenlerin hedefi olmadığımızı söyleyebilmenin zamanı geldi.

KAOS GL

Şakir

Ölmek çok önemli. Ölmek hayatın içinde. Ölmek hayatın bir parçası. Farkında olmadan neredeyse mutlu ölebilmek için yaşıyoruz. Yaşamlarımızı ölümler üzerine kuruyoruz farkında olmadan. Kendi mutluluklarımızı başkalarının mutsuzlukları üzerine kuruyoruz. Öldürdükçe çoğalıyor, cesetler kadar saygın kılıyoruz varlığımızı. İyi de nereden geliyor bu sihir. Ölümün önemi öldükten sonra dünyevi hayata geri dönemeyecek olmamızda değil bir daha tekrarlanamayacak olmasında saklıdır.
Düşünsenize, EN FAZLA KAÇ KERE ÖLEBİLİRSİNİZ?

Wilham Burruoghs "konuşmak, yalan söylemektir" diyor. Son yapılan çalışmaların verilerine göre bir gün içerisinde yaklaşık 200 kere yalan söylüyoruz. Bu rakam ise ortalama bir değer. Yalan söylediğinizi fark edemeyecek kadar usta bir yalancıysanız sayı çok daha fazla. Aynı araştırmadan bir başka veri de yalan söyleyen kişilerin söylemeyenlere oranla iş hayatlarında daha başarılı, özel hayatlarında daha mutlu, huzurlu olduğu yönünde. Öyle ya din kültürü ve ahlâk bilgisini arttıran kitaplarda bile bize hangi durumlarda yalanın pervasızca söylenebileceği öğretildi. Şimdiyse adeta psikologlar bize çoktan yalan temeller üzerine kurduğumuz hayatlarımızı yeni süslü yalanlarla donatmamızı; daha mutlu olabilmenin sihrinin handiyse nevrotizmden geçtiğini sıkıca tembihliyorlar. Sonuç itibariyle ne kadar yalan o kadar geçici mutluluk formülüne dayanıyor insan hayatı.

Nihayet yurt geneline yayılan bir takım turunçgilleri ezmek, bayrak yamak, Juventus'u elemek gibi Balkanlar'dan gelen kısa süreli isteriden yavaşça kurtuluyoruz. Sanırım, büyük bir çoğunluk "Ferrari'ye bir daha asla binmiycem abi" şeklinde gösterdiği kişisel tepkisini devam ettirecek. Büyük ihtimalle Benetton bile kısa süreli siyahlar eylemine son verip en kısa zamanda gökkuşağı renkliliğine geri dönecektir. Sonunda Medeni Kanun ve Anayasası batı kaynaklı doğu kültürünü taşıyan bu ülke, tüm batı özentilerine rağmen bir kez daha batının kendisini kabul etmeyeceğini, batıda yer almadan gerçekten batılı olunamayacağını öğrenmiş olacak.

Bunca hengamenin yegane kaynağı Türkiye'de yaklaşık otuz bin kişinin öldürülmesi ile suçlanan terörist örgütün elebaşının bir Avrupa ülkesinde yakalanması ve insan hakları fedaisi ülkenin sergilediği nahoş tavırdı şüphesiz. En kısa sürede yurt genelinde örgütlü ya da örgütsüz bir araya gelen insanlar tepkilerini, içlerindeki gizledikleri, bir türlü dile getiremedikleri öfkeyi eyleme dönüştürerek uzun süre ana haber bültenlerine malzeme oldular. Nedense hemen her gece birkaç şehit haberine, birkaç köyün basılmasına ve o insanlara dair keyifsiz kanlı görüntüleri kanıksamış olduğumuz anda milyonlarca insan milliyetçi duygulara benliklerini esir edip belirsiz bir hedefe doğru aksak adımlarla yol almaya başladı.
Denizin tam ortasında olduğumuzdan belki de hemen sarılacak yılan aradık. İhracatının yalnızca %2.5'ini oluşturduğumuz halde ekonomik yaptırımlar denedik. Hedefe varmak adına olmasa da gereksiz yapılası ne varsa yaptık. Hayatta kalmak için öldürmek gerekir ilkesini devam ettirmek için oluşturduğumuz yalan umutlara yeni yalanları ekledik.
Savaşçı bir toplumuz biz. Atalarımızın asker ruhlu olduğu öğretildi milli tarihimizin anlatıldığı kitaplarda. Aynı kitaplardan "barbar Türk" söylemini yaratan savaşları öğrendik. Hep övündüğümüz yüzlerce yıllık tarihimiz vardı. Yeni bir isimle, yeni bir kimlikle kurulmuş cumhuriyet, saraylardan gelen köhnemiş zihniyeti ve onun mirasını reddetmişti ama bizler bilmeden o zihniyetin altı yüzyıllık tarihi ile övünmekten alamadık kendimizi.
Savaşçı bir toplumduk biz. İşte şimdi bu cümleyi dili geçmiş zaman kipi ile kurmak istiyorum. Geçmişin getirdiği kültürün izleri ile kapitalist toplumların tahakkümcü kültürünün kırıntılarını uzlaştıramayan tüm ülkeler gibi Türkiye'de bu eski savaşçılığının ezikliğini taşıyor üzerinde. Bu yüzden hâlâ binlerce genç davul-zurnalarla, "en büyük asker, bizim asker" nidaları ile gönderiliyor asker ocaklarına. Bu yüzden en önemsiz siyasi çıkmazlarda bile yetmişindeki Türk erkeği Karaoğlan gözükaralığını sergiliyor bize. Böylece insanın doğasındaki -belki de temeli- yok edim süreci, öldürme arzusu yalanlarla realize edilmeye çalışılıp mutluluk anahtarları sunuluyor. Sırf bu yüzden analar ölüm ihtimaline rağmen gözyaşlarını gizleyip, oğlunu gönderiyor. Kutsiyetine asla laf söyletmediğimiz vatanın bölünmezliği için bir belki birden fazla oğlu feda edebiliyoruz. Ardından -yeni yalanlarla- kayıtsızca şehitlik gibi bazı mertebeleri sunarız bayrakların sarıldığı tabutların başında. İnsan yaşamının en önemli iki yılının hangi amaç uğruna kullanılacağı, hayatı ileriye götürecek hangi pozitif adımların atılacağı, çok azımızın zihninde küçük birer sessiz soru işareti olarak kalacaktır.

Askerlik mesuliyeti taşıyan bireye düşen görev bu konuda koşutsuz teslimiyetle herkes gibi görevi yerine getirmek, sonrasında toplumla uyumsuzluğu, heba edilmiş iki yılı, ölmeyi göze almalısınız. Eğer fiziki açıdan yetersiz iseniz, akli dengeniz yerinde değilse, siyasi yakınlıkları da göz ardı ederek, eşcinsel de değilseniz "gitmek istemiyorum" cengaverliğini göstermek gibi bir şansınız yok. Eşcinselleri ise altında psikososyal bozukluk, homoseksüelite, ileri derece ts., tv., vb. ibarelerin yer aldığı askeri hastane ve heyetlerden alınan resmi raporlar askerlikten muaf kılıyor ancak. İnsan onurunu yok eden anüs muayenesi, ilişki anında çekilmiş fotoğraflar ve heyet önünde size sunulan aşağılayıcı tavrı yüreğinize sindirmeniz gerekiyor. Büyük külfetlerle alınabilen bu rapor her eşcinsel için en lüzumsuz sohbetlerde bile hatırlatılacak, resmi kurumlarda, işe girişlerde yüzünüze vurulacak, bireyin sırtında taşınması gerekli bir kambur haline getirilecektir. Sizin "bir akşam nöbetteykene" diye başlayıp anlatacağınız askerlik hatıralarınız olmayacaktır, evine geç saatte gelen arkadaşınızı "bak Neriman askerlik arkadaşım Hulusi" diye tanıştırma şansınız hiç yoktur. Devletin size "istemeyeni askere almıyoruz" nezaketiyle sunduğu bu sihirli rapor kabullenişin en can alıcı anlarında belki de sınırsız bir yok edilişin temellerine hazırlayıcı olmaktan başka fonksiyon taşımayacaktır. İşte bir depremden sonra bize ulaşan devlet ananın yüreği ya da terör mücadelesinde halkını koruyan devlet babanın sıcacık kolları bireyin yok edilişini bile böyle ustaca yalanlarla sözde mutluluklara ulaştırmakta, eğrisini görmeyen deveyi ustalıkla oynamaktadır. Devlet size bir raporla geçici bir kurtuluşu müjdelerken vatandaşını "psikososyal bozukluk" diyerek sınıflandırmakta, kişinin en mahrem yerlerine girmeyi kendince doğru kabul etmektedir. Bir de her şeyi göze alıp askerlik mecburiyetini yerine getirenlerin "vallahi çok rahattım" masalları vardır. Bu kişilerin özel gecelerde sahne alıp küçük Zeki Mürencikler olduğu, metalaştırıldığı, aşağılandığı, şiddete maruz kaldığı ise acı bir gerçek.
Sizin gitmek istememenize karşın devletin sizi zorla askere alma konusunda gösterdiği takdire değer gayret toplum içinde yeni isteri nöbetleri halinde kendini göstermeye başladı. Küçük birer ilah haline getirdiğimiz pop şarkıcılarını asker edebilmek için Kıbrıs harekatı kıvamında soytarılıklar içinde bulduk kendimizi. Üstelik ellerine mikrofonu ilk alışlarından itibaren cinsel kimliklerini sorguladığımız, genel ahlâk süzgecinden geçirdiğimiz bu kişilerin yıldızlı dünyalarından çıkıp koyu tekdüze yeşillere bürünmelerini bekliyorduk. Bekleniyordu. Böylece ülke olası bir savaşta şüphesiz kurtulacaktı. Askerliğini Ankara'da bir orduevinde yapan fedakar popçular sayesinde adalet yerini bulacaktı. Vıy vıy da vıy vıydı.
Otuz bin kişinin katili, kutsal vatanın bütünlüğünün tek sarsıcı binbir oyun sonunda yakalanıvermişti de, teslim edilmezse hadlerini bildirecektik de, devlet neredeydi… Neredeyse iki yıldır bir haber bülteninin tanıtımında zihinlere zerk edilen "nerede bu devlet" şarlatanlığı ile çoktan yerle bir edilen devlet anlayışı evlat acısı ile yerine yeniden oturtulmuştu ve bizler sırtımızı dayadığımız bu güçten alelacele isteklerde bulunuyorduk. Kıyafetleri, duruşları ve şiveleriyle oğullarının resmini taşıyıp "katili isteriz" nağraları atan tüm anneler neredeyse aynı fabrikanın vardiyalı işçileriymiş imajını yansıtırken aslında hiçbir ihtimal vermeseler de güvenlerini yitirmiş oldukları devletten bir şeyler bekliyorlardı.
Bizim baby face popçularımız ise işte bu toplumsal isterinin oyuncağıydı artık. Oysa onlar sadece biz askere gitmek istemiyoruz diyemeyen binlerce Türk gencinin yaldızlı suretleriydi. Kimi işlevsiz okullara yapılan kayıtlar, kimisi sahte evraklar sayesinde askerliğini yapmış olmanın gururunu taşımak yerine kaytarabilmiş olmanın kurnazlığını sergilemeleri daha yatkındı ve görev icabı uzatılan her mikrofona "kaçmıyorum, zamanı gelince yapıcam" marşını en duygulu yüz ifadesi ile söylemek işin ayrılmaz parçası haline gelmişti. İçlerinden birisi -en popçusu, en uyanığı, en yavuz hırsız olanı- "ÇÜRÜK DEĞİLİM, BIRAKIN TESLİM OLAYIM" demeyi ihmal etmedi. Bu kez yalan+ölüm denklemi farklı çalışıyordu. Acılı insanlar canlarına can isterken, adaylar yine ustalıklı yalanlar sayesinde ölüm zincirinden kurtuluyordu.
Öyle ya eşcinseller gibi azınlıklar ağır bedeller ödeyerek bu mecburi kılınan -sözde- ulvi görevden ricalar ile muaf tutulacaklar, her daim hatırlatılacak çürük damgasını taşımak zorunda bırakılacaklar, "vatan, millet, sakarya" türküsünü söyleyip hiç de uyguluyormuş gibi görünmeyen generation next ise komşu bahçeden çaldığı elmaların ezikliğini taşımadan bedelsizce, belki de orduevi konforunda görevlerini huşû içerisinde yerine getireceklerdi.
Sergilenen bu oyunları izleyip izlememek konusunda karar almanın zamanı geldi. Çürük damgası yemeden, tenasül organları tahlil edilmeden, "sen acemiliğini nerde yapmıştın" sorgusuna malzeme olmadan hayır diyebilmenin zamanı geldi. Kabul görebilmek için "eşcinsel dahiler" kitabında renkli bir sayfa oluşturmamızı bekleyenlerin hedefi olmadığımızı söyleyebilmenin zamanı geldi. Yalan ve ölüm güzergahında insanların hayatta kalabilmek adına hep öldürdükleri ve yalanlarla yarattıkları pembe dünyada birlikte soluk alıp-vermek giderek keyifsiz bir hal alıyor. Şeker ezip, bekar gezme konusunda gösterdiğimiz samimiyetin kırıntısını bile yalan-ölüm üzerine kurulu dünyamıza yansıtabilseydik neler değişirdi.
DÜŞÜNSENİZE, EN FAZLA KAÇKEZ GELEBİLİRSİNİZ DÜNYAYA
DÜŞÜNSENİZE, EN FAZLA KAÇ KEZ ÖLDÜREBİLİRSİNİZ BENİ
Ve benzerlerimi.



Etiketler: insan hakları, askerlik
İstihdam