04/06/2013 | Yazar: Murat Köylü

2 ay önce 2013 yılı raporunu AB Türkiye Delegasyonu’na yazılı ve sözlü olarak bildiren Kaos GL, bu kez Brüksel’de Türkiye’nin insan hakları ve demokratikleşme göstergelerini yorumladı.

Kaos GL AB’ye Türkiye İlerleme Raporuna İlişkin Görüşlerini İletti Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Kaos GL’nin katıldığı Brüksel’deki istişarelerde Türkiyeli sivil kuruluşlara Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü eşlik etti. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği alanında çalışan örgütlerden LİSTAG ‘ı ve SPoD’u temsilen Metehan Özkan görüşmelere katıldı.

2 ay önce 2013 yılı raporunu AB Türkiye Delegasyonu’na yazılı ve sözlü olarak bildiren Kaos GL, bu kez Brüksel’de Türkiye’nin insan hakları ve demokratikleşme göstergelerini yorumladı. Bununla birlikte, cinsel yönelimler ve cinsiyet kimlikleri arasındaki eşitlik ve sosyal adalet mücadelesine dair ülke gündemini AB Parlamentosu’ndan ve AB Komisyonu’ndan yetkililer ile paylaştı.

Kaos GL’yi temsilen görüşmelere katılan Murat Köylü şu görüşleri iletti:

·         Sıklıkla Hükümet tarafından AB üyeliğine toplumsal desteğin yüzde 35’lere düştüğü söylenmektedir. Siyasal iktidar, adaylık sürecini ve AB’deki ekonomik krizi iç politika malzemesi olarak kullanmakta, toplumsal algıyı buna göre yönlendirmeye çalışmaktadır. Geçtiğimiz aylarda Hükümet tarafından hazırlanan Türkiye’nin “Kendi” İlerleme Raporu buna bir örnektir. Söz konusu metin henüz İngilizce’ye çevrilmemiştir ve rapor olmaktan öte yüzeysel propaganda içeriği taşımaktadır. Metinde AB’nin yıllardır Türkiye tarafına yönelttiği birçok eleştiri ve talep tamamen görmezden gelinmiştir. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılık ve şiddet ile mücadele bunlardan biridir.

·         Son yıllarda AK Parti Hükümeti, iktidarının ilk yıllarında gösterdiği reform çabalarını ve çoğulcu söylemleri askıya almıştır. Ya da değişimi salt kendi politik önceliklerine göre belirleyerek sınırlandırmaktadır. 2000’li yıllardaki sosyal ve politik dönüşümler, yerini AK Parti’nin –ve Başbakan Erdoğan’ın- kendine ait muhafazakârlık anlayışını yasal, politik ve kültürel olarak topluma dayatma anlayışına bırakmıştır. Başbakan Erdoğan’ın liderliği pek çoklarınca “tek adam otoriterliğine” savrulmak ile eleştirilmektedir.

·         Böyle bir siyasi önceliklendirme ve iklim içinde kurulan ülke gündemi ve yapılan reformlar, temsil gücü zayıf toplumsal kesimlerin yararı için değerlendirilmemektedir. Lezbiyen, gey, biseksüel ve translar bu kesimler arasında yer almaktadır.

·         Suriyeli sığınmacılara gösterilen tavırdan mutlu olmak ve daha da iyileştirilmesini talep etmek ile birlikte, Türkiye Hükümeti’nden bu tavrı ülkeye sığınan tüm mülteciler için gerçekleştirmesini beklemekteyiz. Oysa Hükümet norm olarak insan hakları ve uluslararası hukuktan çok, “kardeşlik” ve “İslam bayrağı” gibi değer dünyasına dair unsurlardan referans almaktadır. Böylesine bir politik zihniyet tarafından, Türkiye’ye sığınan LGBT mültecilerin yaşam hakkı ihlallerine dek uzanan büyük sorunları, doğal olarak görmezden gelinmektedir.

·         Kürt Sorunu’na dair yıllardır beklediğimiz ve talep ettiğimiz “Çözüm Süreci”nin, tüm toplumsal kesimleri buluşturan bir “Barış Süreci”ne evrilmesi en büyük dileğimizdir ve yıllardır çalışmalarımızın merkezini oluşturmaktadır. Ancak yine, Hükümet’in insan hakları ve demokratikleşme gündemini salt bunları talep edenlerin siyasi temsiliyetlerinin gücü ve jeopolitik gündem üzerinden belirlemesi nedeniyle, LGBT’ler, diğer pek çok kesim gibi, yaşanılan yasal, politik ve kültürel dönüşümün özneleri haline gelememektedirler.

·         Güncel örnekler olarak, Başbakan Tayyip Erdoğan, Meclis Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya ve Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyesi Mustafa Şentop, çeşitli kereler LGBT’leri ayrımcılık ve şiddetten koruyacak yasal düzenlemelere AK Parti olarak kesin biçimde karşı olduklarını beyan etmişlerdir. Hollanda’da Türkiye kökenli bir çocuğun lezbiyen aile tarafından evlat edinmesini Başbakan Erdoğan “ahlaksızlık” çerçevesinde değerlendirmiştir.

·         Bugün AK Parti, sadece AB’nin değil Birleşmiş Milletler’in ve Avrupa Konseyi’nin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılıkla mücadeleye dair birçok sözleşme, deklarasyon ve raporunu görmezden gelmektedir.

·         AK Parti, ana muhalefet partisi CHP’nin ve BDP’nin, sivil toplum katılımı ile Meclis’e sunduğu yasa tekliflerini, soru ve araştırma önergelerini geri çevirmektedir.

·         LGBT’leri de kapsaması beklenen ayrımcılıkla mücadele ve nefret suçlarına dair yasalar hala beklemededir. Oysa sivil toplum platformları ve akademisyenler Hükümet’e bu yasalar ile ilgili ayrıntılı ve güncel yasa taslakları sunmuş bulunmaktadır. AK Parti, ayrımcılıkla mücadele yasası taslağından “cinsel kimlik” ibaresini çıkartmıştır. Çoğulcu demokrasiye dayanak oluşturacak bu temel yasalar yıllardır sivil toplum gündeminde yer alıyorken AK Parti, Reyhanlı saldırısı sonrasında, üç hafta içinde içki düzenlemesini apar topar parlamentodan geçirmiştir. Bu hamlesi, hala siyasi sorumluluğun üstlenilmediği Uludere Katliamı sonrası gündeme sokulan kürtaj tartışmalarına benzediği ölçüde kamu vicdanını ve siyasi etiği yaralamaktadır.

·         Yürürlüğe giren kadına yönelik şiddetle mücadele ile yabancılar ve uluslararası koruma gibi yasal düzenlemelere getirilen eleştirilerden bir tanesi, yine LGBT’leri kapsamamaları olmuştur. Yenilenen Askeri Disiplin Yönetmeliği’nde “homoseksüellik” yine “doğa dışı ilişki” olarak tanımlanmış ve meslekten men ile cezalandırılmıştır.

·         Türkiye Hükümeti’nin LGBT’lere dair herhangi bir sosyal politikası bulunmamaktadır. LGBT örgütleri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gibi doğrudan ilgili makamlar ile istişarede bulunma olanağı bile bulamamaktadır.

·         Türkiye mevzuatında cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği korunan kategoriler olarak geçmemekte, yukarıda bahsedildiği üzere siyasi iktidar da ısrarla gerekli adımları atmamaktadır. Bununla birlikte yargı ve adalet sistemi mevcut mevzuatı LGBT’ler lehine geniş yorumlamaktan acizdir ve Avrupa  İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadını içselleştirmemektedir.

·         Tam tersine, yasama ve yürütme organlarının LGBT’lere yönelik olumsuz ve görmezden gelen tutumları, yargıya ve adalet sistemine de ciddi biçimde yansımaktadır. Geçtiğimiz aylarda Yargıtay eşcinsel katiline yine “haksız tahrik indirimi” uygulayarak nefret ve önyargıyı ödüllendirmiştir.

·         Sivil toplum kuruluşlarının da takip ettiği üzere, LGBT’lerin öldürüldüğü vakalar, Türkiye mahkemeleri tarafından etkin biçimde soruşturulmamakta ve kovuşturulmamaktadır. Bu görev ihlali, benzer cinayetlerin temel tekrarlanma nedenlerindendir. Ev içi şiddet, akran zorbalığı, zorla tahliyeler ve mobbing LGBT’ler için diğer yıldırıcı ihlal biçimleri olarak sürüp gitmektedir.

·         Daha da kötüsü, böylesi bir ortamda mahkemeler, AİHM içtihatlarını ve Avrupa Konseyi normlarını ihlal ederek, LGBT’leri doğrudan hedef gösteren medyadaki nefret söylemlerini “ifade özgürlüğü” olarak ödüllendirmektedir. Mahkemelerin son dönemde verdikleri Fazıl Say ve Sevan Nişanyan kararları ise, ifade özgürlüğüne dair getirdikleri ideolojik kalıbı deşifre etmeleri açısından dikkat çekicidir.

Not: Bu görüşler paylaşıldıktan hemen sonra CHP’nin verdiği Meclis Araştırma Önergesi, BDP’nin de desteği ile parlamentoda tartışıldı. Önergeyi reddeden AK Parti’den söz alan milletvekili Türkan Dağoğlu, “konu ile ilgili bilgiye ihtiyacı olduğunu” da ifade eden konuşmasında eşcinsel yönelimi “normal dışı davranış” ve “toplumsal bozulma” olarak nitelendirdi. AK Partili Dağoğlu böylece, şu an Türkiye gündeminde yer almayan, “eşit evlilik” tartışmalarını istismar ederek, temel haklar arasında yer alan “ayrımcılıktan ve şiddetten korunma” taleplerini maniple etmeyi amaçlıyordu. 


Etiketler: insan hakları
İstihdam