01/04/2021 | Yazar: Kaos GL
“Kadın SES’i” projesinin 9. Elçiler Buluşması’nda, Kaos GL’den Avukat Yasemin Öz ve gazeteci Yıldız Tar, İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılması ve bu kararın LGBTİ+’lar için yarattığı tehlike ve riskler üzerine konuştu.
SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nin, Operation 1325 iş birliğiyle kadınların sesini sosyal medyada yükseltmek amacıyla gerçekleştirdiği “Kadın SES’i” projesinin 9. Elçiler Buluşması gerçekleşti.
Proje, sosyal medyada daha çok kadının aktif olmasını sağlamak ve “Kadın SES’i”nin yükseltilmesi yoluyla karar mekanizmalarındaki kişiler üzerinde etkin olmayı, toplumsal cinsiyet, toplumsal barış ve sürdürülebilirlik, kadın yoksulluğunun azaltılması, kadına yönelik şiddet, kadının politikaya katılımı, iklim adaleti, medya özgürlüğü, kadın ve kız çocuğu mültecilerin sorunlarının giderilmesi gibi acil konulara ilişkin aksiyon alınması yönünde yaratıcı sosyal medya kampanyalarıyla farkındalık oluşturmayı amaçlıyor.
Kadın SES’i Elçilerinin her ay farklı bir konuyu tartışmak ve içerik önerileri geliştirmek için bir araya geldiği buluşmaların bu aykinde, avukat ve Kadın SES’i elçisi Yasemin Öz ve gazeteci Yıldız Tar, cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet ifadelerinin geçtiği maddeler gerekçe gösterilerek İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılması ve bu kararın LGBTİ+’lar için yarattığı tehlike ve riskler üzerine konuştu.
Yasemin Öz’ün konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:
“Kadınlarla, anarşistlerle, yeşillerle, muhalif kesimlerle, sendikalarla, insan hakları ağlarıyla, barolarla, çeşitli iletişimler ve ittifaklar kurmaya çalıştık. Meselenin eşcinsellere yönelik bir baskı olmadığının farkındaydık. Ataerkil, kapitalist, militarist, milliyetçi bir ülkede, bu zihniyeti ve bu sistemin bütün güçlü ve onları bir arada tutan bileşenlerine karşı bir demokrasi mücadelesi yürütüldüğünde, yalnızca LGBTİ+ haklarına odaklı, diğer ayrımcılık ve şiddet biçimlerini görmeyen bir yerden siyaset yapıldığında, başarılı olunamayacağını, mücadelenin ancak ittifaklarla mümkün olduğunu düşünüyorduk. Öyle yaptık ve zaman içinde ilerledik bu alanda. İttifaklar kurarak ilerledik ve LGBTİ+ haklarının duyulması ve tanınmasına doğru bir sürece geçtik.”
“Dünyayı değiştirenler, kendileri olmayı seçtikleri için dünyada olağanın dışında bir etki yarattılar”
“Şimdi geldiğimiz noktaya bakarsanız, barolarda komisyonlar kurabiliyoruz. Bunda dijital çağın çok etkisi var. Küresel insan hakları mücadelesinin çok etkisi var. Türkiye’de de dehşetli bir mücadele verildi. Ben bir ödül almıştım, LGBTİ+ hakları aktivisti olarak New York’ta. Oradaki konuşmamda şunu söylemiştim: “Gerçekten inanan birkaç kişi dünyayı değiştirebilir.” Buna içtenlikle inanıyorum. Hayatım bunun tanıdığıdır. Bütün o korkulara, LGBTİ+ kimliklerin en tabu olduğu zamanlara rağmen. Ben cesur değildim, ben bütün yaptığım her şeyi korka korka yaptım. Fakat dedim ki, ya korkarak şizofren bir hayat yaşayacağım, dışarıda heteroseksüel gibi davranıp anlaşılmasın diye ömrümü tüketeceğim ve ruhsal sağlığımın fiziksel yansımalarından bir hayat süreceğim, ya da korkuma rağmen kendimi var edeceğim. Ki dünyadaki bütün devrimciler, yani dünyayı değiştirenler, bence kendilerini seçtikleri için, inançlarını seçtikleri için dünyada olağanın dışında bir etki yarattılar ve bunun faturasını ödetmedikleri tek bir insan yoktur. Her değişiklik isteyen, mutlaka ki bunun faturasını öder. Ya kendiniz olmaktan vazgeçtiğiniz için fatura ödeyeceksiniz ya da kendiniz olduğunuz için size kesilen faturayı ödeyeceksiniz.”
“Ben böyle en karanlık günlerde bile şunu düşünürüm. Biz birkaç kişiydik, hiçbir olanağımız yoktu, maddi manevi hiçbir destekçimiz yoktu, hiçbir ittifakımız yoktu. Tersine bütün kapıların kapalı olduğu bir zamandan, İstiklal Caddesi’nden yüz bin kişinin katıldığı bir Onur Yürüyüşü düzenlemeye kadar geldik. Bugün o kapısını çalamadığımız TBMM’de LGBTİ+ haklarının milletvekillerince dile getirildiği, Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler, AP, Avrupa Komisyonu gibi uluslararası kurumların LGBTİ+ haklarına sahip çıktığı bir dünyaya evrilebildiysek, bu inancımızdan vazgeçmediğimiz ve göze aldığımız için oldu.”
“En büyük risk altında olan grup LGBTİ+lar”
“İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili KA.DER olarak büyük bir toplantı organize ettik. Orada ihtimalleri konuştuk. Avrupa Konseyi’ne üye 47 devlet var ve her bir devletin de Türkiye’nin istanbul Sözleşmesi’nden çıkılması kararına itiraz hakkı var. İtiraz edildiğinde ne olduğuna dair bilgi edinmeye çalıyoruz. Bizim devletler nezdinde savunuculuk yürütmemiz gerekiyor. Ben o anlamda karanlık görmüyorum. Velev ki gerçekten çıktık. Hayatımızda ne değişecek? Biz zaten bunların ağır baskısına maruz kalmıyor muyduk? Kadın hakları ya da LGBTİ+ hakları alanında bir şey yapacaklar mıydı? Hayır. Yalnızca bunu ilan ediyorlar. Çok tehlikeli bir adım attılar. Kendileri için de, ülke için de. Bu aldıkları risk kendilerine ve ülkeye nasıl dönecek göreceğiz. Bu yalnızca kadınlar ve LGBTİ+ haklarıyla ilgili değil. Aynı zamanda bu bir demokrasi ve insan hakları metni. Bu standartlardan uzaklaştıklarının ilan ediyorlar. Devletlerüstü kurumlar bunu kabul etmeyecektir.”
“Şunu söylemeliyim: LGBTİ+’ları gerekçe gösterebilmeleri, LGBTİ+’ların en büyük risk altında olduğunun, en gözden çıkarılan ve bunu rahatlıkla ilan edilebilen tek grup olduğunun göstergesi. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasıyla kadınlardan daha büyük bir risk altındayız. Bu bir tek İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığı için değil, İstanbul Sözleşmesi’yle bize ne hak verdiler de, ondan mahrum kalacağız? Mesele hükümetin, “Sen benim en rahat harcayacağım grupsun”u bu kadar pervasızca söyleyebiliyor olması. Riskin büyüğü burda. Açıkça hedef gösteriyor.”
“Hiçbir baskı yönetimi ilelebet değildir”
“Biz hiçbir şey kaybetmeyeceğiz. Elimizden hiçbir şey alamazlar. Çünkü zihnimizin içindekileri alamayacaklarını bir kenara bırakalım, biz doğru yolda ilerlediğimizi düşündüğümüz ve inandığımız şeyler için yaşadığımız sürece, kimsenin bizden alabileceği bir şey yok. Ama tabii ki hakkımızı sonuna kadar savunmaya devam etmeliyiz.”
“Ülkeler yıkılır, devletler değişir, hükümetler değişir, dünya tarihi çok şey gördü. Hiçbir şey ilelebet değildir. Hiçbir baskı yönetimi ilelebet değildir. Bir noktada toplumdan doğrudan ve iyiden kopan bütün yönetimlerin bir sonu olduğunu görüyoruz. Bugün İstanbul Sözleşmesi için yasal yollara başvururuz, lobicilik yaparız, Türkiye içerisinde kendi eylemliliklerimizi, tavrımızı gösteririz. Velev ki engelleyemedik, yarın bir gün bu sözleşme yeniden yürürlüğe konacak.”
Yıldız Tar’ın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:
“İstanbul Sözleşmesi ekseninde yürütülen tartışmada şöyle bir bilgi var: Orada bir toplum var uzakta ve uzaktaki toplum kendisinin dışındaki LGBTİ+ları istemiyor. Siyasetçiler oy kaybedeceğini düşünerek LGBTİ+lar ile ilgili bir söz söylemek istemiyor. Sivil toplum örgütlerinin, yer yer kadın örgütlerinin, “Bu konuya çok girmeyelim, tepki toplarız” gibi bir yaklaşımları olabiliyor. Hepimizin sahip olduğu bir önyargının sonucu bu. Hükümet de 2015 yılından beri bu önyargılara oynuyor. LGBTİ+’ları toplum tarafından asla kabul edilemeyecek bir grup olarak işaretliyor. Oysaki LGBTİ+ varoluşunun herhangi bir kabule, meşrulaştırmaya ihtiyacı yok. Zaten bu toplumun içinde olan hepimizin bildiği, bazen unutmayı tercih ettiğimiz, bazen kafamızı çevirdiğimiz bir gerçeklik.”
“Hükümetin net bir LGBTİ+ politikası var”
“Mesele, LGBTİ+’ların varlığından ziyade, LGBTİ+’ların bu topraklarda yaşayan diğer herkes gibi eşit haklara sahip olma mücadelesini yükseltmiş olması ve bir talebinin olması. O da dünyanın en basit talebi: Eşitlik. Anayasada eşitlik, yasalarda eşitlik, uygulamalarda eşitlik. Bu coğrafyada herkesin sahip olduğu haklara erişebilme meselesi. Ama 2015 yılından beri biz bu mücadelenin taş üstüne taş koyarak adım adım planlı bir şekilde uygulamaya konulduğunu görüyoruz. Hükümetin belli dönemlerde farklı organları ve farklı sözcüleri aracılığıyla LGBTİ+’larla ilgili kurduğu cümleleri birbirinden ayrı varsayıyoruz. Maalesef böyle değil. Keşke 2015 öncesi dönemde bizim hakkımızda bir politikalarının olmadığı bir dönem olsaydı. 2015 itibarıyla şu çok net: Hükümetin ve hükümetin kendisine göre tasarladığı devletin LGBTİ+ politikası var. O da LGBTİ+ düşmanlığı. Bu gündemi siyasal ve toplumsal olarak fobiyle ve ayrımcılıkla açıklamakta güçlük çekiyorum. Bütün bu söylemler, her biri sistematik olarak belli politikalardan besleniyor. Yeni politikalar getiriyor. Her bakanlık seferber edilmiş durumda.”
“Hükümetle sivil toplum örgütleri arasında LGBTİ+ politikası açısından bir asimetri var”
“Hükümet LGBTİ+ konusunda inanılmaz bilgi sahibi. Oturup politikalar geliştiriyor. Bilgi topluyor. Cahillikle ilerlemiyor. Bunun karşılığında sivil toplum örgütüleri, insan hakları örgütleri, yer yer kadın örgütleri, hala daha lezbiyen, biseksüel, transın ne olduğunu tartışma noktasındaysa, burada büyük bir asimetri var. Bu asimetriyi tersine çevirmek gerekiyor. Hükümetin LGBTİ+ karşıtlığında bilgi sahibi olduğu, Bizler ise LGBTİ+ politikaları konusunda öğrenmeye ihtiyaç duyuyoruz. Bu asimetriyi değiştirmediğimiz sürece, hükümetin LGBTİ+’lara saldırmasının önünde hiçbir engel yok. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, toplumsal tepki olmadığı sürece, herhangi bir kazanım elde etmemiz mümkün görünmüyor. İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasının ardından da ilk yapmamız gereken şeylerden biri bu sözleşmenin cinsel ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına karşı koruduğunu ve devletin bu sözleşme olsa da olmasa da, devletin korumak zorunda olduğunun savunulmasıdır. Bu asimetrik ilişki değiştirmenin yolu, meslek odaları, sendikalar, insan hakları örgütleri, kadın örgütleri, siyasi partilerin atacakları adımların anlık reflekslerle değil, hükümetin nasıl politikaları varsa bu cenahta LGBTİ+ haklarını korumak için politikaların olması, bunun merkezde yer alması gerekiyor. Onur Haftası’nda gökkuşağı yapmaktan çıkıp yılın senenin her zamanında LGBTİ+ gündem olması gerekiyor. İstesek de istemesek de hükümet yılın her günü LGBTİ+'ları gündem yapacak adımları atıyor.”
Etiketler: insan hakları, kadın, nefret suçları