15/06/2023 | Yazar: Selma Koçak
Mülkiyeliler Birliği’nin Ankara’daki “Queer Sohbetler” etkinliğine bağlanan Judith Butler, “Öldürülme veya polis şiddetinin tek bir örneğinin haber dolaşımında olup sonrasında unutulması yetmez” dedi.
Fotoğraflar: Mülkiyeliler birliği
Pinhan Yayıncılık tarafından çıkarılan Queer Yazıları adlı kitabın okuyucu ile buluşması vesilesiyle Mülkiyeliler Birliği’nde “Queer Sohbetler” etkinliği yapıldı.
Aynı zamanda kitabı hazırlayan Ulaş Bager Aldemir moderatörlüğünde dün (14 Haziran) yapılan etkinlikte kitapta yazıları bulunan Judith Butler, Alev Özkazanç, İlker Hepkaner ve Greta Gaard ile Kaos Q+ Dergi Genel Yayın Yönetmeni Aylime Aslı Demir konuşmacı olarak yer aldı.
“Cinsiyet bir yalan olabilir ama bu yalanı yaşamak zorunda kalan insanlar gerçektir”
Açılış konuşmasını Ulaş Bager Aldemir yaptı. Queer’in her şeyden önce bir dünya görüşü olduğunun altını çizen Aldemir, “Queer, cinsiyet meselesine olduğu kadar dünyaya dair de radikal bir düşünme biçimidir” dedi. İlk bakışta gözlerimizi kamaştırsa da Queer’in bizi renk körü olmaktan kurtardığını söyleyen Aldemir konuşmasını şöyle tamamladı:
“Siyasal öznelerin mutlak özdeşliği bir yanılsamadır… Ama bu, sembolik bir şebeke içerisinde üretilmiş olsalar da yaşayan bedenlerin şimdi ve burada özdeşleşen muhtelif zorbalıklara maruz kaldıkları gerçeğini değiştirmez. Cinsiyet bir yalan olabilir ama bu yalanı yaşamak zorunda kalan insanlar gerçektir.”
Judith Butler da etkinliğe katıldı
Kitapta “Performatif Edimler ve Toplumsal Cinsiyet Kurma” başlıklı yazısıyla yer alan ve etkinliğe telekonferans yoluyla katılan Judith Butler Türkiye’de LGBTİ+ hakları konusunda son dönemde yaşanan baskılara karşı bir dayanışma konuşması yaptı.
Türkiye’nin çok zor dönem yaşadığını vurguladı ve seçimin istendiği / beklendiği gibi sonuçlanmamasının mücadelenin bittiği anlamına gelmediğinin altını çizdi. Seçim demokrasisine önem verildiğini ve demokrasiye zarar vermek veya yayılmasını engellemek isteyenlerin seçilmemesini sağlamak için mücadele edildiğini belirten Butler “Fakat bazen başarısız oluyoruz ve başarısızlık derin bir siyasal umutsuzluk hissine yol açabilir” dedi. Seçimler önemli olsa bile demokrasiden kastedilen bütün her şey olmadığını hatırlatan Butler şöyle devam etti:
“Bütün queer bireyler için, bütün feminizm ve LGBTQİA+ hakları ve güçleri için mücadele edenler için, demokrasinin bedenlendirilmiş bir anlamı, yaşayan bir gerçekliği vardır. Biz, polis şiddeti veya polisin müsaade ettiği sokak şiddeti korkusu olmadan sokaklarda toplanmak için özgürleşmeyi talep edenleriz. Biz yaşamlarında eşitlik isteyenler, eşit muamele görmeyi talep edenler, hayatları yaşanmaya, desteklenmeye, kabul edilmeye değer görülenleriz. Biz faşist şiddeti, güvenlik terörünü, keyfi sokak şiddetine maruz kalan queerlerin de dahil olduğu mültecilerin hayatlarının araçsallaştırılmasını ve bundan vazgeçilmesini sonlandırma çağrısı yapan adalet isteyenleriz.”
“Öldürülme veya polis şiddetinin tek bir örneğinin haber dolaşımında olup sonrasında unutulması yetmez”
Türkiye’de hakların ve hayatların değerinin ya hükümet tarafından açıkça yok sayılması ya da aslında müttefik olması gereken muhalefet partileri tarafından ikinci plana itilmesi ile karşı karşıya olunduğunun altını çizen Butler şöyle devam etti:
“Biz eylem yapıyoruz, toplanıyoruz, konuşuyoruz, kendi hayatlarımızı riske atmak pahasına hayatlarını kaybedenleri anıyoruz. Mücadele ediyoruz, hepimiz, hayatlarımızın feda edileceği veya basitçe yok olmayacağı bir dünya için. Bu şekilde konuşursak da, konuşma sizi tehlikeye atar. Toplanırsanız, haklarınız temelinde, ülke içinde teröre neden olmakla suçlanırsınız. Eğer temel haklar için mücadele edersek, talepleriniz kamu sağlığını ve devlet güvenliğini tehlikeye atıyor olarak kabul edilir. O halde eylem nasıl bir biçim alacak?”
Eylem ve mücadele biçimlerini de içinde bulunulan koşullara göre güncellenmesi gerektiğini söyleyen ve Türkiye dışında yaşayan herkese burada olanları belgeleme ve buradaki insanları ne gerekiyorsa onun hakkında konuşmaya davet etme sorumluluğunu hatırlatan Butler, olası mücadele biçimlerine değindi:
“Öldürülme veya polis şiddetinin tek bir örneğinin haber dolaşımında olup sonrasında unutulması yetmez. İhtiyaç olan şey medyada uzun süre geniş yer bulması ve ittifakların genişletilmesidir. Ve medya derken sosyal medya ve video, filmler, dersler, kitaplar yoluyla, ve ittifaklar derken yalnızca Türkiye’deki ya da o bölgedeki queer aktivistlerle değil ama yarımküreler boyunca.”
“Şiddet korkusu olmadan yaşayan ve nefes alan varlıklar olarak toplanabildiğimiz bir yer”
Dünya çapında görülen otoriterleşme biçimlerinin kamuyu korkutmak için kışkırtıcı fantazyaları dolaşıma soktuğunu ve toplumsal cinsiyet ve cinsellikleri, ırk ve mültecileri hedef almaya başladığını söyleyen Butler, otoriter yönetim biçimlerinin böylelikle kendilerini hukuka ve düzene, patriyarka ve heteronormativiteye en güvenli dönüş yolu olarak sunduklarını anlattı. Erdoğan’dan Orban’a, Orban’dan Trump’a, Trump’tan deSantis ve Meloni’ye hepsinin birbirine bakarak hareket ettiğini belirten Butler “Bolsonaro da alaşağı edilene kadar bu karışımın bir parçasıydı. Ve evet o alaşağı edildi, Trump gibi, ve sizin de mevcut başkanınız zamanla edilecek” dedi.
Butler, bugünlerde bedenlenmiş yaşamların her yerde yaşamaya onaylanmaya değer hayatlar olarak görüldüğü bir demokrasi talep etmek için ihtiyaç duyulan şeyleri şöyle sıraladı:
“Şiddet korkusu olmadan yaşayan ve nefes alan varlıklar olarak toplanabildiğimiz bir yer. Patolojikleştirilme korkusu olmadan gün ışığında göründüğümüz yer. Konuşmamızın duyulduğu ve onurlandırıldığı ve taleplerimizin adil bir şekilde tanındığı, tasdik edildiği ve adil olarak onurlandırıldığı bir yer.”
Son olarak ihlallere dikkat çekmenin yanında queer demokrasiye dair vizyonun da inşa edilmesi gerektiğini söyleyen Butler, bu mücadelenin yanında durmayanlara şiddete katıldıklarının hatırlatılması gerektiğini vurgulayarak “Onlara söylenmeli. Bunu bilmeliler” dedi.
“Nereye gidiyoruz?”
Kaos GL’den Aylime Aslı Demir ise “Nerden Geldik, Nereye Gidiyoruz?” başlıklı konuşmasında queer kavramının kısa tarihinden bahsetti. 1980’li yılların ikinci, 1990’lı yılların ise ilk yarısında, yükselen toplumsal hareketlerin özellikle kadın hareketinin etkisiyle eşcinsel özgürlük mücadelesinin de biraz gecikmeli olarak Türkiye’de ortaya çıktığını anlattı. Eşcinsel hareketin yalnızca seksist değil, aynı zamanda heteroseksist bir toplumda yaşadığımızı dile getirdiğini ve mücadelenin salt bir kimlik mücadelesi olmadığını vurguladı.
2004 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan “Queer, Türkiye ve Kimlik” konferansının, 2011 yılında Cogito’nun “Cinsel Yönelimler ve Queer Kuram” başlıklı sayılarını çıkarmasının, 2010’lu yıllara kadar yapılan pek çok etkinliğin ve Butler’ın kitaplarının Türkçeye çevrilmesinin, Sel Yayınları tafından hazırlanan Queer Düş’ün serisinin eşcinsel hareket için çok önemli katkılar sağladını belirten Demir, özelikle 2010 yılında Homofobi Karşıtı Buluşma kapsamında Butler’ın Kaos GL tarafından Ankara Üniversitesi’ne davet edilmesinin tüm ülkede yarattığı heyecanı anlattı ve “Queer Devrim Cebeci’den çıkacak herhalde diye düşündük” dedi.
2013 yılında Ankara Üniversitesi’nde açılan Queer Çalışmaları dersinin çok farklı kitlelerden büyük ilgi gördüğünü ve akademi ve sivil toplum arasında köprü kurmak açısından çok önemli rol oynadığını anlatan Demir, dersin her haftasının dünyanın farklı yerlerinden akademisyenler tarafından verildiğini ve tam bir queer ittifak örneği olarak örgütlendiğini söyledi. Yılda iki sayı olarak başlayan Kaos Q+ derginin de bu derslerin bir çıktısı olduğunu belirten Demir, son dönemde artık yılda bir kere yayınlanıyor olsa da hala bu konuda konuşmak isteyen, sözü olan pek çok kişi olduğunu hatırlattı.
Türkiye’de queerin çok fazla potansiyeli olduğunu ve bir norm karşıtlığı olarak hem akademide hem sokakta pek çok yere sirayet ettiğini belirten Demir konuşmasını şöyle tamamladı:
“Türkiye’de hareket bence çok fazla potansiyele sahip queer siyaset açısından. Eşitlik, özgürlük ve adalet için uğraşan bizler bu ülkenin en az yüzde ellisiyiz.”
Alev Özkazanç ise “Butler’ın Düşüncesinde İktidar, Direniş ve Psikanaliz” başlıklı konuşmasında kitapta da ele aldığı kuramsal konuları anlattı. Butler’ın özne ile iktidar arasındaki ilişkileri psikanalizden geçmeden anlamanın mümkün olmadığı varsayımından hareket ederek iktidar ve psişe teorisini birleştirdiğini ve bunu yaparken direnişe yer vermediği için psikanalizi olduğu haliyle değil, Foucaultcu bir müdahaleyle ele aldığını söyledi. İktidarın özneye dışsal bir şey değil, tam tersi özne tarafından kullanılan bir şey gibi anlaşılması gerektiğini belirten Özkazanç, burada muktedir bir faillik durumu olduğuna dikkat çekti. Özkazanç, Lacancı yasa karşısına Foucaultcu iktidarı koyan Butler’a göre yasanın muktedir olarak değil, gaf yapan bir sakar olarak görülmesi gerektiğini anlattı. Eleştirel bir iktidar analizinin aynı anda yapması gereken üç şey olduğunu ifade eden Özkazanç bunları şöyle sıraladı: “Öznenin tabiiyet ilişkisi içinde nasıl kurulduğunu, bu özneleşmenin sınırlarını ve failliğin nasıl mümkün olduğunu göstermek.”
“Yeni bir demokrasiyi, queer demokrasiyi inşa edeceğiz”
İlker Hepkaner ise “Nostalji ve Popüler Kültür” başlıklı konuşmasına şöyle başladı: “Politik, ekonomik ve sosyal bir baskı altındayız LGBTİ+’lar olarak. Magazinsel skandallar dışında TV’de yokuz. Temel hikâyeye süs diye dahil ediliyoruz.” Güncel queer üretimin sansürlenmesi zor alanlarda yapılabildiğine dikkat çeken Hepkaner, queer nostaljinin mekânsaldan ziyade zamansal bir özlemi ifade ettiğini anlattı. Queer nostaljinin çevrimiçi alanlarda üretildiğini anlatan Hepkaner, 1984 yılında çekilen Şabaniye filminin öneminden, Zeki Müren, Huysuz Virjin, Aşk-ı Memnu’nun karakterleinden Firdevs Yöreoğlu gibi queerler için önem taşıyan görsel figürlerden söz etti. Nostaljik hatıraların geleceği kurmada yardımcı olacağını belirten Hepkaner konuşmasını şöyle tamamladı:
“Umutlu şeylerden konuşmanın zor olduğu bir dönem. Ama güçlü, işini iyi yapan insanların varlığı bize güç veriyor. Eğer politik baskıya direnecek ve bunu aşacaksak nostaljik hatıralar bize geleceği kurmada yardımcı olacaktır. Huysuz Virjin’in kalbini onaramayız belki ama onun içinden geçenleri sürekli gündemde tutarak hatırasını yaşatabiliriz. Yeni bir demokrasiyi, queer demokrasiyi inşa edeceğiz. Mücadeleye devam etmemiz gerekiyor.”
Kitapta “Queer Bir Ekofeminizme Doğru” başlıklı yazısıyla katkı veren Greta Gaard ile makale konusunda yapılan bir söyleşi paylaşıldı. Bir kültür yaratmak için queer ve ekofeminist anlayışların birleştirilmesi gerektiğini belirten Gaard, ekofeministlerin, tıpkı queerlerin kadınların ve doğanın kurtuluşu ile ilgilenmesi gerektiği gibi, queer kurtuluşu ile de ilgilenmeleri gerektiğine dikkat çekti ve “Ortak kurtuluşumuzu daha somut koalisyonlar üzerine inşa etmenin zamanı geldi” dedi.
“Aslında ithal edilen homofobi”
Soru-cevap bölümünde “Seçimler öncesi ve sonrasında anti-LGBTİ+ propagandası yapıldı. Bu perspektifler açısından yeni direniş politikası nasıl olmalı? Pratik hayata nasıl müdahale edebiliriz?” sorusunu Alev Özkazanç şöyle yanıtladı:
“Butler’ın söylediklerine tamamen katılıyorum. En geniş ittifakları inşa etmeye çalışmalıyız. LGBTİ+’lar her zaman birçok başka kurula kıyasla en fazla yaralanmaya açık grup oluyorlar. En geniş demokrasi güçleri tarafından sahiplenilmesi gerekir bu meselenin. En geniş ittifakları örmeye çalışmak gerekiyor.”
İktidarın uyguladığı baskıcı politikaların tam da kitleler tarafından tercih edilen, istenen bir şey olması durumunda ne yapılması gerektiğini soran bir dinleyiciyi de Aylime Aslı Demir şöyle yanıtladı:
“Türkiye’nin bütün iliklerine işlemiş bir homofobi olduğunu düşünmüyorum. Eşcinselliğin ithal edildiğini söylüyorlar ama aslında ithal edilen homofobi. Zeki Müren Türkçeyi en güzel kullanan insan olarak anılıyor, Bülent Ersoy en güzel ezan okuyan kişi olarak biliniyor. Örgütlü bir nefret söylemini yukarıdan getirerek Büyük Aile Mitingleri yaptılar 150 imzacı STK ile. Ama imzalayan kurumlar kadar insan toplayamadılar orada.”
Alev Özkazanç da aynı soruyu şöyle yanıtladı:
“Çok az olduğumuzu, çok uygunsuz olduğumuzu varsaymak yerine bize yönelen nefretin, nerelerde, nasıl kötücül amaçlarla dayatıldığını göstermeye çalışmalıyız. Karşı tarafın kötülüğünü, patolojisini ortaya koymalıyız. Yükselen şeyin faşist dalga olduğunun farkında olmalı ve insanlara ‘tarafınızı seçin’ demeliyiz. Hem feministlere hem en yakınımızdaki sol muhalif güçlere de bu söylenmeli.”
Yaklaşık 100 kişinin katıldığı etkinlik, Ulaş Bager Aldemir’in şu sözleriyle tamamlandı:” Bir arada olmak çok güzel, nefrete inat, yaşasın hayat!”
Etiketler: insan hakları, onur yürüyüşü, dayanışma mesajı