04/01/2016 | Yazar: Kaos GL
Kriya’nın 10. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda yer alan Kabuk isimli öyküsü: ‘Yağmurlu bir İstanbul akşamında tanıştılar! Nasıl olduğu ve nerede olduğu önemli değil..."

Kriya’nın 10. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda yer alan Kabuk isimli öyküsü: “Yağmurlu bir İstanbul akşamında tanıştılar! Nasıl olduğu ve nerede olduğu önemli değil...”
Zorlama ile getirildiği bu yemeğe geldiği için çok mutlu olmuştu İpek. Çok olmuştu yeni birileri ile tanışmayalı, neşeli insanlar görmeyeli. Etrafındaki karamsar insanlardan ne kadar sıkıldığını, şu an masada uçuşan kahkahalardan anlıyordu. Bu kalabalık masadaki birçok kişiyi tanıyordu. Sadece biriyle yeni tanışıyordu. Yakın gelecekte onun için çok önemli biri haline gelecek olan bu kişinin ismini aklında tutmak pek zor olmayacaktı. Deniz.
Tanışır tanışmaz biriyle nasıl anlaşacağını biliyor insan (çoğu zaman yanılmıyor). Bu karşılaşma da onlardan biri oldu sanki.
Deniz, öyle hayata dokunan, insan olmanın iyi bir şey olduğunu bazen de ne kadar kötü olduğunu hissettiren, öyle komik, öyle hüzünlü şeyler anlatıyordu ki, masadaki herkesin ona büyük bir hayranlık beslediğini anlamak çok zor değildi. İpek de masadaki diğerleri gibi yaşamın hışırtısını duyuyordu sanki Deniz’in sesinde, anlattıklarında. Bir insan bu kadar mı güzel dinletebilirdi kendini?
Denizle arada göz göze geliyorlardı, önceden bilmediği bir duygu kaplıyordu içini, böyle anlarda. Tarif edemiyordu, korkmuyordu, heyecanlanmıyordu. Bu anlamsız boşluktan rahatsız olup, kendini çıkarmaya çalıştı durumdan. Böyle cevabını bilmediği sorularla karşılaştığında ,kaçmak için kendi hayatını düşünmeye başlardı. Günlük yaşamın sıkıcılığını, belli bi yaştan sonra sıradan geçmeye başlayan doğum günlerini, iş hayatının saçma sapan yorgunluğunu, bunlardan şikayet etmeyeceği bir günün varlığını...Bazen sorularımız sıkıştığımızda kaçabileceğimiz mağaralara dönüşüyor galiba diye bir iç geçirdi. Hiç kimse duymadı.
Kendi sorularımızın yetersiz geldiği böyle ortamlarda ise imdada muhakkak başkalarının soruları yetişiyordu. Ne var ne yoktu, neler yapıyordu?
İpek'in in anlattığı yarım yamalak hikâyeleri merakla dinlerken buldu kendini Deniz. Bahsettiği şeylerde fark edilir biçimde bir şeyler yerine oturmuyordu Gizlemeye çalıştığı şeyler var diye düşündü önce, rahat olmadığını anladı, sonra da içten içe daha önemli bir sorunu olduğunu.
Aslında o an anlattıklarını değil de , anlatamadıklarını merak etmeye başlamıştı. Ve öğrenmeye de niyetliydi. Bu çirkin elbiseli güzel kadınının sesinde çığlıkla inleme arası, derinlerden gelen bir ses işitiyordu sanki. Kapana sıkışmış bir farenin içten çığlıkları gibi bir şey. Elinin ucuyla kapanı hafifçe kaldırıp onu da özgürlüğüne kavuşturabileceğini hissetti.
Daha önce de duymuştu bu gizli çığlığı başka birinde. Yavaşça yaklaşıp, canını yakmadan usulca açmıştı kapanını. Kapandan kurtulur kurtulmaz hızla kaçıp gitmişti yanından da çok kırılmıştı o zamanlar...
İpek Deniz'in masadaki muhabbetten uzaklaşıp kendi dünyasına daldığını anladı ve onu muhabbete çekmeye çalıştı, nasıl yapacağını bilemeden. Beklediğinden kolay oldu, çünkü Deniz zaten, ne yapsa etse de biraz karşılıklı konuşsalar diye düşünüyordu. Aralarında gözle görülemeyen bir bağ oluşuyordu o anda...
Sırayla birbirlerine bir şeyler anlatmaya başlamışlardı. İkisinin istediği konu, hemen masayı ele geçiriyordu. Onlar böyle karşılıklı hikâyeler anlatıp birbirini tanımaya çalışırlarken can ciğer arkadaşlar birden figüran oluvermişti o gece için...
Merak uyandırıcı ve heyecanlı bir süreç başlıyordu ikisi için ve başlamaması için bir şey yapılamazdı artık!
Aradan biraz zaman geçmişti karşılaştılar, ne halde ve kimlerle olduğu önemli değil...
Küçük, karanlık, saçma bir barda bir kaç hafta sonra karşılaştıklarında, ikisinin de keyfi yerine gelmişti. İpek o geceden sonra tekrar dışarı çıkmaya başlamıştı. Uzun bir uykudan uyanmış gibi hayata aç, bitmek bilmeyen bir dertten kurtulmuş gibi ferahlamış hissediyordu.
Bir an göz göze geldiler ve eğlencenin dibine vurmaya karar verdiler konuşmadan. Dünyanın her yerinde içtikçe güzelleşiyordu insanlar.
Hızla içiliyor biter bitmez yenisi alınıyordu, sohbete gerek bile yoktu nedense, dans etmek her şeyi cevaplıyordu.
Sabah iş için şehir dışına çıkacağı aklına geldiğinde artık gitmesi gerektiğinin farkına vardı İpek. Böyle güzel bir gecenin sonunda, yedide havaalanında olmak için gerçekten çok bahtsız olmak gerekiyordu. Evden çıkmadan bavulunu yapmış olmanın verdiği rahatlıkla geceyi uzatmak, şu an cezasını çektiği bir suç gibiydi.
Çantadan gelen yoğun anason kokusunu taksideyken fark etmiş, ciddiye almamıştı. Şu an hatırlıyordu ne olduğunu, gece içine bir bardak dolusu rakı dökülmüştü ve gülmekten temizleyememişlerdi bile. Gece üzerine uzun süre geyik yapılan bu durum şu an adeta bir kâbustu. Vakitsizlikten kol çantasını değiştirememişti. Uçağın kalkmasına daha kırk dakika vardı. Montunun kapüşonu ile bütün yüzünü örtmüş şekilde gözlerini kapattı, uyumamaya çalışarak ölmeden önce son kez görmek istediğim kimse var mı acaba? diye düşünüyordu. Yoktu. Bugüne kadar aklında kalan hiç kimse olmamıştı, yaşamak isteyip yaşayamadığı hiç bir ilişki kalmamıştı. Kendiyle gurur duyarcasına hafiften gülümsedi hayata.
Hayattaki en büyük başarısı bu olabilir miydi? Enerjisini ve zamanını aşk uğruna değişimler yaşayarak geçirdiği için kendi ile ilgilenecek çok fazla zaman bulamamıştı bugüne kadar.
İlişki denen bu harika rüya bir gün kâbusa, hatta bazen karabasana dönüştüğünde ise hemen oradan çıkar, rüzgârda savrulan bir balon gibi uçuşurdu sokaklarda. Sonunda da sivri bir yere denk gelir, patlayıverirdi. Hep böyle olmuştu ve artık umudu kalmamıştı. Yine böyle tanıdık bir kaygı kapladı içini. Etrafa yoğun rakı kokusu yaydığını fark edip utandı. Kapılar açılınca kafasını kaldırıp etrafına baktı ve kendisine en yakın oturan kişinin sıranın en sonunda olduğu gördü. Bu kez umursamadı.
Koltuğuna oturup yayıldığında dün gece hakkında düşünmeye başladı istemsiz. Bulutlar üstü dünyasına çıktıklarında ise gülümsemeye. Sihirli dünya anlatısında iyi perilerin yaşadığı yerlere dekor olan bulutlar şu an iki katı güzel geliyordu ona. Kendini istiridye gibi hissettiğini fark etti yükseldikçe… Çoktandır nasıl açacağını bilmediği kabuğunun içinde mutsuz huzursuz meraklı bir istiridye gibi.
Etrafını saran bu sert bu, aşılmaz kabuğun dün gece biraz çıtırdadığını hissetmişti. İlk kez bir kadınla yakınlaşıyordu ve kabuklarını bir şekilde kırmalıydı. İçinde öyle çılgınca bir istek vardı ki kabuğunun dışına çıkmak için, uçsuz bucaksız bir denize.
Öğlene doğru ağır bir baş ağrısıyla uyandı uykusundan Deniz. Kahvesini içerken İpeğin vedalaşırken ona söylediği cümleyi hatırladı. Kulağına eğilip fısıltıyla ''etrafımda kabuklar var sanki DENİZ ''demişti. Boynunda ilk kez hissettiği nefesi ve sözcükleri deniz kabuğunu kulağına dayadığında duyulan deniz uğultusuna benziyordu. Hiç bir şey söyleyememişti bunun üzerine iyi yolculuklar dışında. Rüyalarına giren o muhteşem denizlerden gelen uğultulara ,şerefe yapar gibi kahvesini kaldırdı gülümseyerek. Yaşadığı çağa uzak bir pencereden bakıp, olup biteni gözlemleyen çok akıllı bir kadındı Deniz. Bu hayattan ne istediğini ve ne istemediğini iyi bilenlerdendi. Ona baktığınız her farklı anda bambaşka biriyle karşılaşabilirdiniz. Şaşırtan insanlardandı. Konforuna düşkün olsa da sırdan bir mahallede, arabasız şekilde yaşayarak birçok kişiyi şaşırtıyordu mesela. Onun gibi güçlü, para kazanan kişiler böyle yaşamazlardı çünkü. Oysa onun hayatla alıp veremediği çok başkaydı. Henüz yaşamadığı, yanına bile yanaşmadığı ve belki de ömür boyu yaşayamayacağı olağanüstü, muhteşem, vazgeçilemez bir aşkı bekliyordu artık. İki yıl önce var olan düzenini alt üst edip, o aşkı bulmak ve mutlu olmak uğruna yola çıkmıştı artık. Bu heyecanlı kızda beklediği aşka dair ipuçları görmüş olabilirdi bu gülümsemenin altında yatan. Fark etti ama sorgulamadı!
Aradan geçen on beş gün boyunca sahipsiz bir neşe ile yaşadılar farklı şehirlerde. Birbirlerini aramamak için zor durarak. İpek biraz tuhaf gibiydi. Bu gece geri dönüyordu. Çok yorucu ve boktan bir gezi de olsa gitmek iyi gelmişti ona. Arada sırada İstanbul’dan uzaklaşmanın faydaları hakkında sınırsız teorileri olmuştu hep. Günün birinde gitmek ve bir sahil kasabasına yerleşmek gibi gayet sıradan bir istek birikiyordu yıllardır içinde. Gökyüzüne bakmak, sabah deniz kenarında yürümek gece deniz kenarında düşünmek istiyordu. Diğer binlerce kişiden farkı bunu çok yaşlanmadan yapmak istemesiydi. Hâlâ enerjisi varken hala üretebilecekken hala yaşamdan keyif alırken, daha fazla acı biriktirmeden.
Dönüş yolculuğu geceydi ,yağmurlu bir gece. Koltuğuna oturup yayıldığında Deniz geldi aklına. Dans ettikleri son gecede yarın akşam İstanbul’da buluşmak için sözleşmişlerdi. Heyecanlandı biraz gülümsemeye çalıştı ama olmadı. Uçak hareket etmişti ve tekrar gülümsemeye çalışmayacağını biliyordu.
Bulutlar üstü dünyasına çıktıklarında ise korkmaya başladığını fark etti, bu kez şimşekler görünüyordu yukarıda, bulutlar hızlı hızlı uçuşuyorlardı oradan oraya, darmadumandı ortalık. Fantastik anlatılarda doğaüstü güçlere sahip karanlık karakterlerin yaşadığı yerlere dekor olan bulutlara baktıkça, korkusunun iki katına çıktığını fark etti. Kendini yine istiridye gibi hissediyordu, bu kez ,kabuğunun içinde olmaktan dolayı huzurlu bir istiridye gibi. Bildiği, güvendiği sığındığı yerdi burası çünkü. Kabuğuna alışmıştı, yaşamının kurallarını biliyordu. Burada doğduğunu ve burada öleceğini düşündü. Daha önce de kabuğu kaldırmaya çalışırken kulağını dayayıp dışarıyı dinlediğinde gelen uğultuyu duydu yeniden. Hıçkırıklar duyardı bazen, çarpışmalar duyardı, kaostu dışarısı. Aklı olan kıpırdamazdı yerinden. Söylenenlerin doğru olma ihtimali içini acıttı. Bilinmeyene gitmek herkesin harcı değil miydi? Kabuk açıldığında nefes alamazsa ne olacaktı?
Aralıksız sorular gelip duruyordu aklına. İki elinin arasına aldı başını uçağın küçük camından bulutların korkutuculuğuna bir bakış fırlattı.
Heyecanla ve özlemle buluştular. Önceden kim oldukları önemli değil...
Ertesi akşam ilk kez yalnız buluşmuşlardı. Deniz yine ilk tanıştıkları gündeki gibi cıvıl cıvıldı. İpek durgundu biraz. Üçüncü kadehten sonra en az onun kadar keyifli olacağını düşünüp, kendini boğmamaya çalıştı. Havadan sudan konuşmalar rakıyla birlikte meze gibi akıp giderken İpek kendinden hiç beklenmeyen şekilde ve heyecanla ' Deniz ben kendimi erkeklere anlatmaktan çok sıkıldım galiba '' dedi. Deniz rakısını püskürtmeden içebilmeyi zar zor başardı bu lafın üstüne. Gülmeye başladılar ''Çok kez denedim bunu olmuyor ne yapayım, birçok ilişki bu zıtlıktan besleniyor olabilir, hatta toplum bunun üstüne inşa edilmiş dahi olabilir ama ben daha fazla yapamayacağım.'' diye devam etti. Gülüyorlardı ama Deniz'in kafası karıştığı yüzünden okunuyordu. Neyin var diye sordu İpek. 'İyiyim tatlım' diyerek geçiştirdi..
Garsonun muhabbeti bölmesiyle sigara içmek için küçük bir balkona çıktılar. Kar yağıyordu ama kışın en sıcak günüydü sanki gömlekle çıkmıştı ikisi de dışarı. Orada pek konuşmadılar bu kez içerde çalan şarkıyı dinlediler...
''eğer bu sevdaya sahip çıkmıyorsa bu dünya
sussun rüzgâr, solsun güneş, bitsin bu rüya
eğer gönüllerde sevgiye yer yoksa
aşktan söz etmeyi bırak dalgalara... diyordu şarkı
sussun rüzgar, solsun güneş, bitsin bu rüya.
İpek dün geceki yolculuktan kalma iç sıkıntısından tamamen kurtulduğunu hissetti masaya dönerken.
“İçimde anlamlandıramadığım bir korku vardı, senle konuşurken geçti sanki” dedi.
''Rakı her şeyi çözüyor ''diyebildi Deniz. Karşılıklı göz kırptılar aynı fikirde olmanın gururuyla.
Konuştukça konuşuyor saatlerce birbirlerini dinliyorlardı hiç sıkılmadan. Benzer şekilde bitmişti ikisinin de son ilişkisi. Bu yüzden, çok iyi geçiyordu karşıdakine cümleler. Deniz İpek'ten bir kaç yaş büyüktü. Hayata dair çok şeye hakimdi. Bu her halinden anlaşılıyordu. Bir kez daha O'na hayranlık duydu İpek. Kendini şanslı hissetti. Peki, bu çılgınca kendini anlatmak hali ne oluyordu?
Kısa bir sessizlik olup göz göze geldiklerinde ,
''Bence tekrar görüşmeyelim!'' deyiverdi Deniz.
İpek neye uğradığını şaşırdı. Ne hissedeceğini, nasıl hissedeceğini şaşırdı. Kelimeler ışık hızıyla çıkmıştı ağzından ve ne yazık ki zamanı geri döndüremeyeceklerdi.
Deniz bu geceden sonra onunla sadece arkadaş olamayacaklarını anlamış, onu tutkuyla öpmek için delirdiğini hissetmişti. Ya şimdi buradan çekip gidecekler ve birbirlerini tekrar görmeyeceklerdi, ya da korkmayıp akışa bırakacaklardı kendilerini. Pişman değildi söylediğinden, tekrar incinmek istemiyordu sadece.
İpeğin şaşkın suratını görünce korkunç bir kumar oynamış olduğunun farkında vardı. Durdu ve bekledi İpek'in tepkisini.
'Olmaz öyle şey !Hadi içeri girelim Deniz, üşüdüm' diyebildi İpek. Bu yok sayan tavır karşısında ne hissedeceğini anlamadı Deniz, ciddiye mi alınmamıştı yoksa karşısında sandığından daha zeki bir ufaklık mı bulunuyordu?
İpek ne düşüneceğini bilemediği için bu şekilde davranmıştı aslında. Onunla tekrar görüşmemek gibi bir saçmalığı kabul etmeyeceğini biliyordu. Yıllardan beri eksikliğini duyduğunu hissettiği bu duygunun öylece gelip geçmesine izin veremezdi.
Onlarla birlikte son kalan iki masanın müşterileri de aynı anda kalktılar gitmek için, onların daha konuşacak çok şeyleri olsa da balkondaki tuhaf olaydan sonra pek tadı da kalmamıştı buranın.
Oradan çıktıklarında konuşmuyorlardı çok, öylece yürüyorlardı tünel sokaklarında.
'Gel seni evine bırakayım' dedi Deniz. Başıyla onaylayabildi sadece İpek.
Orada beklemekte olan taksiye doğru yürümeye başladılar. Radyoda hüzünlü sözleri olmasına rağmen neşeli gibi duyulan yetmişlerden kalma bir pop şarkısı çalıyordu.
İpeğin sokağına gelmişlerdi, Deniz kendini, çok iyi bildiği bir oyunu kaybetmiş kumarbaz gibi hissediyordu ilk defa. Bu yenilgiyi kabul edecek ve hatta tekrar incinmektense bu yenilgiyi tercih edebilecek bir yüreklilikte. Bir an dönüp bir şeyler söylemek istedi ama hemen vazgeçti. Kusursuz bir sessizlik oldu radyonun da kapanmasıyla.
'İnmeyeceğim, sana gidebilir miyiz? 'diyen İpek'in sesi geldi arka koltuktan...
Etiketler: kadın