19/11/2024 | Yazar: Kaos GL
Kaos GL Mülteci Hakları Programı, Türkçeye tercüme edilen öyküleri sizlerle paylaşıyor: “Ona adaleti çok gören bu dünyada, güvenebileceği tek şeyin kendisi olduğunu biliyordu.”
Kaos GL Mülteci Hakları Programı, 20 Eylül 2024’te Eskişehir’de Farsça konuşan mülteci LGBTİ+lar ile Hikaye Anlatıcılığı atölyesi düzenledi. Yürütücülüğünü öykücü, yazar Pelin Buzluk’un üstlendiği atölyede, katılımcılar dörder kişilik küçük gruplara bölündü. Ardından her katılımcı bir kağıda kendi seçtiği bir kelimeyi yazdı. Kağıtlar bir kasede karıştırıldı ve katılımcıların her biri kaseden bir kelime çekti. Grup üyelerince çekilen kelimeler ile grup hikayeleri yazıldı.
Türkçeye tercüme edilmesi zaman alan öyküleri Kaos GL Mülteci Hakları Programı sizlerle paylaşıyor:
Mahlas: Niloufar, Mehrab, Helma
Kelimeler: Mülteci, Kaybetme korkusu, Umut, Göç
Hava soğuktu. Güneşin alacakaranlığı kız kaderini belirleyecek zor günün başlamak üzere olduğunu gösteriyordu. Kızcağız, derisi yırtılmış eski bir bank koltuğunda oturuyordu. Bankın yanında sapı çürümüş bir bavul duruyordu. Sanki bavul da sahibinin o olduğunu anlatmak ister gibiydi.
Öylece deri koltuğun üzerinde oturup koltuğun yırtıklarıyla oynarken derin düşüncelere dalmıştı. Yıllar içinde kaybettiklerini düşünüyordu. Sadece emek verip elde etmek için çok çalıştığı şeyleri değil. Mesela o daracık sokağa bakan, küçücük pencereli o küçük evi veya yalnızlığını paylaştığı o kediyi. Hatta elde etme sürecinde hiçbir payı olmadığı halde yine de çok sevdiği şeyleri de düşünüyor, ailesi veya çocukluğunu geçirdiği o mahalle gibi.
O kadar çok şey kaybetmişti ki, artık kaybetme korkusuna kapıldığını hissediyordu. Hep bir korku ve stres içindeydi; acaba doğru bir karar mı veriyordu, yoksa yanlış yolda mıydı?
Ama düşündükçe, başka bir çare olmadığını da görüyordu. Yaşayabilmek için tüm umudu, göç etmekte saklıydı. Belki de sığınmacı olmak umudu diri tutmanın bir yoluydu. Dünyanın bir yerlerinde, güvenle soluk alabileceği bir sığınağın hala var olduğu inancı.
Ancak korku, kızcağızın bedenini bir deprem gibi sarsıyordu. Bilinmezliklerle dolu bir dünyaya adım atma korkusu, gurbet korkusu, karanlık korkusu, yalnızlık korkusu...
Düşüncelerinin düğümüne kapılmışken, 821 numaralı uçuşu duyuran havalimanı anonsu, bir cankurtaran gibi onu derin düşüncelerinden çekip çıkardı.
Mahlas: Adele, Baran
Kelimeler: Nur, Siyah, Huzur buldu, Sihirli
Büyülü siyah gecenin kalbinde her yer zifiri karanlıktı. Fakat uzaklarda, ağaçların arasından süzülen cılız bir ışık göze çarpıyordu.
Bu tuhaf ışık, adeta gizemli bir davet gibi onu kendine doğru çekiyordu. Her adımda, düşüncelerinin ağır yükünün hafiflediğini ve huzur dolu bir dinginlik hissetmeye başlıyordu.
Işığın kaynağına ulaştığında, gözleri hayretle doldu. Işıltılı gümüş dallara sahip, sihirli bir enerjiyle sarılmış kadim bir ağaç. Sonunda, orada, o büyülü ağacın altında huzuru buldu.
Mahlas: Behnaz, Foad
Kelimeler: Belirsizlik, Alacaklı, Rol Yapmak, Adalet
Vakit, gece yarısını geçmişti. Arash, geçirdiği uzun günün yorgunluğuyla yatağına uzanmıştı. Telefonunun ekranını defalarca yeniledi, kaydırdı. Ancak hiçbir haber yoktu. Ne onu rahatlatacak bir mesaj ne de endişelerini hafifletecek bir işaret vardı. Ev sahibi, alacaklılar ve birkaç arkadaşla bitmek bilmeyen konuşmalar yapmıştı belki aralarından biri ona yardım edebilir diye. Ancak tüm bu konuşmaların sonunda hep aynı cümle yankılanıyordu: “Üzgünüm, şu an sana yardımcı olamam.”
Arash, onu asla kabul etmeyen bir toplumdan gelmişti. Eşcinsel bir adamdı. Ancak tüm hayatını başkaları için rol yapmakla geçirmişti. Ailesi cinsel yönelimini öğrendiğinde bile, onu desteklemek yerine sadece sırtlarını dönmüşlerdi. Şimdi, bu acımasız dünyada kendine bir yer bulmak için yıllarca uğraştıktan sonra, sanki her şeyin elinden kayıp gittiği bir noktaya gelmişti.
Hayallerine ulaşmak için var gücüyle çabalıyordu. Aşçı olmayı düşlüyordu. Fakat masraflar, hayallerinin önüne devasa bir engel gibi dikilmişti. Yaşadığı yerde, onun gibi olanlara sunulan bir destek yoktu. Sadece maddi zorluklarından dolayı değil, farklılıkları yüzünden de dünya ona borçluymuş gibi hissediyordu. Ancak bu borç, sadece parayla değil; saygıyla, sevgiyle ve kendi istediği gibi bir hayat sürme hakkıyla da ödenmeliydi.
Kendi kendine düşündü: Neden hiçbir şey yolunda gitmiyor? Neden her şey bu kadar zor olmalı? Ancak kalbinin derinliklerinde biliyordu ki, hayat onun gibiler için her zaman böyleydi. Belirsizlik, omuzlarında ağır bir gölge gibi duruyordu. Geleceğinin nasıl olacağını bilmiyordu. Bu mali krizi atlatabilecek miydi? Bir gün toplum onu tam anlamıyla bir insan olarak kabul edecek miydi?
Duyguları kalbinde coşkun dalgalar gibi dönerken, içinde bir şey netti: Bir gün adaletin yerini bulacağına dair umudu. Belki bugün ya da yarın değil. Ama o kararlıydı. Yolunu bulacaktı, hatta tek başına savaşmak zorunda kalsa bile.
Yatağından kalktı ve mutfağa doğru yöneldi. Ellerini eski ahşap masanın üzerine koydu ve mutfak eşyalarına göz gezdirdi. Daha kat etmesi gereken çok yol vardı. Ancak ona adaleti çok gören bu dünyada, güvenebileceği tek şeyin kendisi olduğunu biliyordu. İçinden: “Bir gün her şey yoluna girecek” diye fısıldadı.
Mahlas: Eveleynn, Loich, Khashayar, Sajjad
Kelimeler: Yangın, Kedi, Hastane, Anne
Zorlu bir mültecilik hayatı yaşamasına rağmen, Laya hiçbir zaman hayvanlara el uzatmaktan vazgeçmedi; her zaman onların iyiliğini gözetti. Öyle günler olurdu ki, yalnızca bir parça kuru ekmeği kalırdı ama o ekmeği bile sokak kedileriyle bölüşmekten geri durmazdı. Şehrin tüm hayvan maması satıcıları onu tanırdı çünkü sık sık kediler için yiyecek ve su alır, eksiklerini tamamlamaya çalışırdı. Zamanla bu cömertliği öyle bir boyuta ulaştı ki şehir halkı ona "kedi annesi" demeye başladı.
Bir gün Laya’nın evi alevler içinde kaldı, her şey yanıp kül oluyordu. Ancak o, evinde doğum yapmış kediler ve yavrularını kurtarmak için tereddüt etmeden kendini ateşin içine attı. Onları güvenli bir şekilde dışarı çıkarmayı başardı, fakat yoğun duman yüzünden bayıldı ve bedenini alevlere bıraktı. Can çekişen bedeni hastaneye ulaştırıldığında, doktorlar onun yaşama tutunabileceğine dair pek umutlu değildi. Laya'nın ruhu, hastane yatağında yatan ağır yaralı bedenine bakarken yaşamdan vazgeçti ve kendisini ilahi bir ışığın çağrısına kaptırarak o ışığa doğru ilerlemeye başladı. Ancak tam o anda giysisinin bir yere takıldığını fark etti. Başını çevirdiğinde uzun zamandır beslediği hayvanların ruhlarını gördü. Onlar, Laya'nın arafa gitmesine izin vermemek için büyük bir kararlılıkla onu tutuyorlardı. Onların sevgisi ve vefası, Laya’yı bu dünyada kalmaya zorluyordu.
Laya’nın ruhu yeniden bedenine döndüğünde, ona bu olağanüstü deneyimini sordular. O da hayvanlarının nasıl kendisini bu dünyada tuttuğunu anlattı. Zamanla üçüncü ülkeye göç etmeyi başardı ve bunu, alevler içinden kurtardığı sokak hayvanlarına borçlu olduğuna inandı. Onun anlattıklarına kimse inanmadı belki ama bu Laya’nın kalbindeki yaşama dair umudu hep yeşertmeye devam etti. Kendi kendine sık sık fısıldardı: "Hayatta yaptığımız her şey, ne kadar uzağa fırlatılmış olursa olsun, bir bumerang gibi gün gelir bize geri döner."
Mahlas: İsimsiz
Kelimeler: Anka Kuşu, Havaalanı, Esaret, Beden
Azerbaycan'ın bir şehrinde doğmuştu Rasta. Büyüdükçe yaşıtı kızlardan farklı olduğunu fark etmeye başlamıştı. Ancak toplumun ve ailesinin üzerindeki baskın kültür nedeniyle, hiçbir zaman kendi kimliğini ifade edemiyordu. Her geçen gün, duygularını ve hislerini daha da derinlere bastırıyordu. Rasta, gerçek benliğini, yani cinsel kimliğini ifade etme ihtiyacı hissediyordu. Kendi kendine soruyordu kimi zaman: "Acaba hasta mıyım? Ruhsal ya da psikolojik bir sorunum mu var? Yoksa sorun bende mi? Neden böyleyim?"
Rasta üniversiteye başladığında, insanlara ve cinsel yönelimlere karşı bakış açısı genişledi. Bu dönemde kendisi hakkında daha fazla araştırma yapmaya başladı. İnternette aramalar yaptı, farklı kitaplar ve makaleler okudu ve sonunda anladı ki o bir “trans”. Bu farkındalık onu mutlu etmişti; artık kendini tanıyordu ve hayatını inşa edebilirdi. Ama nasıl? Farklı olduğunu, muhafazakar bir ailede ve ataerkil bir toplumda nasıl dile getirebilirdi? Ailesinin bu duruma vereceği tepki onu derin bir çıkmaza sokmuştu.
Yıllarca çabaladı, ancak ne ailesini ne de trans karşıtı toplumunu ikna edebildi. O, yanlış bir bedende doğmuş bir oğlandı. Hiçbir zaman bir kız rolünü tam anlamıyla oynayamadı. Ailesi ve toplum gözünde o sadece bir kızdı ve zamanı geldiğinde bir kız gibi davranmalıydı. Şimdi ise, ondan beklenen yeni bir rol vardı: anne olmak. Fakat o, ne ailesi için bir kız olabilirdi ne de bir başkasına anne...
Rasta artık ailesini ve toplumunu memnun etmek için rol yapamazdı. Gerçek kimliğini kaybetmek üzereydi ve bu, onu daha da içine kapanık ve depresif hale getiriyordu. Rol yapmaya devam etmek sadece ona zarar veriyordu çünkü aslında kendini kandırıyordu. Bu yüzden Rasta, bir Anka kuşu gibi kanatlarını çırpıp, yıllarca bedeninin, toplumun ve ailesinin esareti altında yaşadığı hayatını sonlandırmaya karar verdi. Böylece hayatını baştan kurabilecekti.
Bir an kendine geldi ve elinde bir valizle kendisini yabancı bir ülkenin havaalanında buldu. Rasta, artık gerçek bedeninde ve görünüşünde, yeni hayatına bir mülteci olarak başlamıştı. Yabancılık ve mültecilik ona huzur vermiyordu, sanki kendini daha İslamcı bir toplumun esaretinde bulmuş gibiydi. Ama yine de gerçek kimliğini bulmak için basit bir hayat kurmaya başlamış olması, ona umut ve mutluluk veriyordu.
Tüm transların beden ve ruh esaretinden kurtulup, trans karşıtı insanların olmadığı bir toplumda güzel bir hayat sürmesi dileğiyle. Gelin, kendi Anka kuşumuz olalım.
Etiketler: insan hakları, kültür sanat, yaşam