02/03/2012 | Yazar: Kaos GL
Clint Eastwood, Edgar’da ırkçı, eşcinsel düşmanı, komünist avcısı, hasta ruhlu’ bir kişiliği anlamaya çalışıyor. 48 yıl FBI’ın başında bulunan Edgar Hoover’ın hikayesi her haliyle ilgi çekici.
Hoover, başkalarının özel hayatlarıyla ilgili bilgi toplamak konusunda sınır tanımıyor dahası bunun ülkenin birliği, bütünlüğü, güvenliği için hak olarak görüyor. Eğer, toprak, bayrak söz konusuysa içdüşmanları önlemek için her şey mübah ona göre. Günümüzde bile işleyen bu düşünce için Hoover’a kızmak mümkün değil! Ve 1924’ten 1972’ye yani ölümüne kadar da fikri değişmiyor. Yıllar geçse de, rüzgar değişse de onun yöntemleri aynı kalıyor.
![]() |
Edgar J. Hoover’ı Clint Eastwood’un anlatması ise nereden bakarsanız bakın ilgi çekici. Keza, Eastwood kariyeri boyunca vigilante karakterlerle (kendi adaletini kendi sağlayan) özdeşmiş bir oyuncu-yönetmen. Onun, kanun içinde bile vigilante olabilen bir karakteri anlatması Eastwood’un sineması açısından da önemli. Sağ ideolojiden geldiği için zaman zaman sert şekilde eleştirilen ve maço karakterleriyle hatırlanan Eastwood’un sinemasında 90’larla birlikte daha liberal bir bakış görmek mümkün; filmografisinin son 20 yılında naif bir anlatıma sahip ya da sistemi eleştiren filmlerin ağırlıklı olduğunu söylemek mümkün. Eastwood, Edgar’da bu anlatımını sürdürerek ‘Irkçı, eşcinsel düşmanı, komünist avcısı, hasta ruhlu’ olarak bilinen bir kişiliğin çözümlemesine girişiyor. 48 yıllık bir iktidarın politik altmetinlerine fazla dokunmadan ama olduğu gibi göstererek Edgar’ın zihnine girmeye çalışıyor. Klişe tabirle Eastwood ‘onu anlamaya çalıştım’ demiş bir bakıma. Çünkü, Hoover 48 yıl boyunca yaptıklarının yanında özel hayatıyla da tartışılmış, ölümünden sonra hakkında birçok farklı şey yazılmış biri. Gerçekte ve kitaplarda yazılanları bir tarafa bırakırsak Eastwood’la birlikte çalışan senarist Dustin Lance Black burada önem taşıyor. Daha önce Harvey Milk’i yazan Black, Hoover’ın eşcinselliği konusunda Eastwood ile yaşadığı anlaşmazlığı şöyle açıklıyor:
![]() |
Black’in söylediklerinin yansımasını filmde bulmak mümkün. Hoover, annesinin otoritesi altında yaşayan biri ve annesinden eşcinsellikle ilgili işittiği azar onun eşcinselliğini bastırmasına yol açıyor. Hayatındaki bütün kararları annesinin etkisinde vermiş bir adam söz konusu. O yüzden ilk görüşte etkilenmesine rağmen sağkolu Clyde Tolson’la bir şey yaşayamıyor. Birlikte yaşayıp, yemeğe çıkmasına rağmen birlikte olamıyorlar. Black’in dediği gibi filmi izlediğinizde Hoover’ın eşcinselliğini bastırdığını anlamamak mümkün değil ve diğer yandan da Eastwood’un gözünden daha bariz bir şekilde görmeyi beklemek hayal olur. Tam da aralarında geçen konuşma gibi. Üstelik Hoover’ın hayatındaki birçok nokta hala tartışılıyorken. Zaten asıl soru şu: Cumhuriyetçilerin saygı duyduğu, Amerikan tarihinin en güçlü adamlarından biri mainstram sinemada ne kadar özgürce anlatılabilir? Muhafazakar ideolojinin güçlü bir halkası olan Hoover’ın zayıflıklıkları, acizlikleri, bastırılmış duyguları olduğu gibi aktarılabilir mi? Bu soruların cevabını az çok biliyoruz….
Antikomünist ideolojinin arkasındaki en önemli isimlerden Edgar J. Hoover, Eastwood’un elinde klasik bir anlatımla perdeye geliyor. 48 yıllık bir kariyer en önemli satırbaşlarıyla hikayeleştirilmiş ve Eastwood da ağırlıklı olarak Edgar’ın içdünyasını masaya yatırmış. Edgar’ın ‘muhteşem iktidarıyla’ birlikte yalanlarını, en zayıf anlarını, eşcinsel duygularını izliyoruz ama hepsini belli sınırlar dahilinde görüyoruz. Güçlü iktidarının altındaki zayıf adamı izliyoruz ama belirli ölçülerde. (Muhafazakar) Hollywood’un ‘anlamaya çalışma’dan anladığı ya da seyirciye lütfettiği derinlere inmemek olduğundan seyirci olarak çoğu şeye sadece bakmamız bekleniyor. Gayet normal.
Yönetmen: Clint Eastwood
Senaryo: Dustin Lance Black
Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Armie Hammer, Naomi Watts, Josh Hamilton
![]() |
(ntvmsnbc.com)
Etiketler: kültür sanat