28/09/2015 | Yazar: Deniz A

Barış İçin Kadın Girişimi ile sokağa çıkma yasağının ardından Cizre’ye gittik, barış aktivisti kadınlara izlenimlerini sorduk: Hendeklerin ardında yaşamın ve direnişin nasıl örüldüğüne tanıklık ettik.

Kadınlar Cizre’yi anlatıyor: Hendeklerin ardı yaşam! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Barış İçin Kadın Girişimi ile sokağa çıkma yasağının ardından Cizre’ye gittik, barış aktivisti kadınlara izlenimlerini sorduk: Hendeklerin ardında yaşamın ve direnişin nasıl örüldüğüne tanıklık ettik.

Bir ülke düşünün: Sokağa çıkmak yasak, çocukların ve yaşlıların öldüğü, kadınların zılgıtlar eşliğinde barış sesini yükselttiği için vurulup, öldüğü… Böyle bir ülke düşünmek aslında çok da zor değil; çünkü bizler aslında tam da böyle bir ülkede yaşıyoruz.

Şırnak’ın Cizre İlçesinde 4 Eylül saat 20.00'da ilan edilen sokağa çıkma yasağı 9 gün sürdü. 12 Eylül sabah saat 7.00 itibari ile kaldırıldı.

İlçede 9 günlük sokağa çıkma yasağının kaldırılması sonrasında Cizre deki hasar, ölümler ve ağıtlar ortaya çıkmış oldu. Aralarında yaşlı ve çocukların olduğu 22 sivil yaşamını yitirdi. 9 günlük sokağa çıkma yasağının ardından Cizre ilçesi savaş alanına dönmüş durumdaydı.

Barış İçin Kadın Girişimi’nin öncülüğüyle Türkiye’nin dört bir yanından kadınlar Cizre’ye gitti. “Zılgıtları Çoğaltmaya” ve “Barışın Savunucusuyuz” sözleriyle yola çıkan kadınlarla birlikte Cizre’de yaşananlara tanık olduk ve Cizre’deki kadınlarla buluşan barış aktivisti kadınlara mikrofon uzattık:

“Onlar anlattı, biz dinledik…”

Yeni Demokrat Kadın’dan Aslı Ceren Aslan: 9 günlük sokağa çıkma yasağı ile birlikte uygulanan devletin katliam politikalarında; kadınların devlet tarafından özne olarak alındığının bilinciyle ve kadın dayanışmasını örmek amacıyla Cizre’ye yola çıktık. Yola çıkarken hepimizin aklında nasıl kadınlarla daha fazla paylaşımda bulunabiliriz sorusu ve Cizreli kadınların biz, bizlerin Cizreli kadınlar olduğunu yansıtma endişesi vardı.

Cizre’ye vardığımız an ve 3 günlük süreç boyunca bu endişeden eser kalmadı. Taziye salonunda katledilenlerin aileleri ile buluşmamızda, mahallelerdeki sohbetlerimizde kadınların yaşadıklarını paylaşmaya ve anlatmaya o kadar ihtiyaçları vardı ki… Onlar anlattılar, bizler dinledik; acılarını paylaştılar, beraber gözyaşı döktük; ancak en önemlisi beraber “direneceğiz” dedik. Mahallelerdeki ziyaretlerimizde gözümüze hiç istisnasız çarpan kadınların yaşadıkları tüm acılara rağmen yılgınlığa kapılmamaları ve direnişi sürdüreceklerini her defasında ısrarla söylemeleriydi. Devlet tarafından evlerinden, topraklarından göç ettirilmeye çalışılan kadınların mücadelesi, dört duvar arasına hapsedilen kadınların o duvarları korurken bir yandan da yıktıklarının resmiydi bizim için. Evet, kadınlar evlerini, topraklarını korurken bir yandan da özgürleşiyorlar, sokaklarda direniyorlar canları pahasına.

Çocuklarını kaybeden “ana”lar, kardeşleri keskin nişancılar tarafından katledilen “abla”lar, sevdikleri polis tarafından işkenceye uğrayan “sevgili”ler… Hepsi bütün sıfatlarından arınıp kadın bilincini kuşanarak mücadeleyi seçiyorlar, ettiğimiz tüm sohbetlerden çıkardığımız bu.

Diğer yandan duvarları delik deşik olmuş evlerden “barış” sesleri yükselirken bunun da ancak direnişle olacağını defalarca ifade ettiler kadınlar. Devlet tankıyla, tüfeğiyle, tüm kolluk güçleriyle bölgeye saldırırken aksinin söylenmesini beklemek ne mümkün? Yaşanan bunca şeyin ardından “kiminle barış?” sorusunu tekrardan sormaktan alıkoyamadık bizler de kendimizi.

Kısacası Cizre’deyken katliama karşı direnişi, acıya karşı umudu tekrar ve yeniden hissettik-gördük.

Cizre’den ayrılırken kadın dayanışmasını bir nebze de olsa büyütebilmenin mutluluğu; Cizreli kadınların direnişlerine omuz verme, dayanışmayı daha da büyütme kaygısı hakimdi hepimizde.

“Delik deşik evler, duvarı indirilmiş bahçeler”

Lambdaistanbul’dan Gaye Özdemir: 3 gün burada yaşananlara tanıklık etmedik aslında, yaşananlardan sonrasına tanıklık ettik. Delik deşik evler, duvarı indirilmiş bahçeler, sokakları örten battaniyeler gördük. Nasıl tepkiler alabilirdik ki, gelen, gören, merak edebilen birileri var üstelik Batı'dan diye serzenişlerini huzura erdiren tavırları, tepkileri oldu. Daha fazlasını beklemek olmazdı diye düşünüyorum şahsen. Çocuklar fazla mutlulardı, onlar zaten taziye evinin bahçesinde oynayan küçük insanlar, neden evlerinin kurşunlandığını bilmedikleri gibi, neden geldiğimizi de bilmiyorlardı. “Cizre sizinle gurur duyuyor” gibi kalıp sloganlarla yetişkincilik oynuyorlardı. Biz de biraz çocukluk yapıp “yağ satarım bal satarım” oynadık ama usta da ölü o tekerlemede. Şahsen yetersizlikten başka bir şey hissedemedin. Temmuz'da Uğur Özkan'ın defni için geldiğimde, misafirperver sıfatının yetersiz kaldığı insanları tekrar sağlıklı bir şekilde görmek istedim. Henüz yaşayacak çok şeyi olan, abluka sürecinde yitip giden 21 canı ailesinden dinledik. Öz savunma konusunu konuşmaya şahsen içim el vermemişti, sanırım herkes için öyle oldu ki pek dillendirilmemişti. Abluka sürecinden önce silah, asker, askerî araç sevkiyatlarının normalden fazla olması halkı gayet güdüsel bir şekilde hazırlığa yönlendirmiş anladığım kadarıyla. Eğer Batılarda bir yerlerde aynılarını deneyimlemek zorunda kalırsak, Cizre'deki öz savunmayı kopyalayıp yapıştıramayacağız.

“Cizre halkı bize güç verdi”

Yeryüzü Kadınları’ndan İdil Dallı: Sokaklar, evler, yollar ilçenin her yeri 9 günlük sokağa çıkma yasağında neler yaşandığını çok net bir şekilde gözler önüne seriyordu, bizleri şaşırtan insanların bizlere hiç beklemediğimiz şekilde kucak açması oldu. Her giden belki bu cümleleri kuruyordur ve buradakilere sözlerimiz abartıyormuşuz gibi geliyor olabilir ama gerçekten bir katliam yaşamış, evleri kurşuna dizilmiş, kapılarının önünde öldürülmüş ve 9 gün boyunca yapayalnız bırakılmış bir halka göre çok fazla sevgi doluydular. Biz onların yaralarını sarmaya, dayanışmaya, destek olmaya gittiğimizi sanarken onlar bize dirayetleriyle ders verdiler. Çok güçlü bir halk Cizre halkı, kolay değil onca şeyden sonra gülebilmek, kucaklaşabilmek, hala barış diyebilmek. Cizre halkının bu iki uç durum arasında kurdukları denge en çok dikkatimi çeken şeydi.

Bu dengeyi Cudi mahallesindeki çocukların -Nebahat, Esma, Esra, Berivan- evlerini ziyaret ettiğimde daha net gözlemledim. Evlerine gittiğimde misafirliğe gitmişim gibi kahve içip, fal baktık. Çocukların halasının esprileri, gülüşmeler, kısmetler, yollar derken konu geleceği yere geldi. Kapının 10 metre ötesinde çuvallı hendekli barikat var, konu oraya elbette gelecekti. Anne anlatmaya başladı o günleri,  abluka zamanı dört aile gelmiş evlerine. Bir odaya doluştuk diyor, çocuklar ağlıyormuş “ölecek miyiz?” diye, su tankları patlatılmış, elektrik yok, kapıdan adımını atamıyorsun, keskin nişancılar sokakları gözlüyor. Anne anlatmaya devam ediyor, yasağın kaçıncı günü hatırlamıyorum, kapı çalınıyor adamın kucağında bir bebek, kulağı parçalanmış, yüzü kan içinde. Berxwadan Edin... Anne, Berxwadan'ı ilk görenlerden, komşularıymış. Eve koşmuşlar yardım için, anne Zeynep Edin yaralı halde, iğne olmadığı için öldü diyor anne, ambulans filan yok hastaneye götüremedik, kendi malzememiz de yetmedi diye açıklıyor. Berxwadan'ın annesi ve babaannesi öldü, o çocuk öksüz kaldı, ne oldu şimdi rahata erdiler mi diye çıkışıyor baştakilere. Sonra karşılıklı iktidarı eleştirip sinirimizi kusuyoruz. Evden çıkarken çok teşekkür ederiz, buralara geldiniz ne kadar yüreklisiniz diyorlar. Haketmediğim teşekküre ne diyeceğimi bilemiyorum. Olur mu öyle şey diye geveliyorum bir şeyler. Diğer gün taziye evindeyken kızlar geldi yanıma, Nebahat'in elinde bir kavanoz otlu peynir “Annem gönderdi” diyor, bir de ablasının yaptığı kolyeyi asıyor boynuma. Utanıyorum.

Sohbetin başıyla sonu Cizre halkının durumunu yansıtıyor; bir yanları gündelik sohbetleri devam ettirebilecek kadar hayata bağlı, bir yanları katliamın getirdikleriyle boğuşmakta. Gündelik hayatı devam ettirdikleri tarafı çok keskin bir şekilde ayırmışlar. Bu tarafları hayat devam ediyor, mücadele devam ediyor, sen keyfin esip katliam yaptın diye biz hayatımızı, aklımızı kaybetmeyeceğiz diyor. Bombalara, kurşunlara, içi kokuşmuş düzeninize karşı biz insan olmayı unutmayacağız, sevgi nedir size tekrar tekrar öğreteceğiz diyor. Diğer yanlarında ise yıllardır verdikleri mücadelenin bilinci ve tecrübesi var, üstlerine düşen her türlü sorumluluğu alıyorlar. 10 yaşındaki Nebahat'e okullar açılıyor haftaya değil mi dediğimde, “İlk hafta okula gitmeyeceğiz, boykot var” cevabını alıyorum. Bunlar Kürt halkının yıllardır verdiği mücadelenin sonuçları. Halk, gencinden yaşlısına artık devletin çıkar oyunlarına kanmayacak bilince sahip. Bu bilincin üstüne direnerek barış diyen, barışın bu topraklara gelmesini hepimizden daha fazla arzu eden, güçlü ve daha da güçlü olacak bir halk Cizre halkı.

“Hendeklerin ardındaki yaşam ve direniş”

KJA’dan Yeşim Keleş: Direnişe 3 gün tanıklık yaptık. Hendeklerin ardındaki yaşamın ve direnişin nasıl örüldüğüne tanıklık ettik. Dayanışmanın ve hayatta kalmanın aynı Kobane gibi onurlu barışın olmazsa olmazı olan özyönetim ve özsavunmanın muazzam iradesine ve kararlılığına tanık olduk.

Cizreye ilk vardığımızda ilçe merkezinde bizi bekleyen anneler ve kadınlar bizi coşkuyla ve sımsıkı sarılarak karşıladılar. Oradaki yaraların sarılmasında bu dayanışmadan tarifsiz güç aldım. Hakikatlerin çarpıcılığını Cizreli kadınlardan dinledikçe, yaşamsal alanlarının yıkımına şehadetlerin acısına rağmen, tek istem sadece “barış iradesi”ni ortaya koymaları oldu. Bu bir insanlık öğretisidir. Batının bu öğretiden alacağı çok şey olduğunu düşünüyorum. Batıda ve gezide yaşananlar Cizire ve Silopi'de yaşananların 10’da biri kadar değildir.9 günlük ablukada tüm yaşamsal fonksiyonların ve araçların engellenmesine rağmen kendilerini korumak savunmak ve yönetmek için devletin topyekun savaşına karşı halkın varlığı ile topyekun direnişi cevap olmuştu.

Sokak sokak, ev ev dayanışma ve birbirlerine tutunmaları örgütlü oluşları, özyönetimin ve kömünlerin inşası için tüm halkın kolektif irade göstermesi ve sahiplenilmesi bize de ışık tutan bu mücadele zalimin zulmune karşı batıda da kendi ifadesini bulacaktır. Bulması için de bu hakikati anlatmak aktarmak kalıcı ve onurlu barışın kadın eliyle mümkün olduğunu, olabileceğini göstermek zorundayız.

Onurlu ve kalıcı barış istemek ve barışı isterken ısrar ederken kendi hayatlarına sahip çıkmak, kendileri ile ilgili kararları kendilerinin vermek için özyönetimlerini kurduğu demokratikleşme taleplerine sahip çıktıklarını gördük.

Cizre’de çatışmanın en yoğun yaşandığı Nur, Sur, Yasef ve Cudi mahallelerinde öncelikle su depolarına klimalara ve gıda temini yapan dükkanlar hedef alınmış ve yok edilmiş. Tüm iletişim kanalları kapatılmış. Bir ailenin klimaları hedefledikten sonra “sıcaktan evde duramaz haldeydik, evden dışarıya çıktığımızda keskin nişancıların menzilindeydik: diye ifade etti. Yine bir aile “artık gıdamız tükenmiş ve ekmek bulmak için fırıncıya zorla fırını açtırdık ve kuyruk oluştu. Sıradayken vurulduk.” Keskin nişancılar tarafından katledilen 70 yaşındaki dedenin gelini ekmek almaya giderken “siz çıkmayın ben yaşlıyım, beni vurmazlar “ diyerek çıkıp katledilmiştir. Çocukların psikolojisi bozulmuş ve her an aynı durumu yaşamanın getirdiği gerginliği an be an yaşıyorlar. Sığınmak ve ölmemek için bodrum katlara 100 kişi girmeye çalışmış.

Bizi gördüklerinde çocuk yaşlı genç demeden sarılıp evlerine davet edip, olan sularını, aşlarını ikram ediyorlardı. Bizleri korumak için tehlikeli yerlerden geçerken, sürekli uyarıda bulunup “burası tehlikeli, buradan geçmeyin!” diyerek tüm çocuklar bize eşlik ettiler. Sürekli barış çığlığı ile zafer işareti yapan küçük parmaklarıyla bize güç ve moral ve umut oldular. “Bizlerde yalnız olmadığımızı gördük hissettik ve moral bulduk. Burada yaşananları gidin anlatın.  Burası bizim toprağımız evimiz ölsek de kalsak da, asla burayı terk etmeyeceğiz ve kendimizi korumak savunmak için buradayız” dediler.

Cizreli ve Silopili kadınların barışa olan inancı ve direnci oraya giden gören tanık olan herkese umut oldu. Ve “Erdoğan savaş istiyor. Edi Bese! Kimse ölmesin. Biz barış istiyoruz. Sadece onurlu ve kalıcı barış ve demokratik tüm haklarımızı istiyoruz. Kadınların eli barış elidir ve asla bu zulme boyun eğmeyecegiz” diyorlardı.

Her saldırıda daha da güçleniyoruz ve örgütleniyoruz...

Çocuklar artık korkmuyor! Her türlü vahşete tanık olmuşlar ve artık normalleşmeye başlamış. Kadının katılmadığı direniş ve devrimin başarıya ulaşmayacağını çok iyi biliyorlar ve Cizre’de kadınlar hep önde ve hep öncüler.

Mahallelerini sokaklarını evlerini ve kendilerini korumak için hem özsavunmalarını ki bu sadece hendek açarak ve barikatla değil bir bütün demokratik değerlerini korumakla da üstlenilmiş. Komünlerini meclislerini kurarak tüm kararlarını bu iradeyle alıp hayata geçiriyorlar. Öz yönetim uygulanmasının demokratik bir hak olduğu ve bunu tartışmaya da açıp pratik olarak nasıl yaşamsal bir gerçek olduğunu da tüm dünyaya göstermiş oldular. Kendilerini var ettikleri tüm kamusal alanlarını yeniden demokratik yaşamı inşa ederek burada yaşayan halkın kendilerini kültür dil eğitim, ekonomi, sosyal, politik her alanda bu talebi gerçekleştireceklerini söylediler. Hakları ve meşru bir talep olduğunu sürekli vurguladılar. Halk bir bütün olarak moral gücü yüksek. Verdikleri barış mesajı çok güçlüydü. Çocuklar bu savaşın içerisinde iyice politikleşmişler. Bir Kobane süreci yaşanmış ve burada birbirlerine ulaşmanın, dayanışmanın tüm imkanlarını yaratmışlar.92 sürecinde çocuk olanlar şimdi kendi çocuklarının da bu vahşete tanık olduklarını ve var olma direnişini büyüterek ablukayı kırmışlar. Ve 90’larda nasıl direndiysek bugün de daha örgütlü ve tüm gücümüzle direniyoruz, dediler.

Muazzam bir direniş örgütlülüğü kurulmuş. Zulüm her zaman vardı diyerek her katliam girişimlerinde kendilerini savunacaklarını ve topraklarını terk etmeyeceklerini söylediler.

Taziye evi acının en çok yaşandığı yer. Orası halkın kutsal yeri ve orada yaşanan ölümlere şehadetlere rağmen taziye sahiplerinin dik duruşu, kararlılıkları çok etkileyici ve çarpıcıydı.

Hiç bir saldırının halkın direnişini engelleyemeyeceğini çok net gördük.

Her yıkılan ve tahrip olan evlerin duvarlarında “yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz” yazıyordu.

AKP sivil bir katliama girişmiş ve demokratik ve meşru olan özyönetim ilanı şiddetle bastırılmak istenmiş. Cizre halkı gözaltı ve ölümlere karşı hendekler kazarak yaşamlarını savunmuştur ve halk cezalandırılmak istenmiştir. Ancak halkın buna karşı topyekûn direniş ile yine devletin çok kez yaptığı bu zulüm boşa çıkacaktır.

Bu bir açık savaş ve katliamdır. Nur, Yased, Cudi ve Sur mahalleleri enkaz  görünümünde. Orada hiç bir kadın bu 21 can için geri çekilmedi. Halkların bir sorunu olmadığı batılı kadınlara gösterildi. Sorun devlet ve rejim sorunudur.

Cizre yaralarını öz yönetimle saracak... Cizre yaralarını batıdaki dayanışmayla saracak... Cizre yaralarını batıdaki ses olmayla saracak. Cizre barış elini uzatma iradesini direnerek gösterdi şimdi, bu eli tutarak kalıcı barışı örmek ve güç katmak, ses olmak anlatmak ve sahiplenmek sırası bizlerde.

“Barış isteyenler daha çok ses çıkarmalı”

Adana Sosyalist Feminist Kolektif’ten Çiğdem G.D: Oldum olası savaş karşıtıydım, ergenliğimin sonundan beridir insana yaraşır bir hayatı savunan eylemlere katıldım. Ancak Cizre ziyaretimizde gördüklerim rahatımın çok yerinde olduğunu ve o rahatlıktan ödün vermemek için ne az şey yapmış olduğumu hissettirdi.

Yaşadıklarına bilgisayarlardan gazetelerden bakarken gözlerimin dolduğu insanların yanındaydım. Sofralarına oturdum, çay eşliğinde sohbetler ettik. Sokaklarda kapı önlerine çıkmış kadınlarla sarmaş dolaş olduk, ortak dil konuşamayan ağzımızdı ama gözlerimizde ve tüm bedenimizde konuşan ”barış- aşıti” dileklerimiz bizi birleştiriyordu. Acıları paylaştık, beraber güldük. Silah altında yaşamak neymiş, isyan nasıl sürekli olabilirmiş; direngenlik acıyı nasıl dönüştürürmüş, kaybedilenler yıllar yılı yürekleri nasıl kor gibi dağlarmış, özümsedim.

Döndükten sonra bir kaç gün ağladım durdum, öfkelendim, hiç anlamadığım Ahmet Kaya şarkıların neyi anlattığını sonunda anladım. Çünkü o gönül bağı kurduğum, gelip üçümüzü alıp götüren Hanife Ana’mız; selamlaştığım, sarıldığım ve sohbet ettiğim kadınlar, o güzel gülüşleri ile şaşırtan ve kalbimi kuş gibi hafifleten çocuklar orada, o şartlar altında kala kaldılar. Gerçi onlar yıllardır oradalar, yeni giden benim. “Paris tasarımlı”* kıyafetlerimizle onları ziyarete gittiğimizde bizi hiç garipsemeyen, rahatlığımızın onların çilelerindeki payını bize bakarken asla hissetmeyen, hissettirmeyen güzel insanlar. Rahat evimde ise unutmaya çok meyilliyim. İnsan çabuk alışıyor. İyi olmaya da, kötü olmaya da...

“Sadece kendiniz gelmediniz, adeta her şeyi getirdiniz bize” demişti bir bakkal. Askeri sevkiyat haberleri geliyordu bir yandan, çekimser bir şekilde ne kadar kalacağımızı sorarlarken gideceğimiz için suçluluk hissettik, çünkü ziyaretimiz aynı zamanda o darmadağın edilmiş hayatlarının bir süre kurcalanmayacağının güvencesiydi.

“Kimse bizi umursamıyor sanıyorduk” diye itiraf etti pek çok kadın. Geldiğimiz yerlerde gönlü orada olan, gelmek isteyip gelemeyen, yaşananlara karşı olan pek çok dostumuz olduğunu anlattık. Gönüllerine biraz olsun su serpildi. Ama her saldırı haberinde yeni korlar düşüyor gönüllere...

Özyönetim ile ilgili yerel sorumlulardan bilgi almak istedik. Ne yapmışlardı? Bu saldırıları yıllar sonra misliyle başlatan neydi? Ana akım medyanın deyişiyle, “bayrağı bölüyorlar” mıydı? Bölünmek mi, nereye dahil olmak, ne yapmak istiyorlardı?

Tüm ülke için toplumsal organizasyon modeli olarak öneriyorlar bir defa özyönetimi. Yerel kararların orada yaşayan insanların kendi ihtiyaçlarına göre verileceği, öncelik ve zamanlama kararlarına dahi dahil olabildikleri bir ŞEY bu “özyönetim”.

Protokol ve bürokrasiyi en aza indirip, her bir erişkin vatandaşın kararların oluşturulmasında pay sahibi olduğu, sokaklardan başlayan, mahalle meclisleri ile belediye düzeyine dek devam eden bir örgütlenme modeli. Buradaki gibi beş yılda bir yerel yönetimi seçip, sonra onaylamadığımız icraatlarla baş başa kalmışlar onlar da. Ama en ağır şekliyle yaşamışlar bunu da. O yüzden de, bugün Kuzey Avrupa ülkelerinde insanların toplumsallığını sağlayan, katılımcı yerel yönetim biçimi olarak uygulanan bu modeli burada öneriyorlar. “Geri” ve “bölücü” olmak dışında bir şey yakıştırılmayan insanlar, çok gelişkin bir modelle karşımızda duruyorlar.

Onlar gündelik kıyafetleri ile bizi ziyarete gelseler, sokaklarda bu kadar güzel karşılanmaz, bu kadar önyargısızca evlere, yüreklere kabul görmezlerdi. BU eşitsizliğin farkındalığı, bana yürünecek yolumuzun ne çok olduğunu anlatıyor. Ve acıların birden bitemeyeceğini...

Şiddet istemeyen, hayatlarına sakince ve mevcut imkanlarının el verdiği en iyi şekilde devam etmek isteyen bu insanlara saygı göstermeyi ve “BARIŞ!” çığlıklarını duymayı, “barış!” diye karşılık vermeyi öğrenmeliyiz. Öğrenmezsek, bayrağın bir ucunu çamurlu postallarıyla çiğneyenler biz, batıdakiler olacağız. Kendi yerel “yönetilememe” şekillerimize çözüm olarak bu “özyönetim” nedir, öğrenmeliyiz. Anayasa değişikliği önerileri dahi hazırlanmış, yıllarca çalışmanın ürünü olan bu yeni ve daha “uygulanabilir”, “sürdürülebilir” modeli tanımak, tanıtmak; toplumsal boyutta bu katliamlara zemin hazırlayan hak verme durumunu ortadan kaldırmak için mecburi görünüyor.

Orada, insanların gönülleri açık. Batıdaki gönüller aynaya bakmalılar. Barış isteyenler daha çok ses çıkarmalılar!


Etiketler: kadın
İstihdam