21/12/2021 | Yazar: Lilith
Lilith HB sordu, Onur Karaoğlu anlattı: Hayatım boyunca biriktirdiğim bir kuir hafıza var ve şu an ürettiğim işlerde de kuir konularla ilişki kurmayı seviyorum.
Pandemiden en çok etkilenen gruplar arasında sanat alanı çalışanları da yer aldı. Pandemi sonrasında galeri ve müzeler çevrimiçi platformlara taşınırken birçok sanatçı da dijital işlere ağırlık vermeye başladı. Bu yeni düzene kolayca uyum sağlayan sanatçılardan biri de Onur Karaoğlu. Tiyatro, video ve performans sanatı alanlarında yazar, oyuncu ve yönetmen gibi birçok rollerde yer alıp buraları kuirleştirme üzerine çalışmalar yapıyor. Ayrıca Boğaziçi Üniversitesi’nde tiyatro ve performans sanatının kesiştiği alanı inceleyen bir ders vermekte.
Geçtiğimiz aylarda atanan kayyum rektörü kabul etmeyen Boğaziçi hocaları, öğrencileri ve mezunları protestolarına devam ederken BÜLGBTİ+ Çalışmaları Kulübü de kayyum rektör tarafından usulsüzce kapatıldı. Onur Karaoğlu ile bu zor zamanlarda ürettiği “Altyazıyı Yüksek Sesle Oku”, “A Trans History Sung” ve “Komşum” üzerine konuştuk.
“Orada karanlığa kapılmamayı seçtim ben de”
Pandeminin başından itibaren hızlanan sanat alanındaki dijitalleşme sürecine uyum sağlamanız oldukça akıcı bir şekilde gerçekleşti. Pandeminin üçüncü ayında seyirciyi de dahil edecek bir proje ile, Altyazıları Yüksek Sesle Oku, karşımızdaydınız. Sizi buna hazırlayan etmenler veya başka işler var mıydı? Yoksa hızlı uyum sağlayan birisi misiniz?
Pandeminin başında kimse ne yapacağını bilemedi. Ben de Altyazıyı Yüksek Sesle Oku’yu ilk sokağa çıkma yasakları sırasında yapmaya başladım. Sonra bu iş, Haziran başında yayınlanmaya başladı ama uzun süredir benim pratiğimde olan bir şeyin devamıydı aslında. Ben hem seyirciyi araştırmayı hem de farklı disiplinlerdeki elemanları bir araya getirip onları birlikte denemeyi ve araştırmayı seven biriyim. “Altyazıyı Yüksek Sesle Oku” da kamerayı karşıma açıp hayali bir video karakter ile konuşurken onunla nasıl ilişki kurabilirim denemeleri üzerine yaptığım bir şeydi. Kendimi videoya kaydediyordum, videoda boşluklar bırakıp o boşluklara altyazı yazarsam seyircinin benimle konuşur gibi deneyimleyip deneyimleyemeyeceğini anlamaya çalışıyordum. Sonra birkaç video yaptım, beraber çalıştığım arkadaşlarıma gösterdim. Onlar da fikri sevdiler. Bunu hikayesi olan 13 bölümlük bir seriye dönüştürdük. Haziran'da Türkiye'de yayınladı, sonra Kasım’da Amerika'da Media Art Xploration Festivali benimle birlikte Amerikan versiyonunu yaptı.
Yapacak bir şey olmayınca kaçınılmaz olarak herkes evde ya kendi başına nasıl daha çok yaratıcılığını arttırabilir diye düşünecekti ya da o karamsarlığa kapılıp öyle kalacaktı. İki yol vardı ve ikisinden birini seçmek gerekiyordu. Orada karanlığa kapılmamayı seçtim ben de. Zaten her şey hiçbir zaman yeterince iyi değil. Bir de pandeminin karamsarlığından kendimi uzaklaştırmak, bu düşüncelerden, içinde bulduğum bu sıkışmışlık halinden kaçmak için bir yol oldu benim için. Sonra da devam ettim dijital işler yapmaya. Dijital işler yapmak zaten pratiğimin parçası olduğu için o kadar kolay hızla iş üretmeye başlayabildim sanırım. Bu işte, altyazıları okuyarak seyircinin videodaki karakterle etkileşimli bir performans yaşaması gerekiyor teknik olarak ama videoları yaparken izleyicinin kim olduğunu bilmiyorduk. O izleyicinin herkes olabilmesi gerekiyor. O noktada işin kuirleştirilmesine çok güzel bir alan açıldı diyebilirim. Amerika'da özellikle sorguladılar. Seyirci aslında bir karakteri oynuyor. Biz buna Amerikan versiyonunda X karakteri dedik, Türk versiyonu biraz daha karmaşıktı. O X kişinin cinsiyetsiz olması ne demek? Onun herkesle aşk yaşıyor olması ne demek? Mesela Türk versiyonunda benle de aşk yaşıyordu, Zinnure Türe diye bir oyuncu arkadaşım var, onunla da aşk yaşıyordu izleyici. Aşkın insanların sorduğu cinsiyet üzerinden tanımlanmıyor olmasını deniyor olmak; o diyalogları, o konuşmaları, o ilişkiyi seyircinin konumlandırmasını düşünüyor olmak işin biraz kuirleştirme tarafıydı. Bizim için kaçınılmaz yeni bir soru oluşturdu: Video seyirci kim? Video ile ilişki kurma süreci nasıl oluşuyor? O da bir araştırma alanıydı ve benim için hala devam ediyor kesinlikle.
Seyirciyi dahil edişte dili cinsiyetsiz hale getirmek özellikle İngilizce için düşündüğümüzde zor olmuştur.
İngilizcesi zor oldu. Orada daha fazla uğraşmak zorunda kaldık. Galiba bir kez X cümle içinde geçiyordu. O zaman da kaçınılmaz olarak "them" kullandık. O da bir şey söylüyor yani ama yine de böyle en "Okey" olabilecek şey oydu galiba diye düşünüyorum. Şu an bir yandan da bu işe nasıl devam edebiliriz onun yollarını arıyoruz.
“Günümüzde hayatımızı arşivlediğimiz yer gerçekten de sosyal medya”
Pandeminin karanlığına pencere açmak amacıyla yaptığınız bir başka proje “A Trans History Sung”. “Buraya bir trans tarihi şarkısı yazmaya geldik. Hoş Geldiniz” diye karşılamıştı Kübra Uzun. Ben bu tarihin sayfalarını merak ediyorum daha çok. Kübra'nın videoda gösterdiği kağıtlar ve onların üzerinde çeşitli notlar vardı. O kağıtlarda neler yazıyordu onu merak ediyorum.
O kağıtlar çok önceye dayanıyor aslında. Biz Kübra ile lise arkadaşıyız Kabataş’tan. O orkestranın solistiydi, ben de tiyatro yapıyordum ve beraber müzikli oyunlar yapıyorduk. İleride ikimizin de sanatçı olacağını bilerek o lise hayatını yaşamaya çalışıyorduk. Bir yandan da ikimize dair çok şeyi de biliyorduk, anlıyorduk, yol gösteriyorduk gibi. Sonra aradan yıllar geçti. Birbirimizin ne yaptığını biliyorduk, takip ediyorduk, konuşuyorduk. Geçen yaz yine pandemi zamanında Kübra'ya Volksbühne Berlin'de yapılacak dijital sezon için bir iş yapması konusunda teklif gelmişti. Next Waves Theather isimli bu sezonun bir manifestosu da vardı. O manifestoya cevaben bir iş üretmemiz gerekiyordu. Aslında çok düşünmedik ve şunu fark ettik: Kübra'nın kendisi bu iş ve onun konusu olabilir. Bu işi İstanbul'daki ağaçlar hakkında yapamazdık. Ne bileyim sokaktan geçen arabalar hakkında yapamazdık. Kübra'nın çok güçlü bir varoluşu var bence. O her şeyin merkezinde olmalıydı ve o noktada da düşünmeye başladık: Kübra'nın tarihi nedir? Ben de onu çok yakından, çocukluktan beri tanıdığım için bir müzikal performansa yöneldik. Şarkı söyleyerek, şarkı söyleterek yaşadığı ve yaşattığı şey aslında çok özeldir benim için de. Instagram canlı yayınında bir dijital performans olmasının uygun olacağına karar verdik. Kübra'nın o işi için açılan Instagram hesabını kapalı bir hesap yaptık. Performansı izlemek için oraya takip isteği yollayanlar o performansa bilet alıp gelmiş gibi oluyordu. Başta, 17 Kasım 2020’de, hesap tamamen boştu. Performansta Kübra Berlin’e gidiyor. Hesap bir performans olarak, Kübra'nın geride bıraktığı İstanbul'daki bugüne kadar geçen hayatıyla ilgili anıların, fotoğrafların ve metinlerin post olarak yüklenmesiyle oluşuyor. Aynı zamanda Kübra'nın canlı yayında bir saat boyunca anlattığı canlı bir performans var. Hatta biz kendi aramızda dalga geçiyorduk Yasemin'in Penceresi gibi bir şey oluyor diye.
Kağıtlar meselesine gelince aslında her şey planlanmıştı. Bir senaryoya göre ilerleniyordu. Onlar da Kübra'nın takip etmesi için penceredeki notlardı. Yani bir kısmını doğaçlıyordu ama bir yapı vardı orada. O yapıyı takip ederek ilerliyordu. Söyleyeceği bazı şeyler kağıtlarda gerçekten yazılıydı. Onları seyirciye de gösteriyordu. Yani burada görüyorlar ve Kübra da bunları gösteriyor. Gerçekten gerçek olduğuna inanamazsınız. Yani gerçekten bu işin kurmacasını da size gösteriyoruz. Yine de o gerçek etkiyi yaratıyor. Çünkü o hikayeyle çok sık karşılaşıyoruz. Kübra'nın anlattığı bir şeydi. Kübra zaten Kübra'yı, nasıl doğduğunu, sonra onunla nasıl vedalaştığını anlatıyor. Kübra'nın içine girip çıktığı dünyalar, karakterler, kişiler de bir sürü temsile dokunuyordu.
Günümüzde hayatımızı arşivlediğimiz yer gerçekten de sosyal medya, Instagram özellikle. Instagram'ı bunun için kullanıyor insanlar ve oraya dönüp bakıp hatırlıyorlar birtakım şeyleri. Bu yaşanmışlığı oraya bir şekilde bırakıyoruz ve o orada herkesin, hesabı takip eden insanların erişiminde olan bir tarihe dönüşebiliyor mu? Çünkü Kübra şunu da iddia ediyordu performansta “Ben bir anıt yaratıyorum”. Bir yandan da Kübra gerçekten yurtdışına gitmeyi düşünüyor. Türkiye'de zorlandığını söylüyor. Bunu her zaman konuşuyoruz onunla. Yani bir yandan çok seviyor çok üretken hissediyor burada ama bir noktada da gitme ihtimali olduğunu, gitme fikrini düşündüğünü biliyorum. Bu yüzden performansı oraya imlemek istedik. Performans, Kübra'nın ertesi sabah Berlin’e taşınmadan önce açtığı canlı yayın aslında.
İnanıp gerçekten Kübra’nın ertesi gün taşınacağını sananlar olmuştu hatta. Yayından sonra veda etmeye gelenler olmuştu.
Evet ama Kübra kendi hikayesine ihanet etmiyor. Yani ben sizi kandırdım gibi bir yerden değil. Bu olasılıkla yaşıyoruz. Bunun her an olabileceğini de biliyoruz. Buna dair konuşmalar planlar da yaptığını biliyoruz. Belki bir sene sonra olacak. Belki 6 ay sonra olacak. Ahlaki olarak ben de sorumlu hissettim. Yani biz onları kandırdık mı? Gerçekten insanlar inandı ve bu performansı bu kadar hissettiren şey o uçurumun kenarında olma hali. O kenara gelip her an düşebilirmiş olma hissi. Uçurumun kenarı Kübra'nın performansa başladığı an. Orada hissetmek çok tanıdık bir duygu. Onu yaşamak ile ilgili Kübra çok iknaydı bir yandan da. O şarkıları onun için söylemek istiyorum, o enerji ile söylemek istiyorum, o güçle söylemek istiyorum, diyordu. O da bir performanstı kaçınılmaz olarak.
Sonra da işte 17 Kasım’dan daha sonra 5 kanallı bir versiyonu 2 Aralık’ta Volksbüehne Berlin’in web sayfasında yayınlandı. Hâlâ orada duruyor. Orada hem postlar, hem canlı video, hem chat kısmı, hem de başka bir açıdan Kübra'nın devamlı göründüğü bir versiyonu var.
Belki başka yerlerde de gösterilebilir başka formatlarda gibi bir fikir de var. Ayrıca bu projenin bir de film versiyonu var şimdi. Bunun adı da A Trans History Sung olacak ismi sanırım. Yine Kübra'nın şarkılar söyleyerek İstanbul'da geçirdiği bir gün üzerine ve Kübra'nın müzikal kimliğini ortaya çıkaran bir hikayesi olacak onun da. O da yolda.
“Hayatım boyunca biriktirdiğim bir kuir hafıza var”
Kübra farklı Kübra’lara veda ediyor bu performansta. Peki diğer işleriniz de farklı Onur’ları mı anlatıyor?
Ben de kendi geçmişimden yola çıkıp iş yapmayı seviyorum açıkçası. Aslında gerçekle kurmacayı karıştırmayı seviyorum daha çok. Biraz da yaşım ilerledi artık. Bu yüzden kullanabileceğim hikâyeler de çoğaldı. Fakat kendimle ilgili iş üretmek demeyim ona. Sonuçta hayatım boyunca biriktirdiğim bir kuir hafıza var ve şu an ürettiğim işlerde de kuir konularla ilişki kurmayı seviyorum. Özellikle 5 senedir dönüp gözlemlediğim ya da kendimle ilgili olan şeyleri de işlerin içine çok çok koymaya başladım ama onların ne kadarı ben? Orada bir takım hayal gücü de işin içine giriyor ve o işin kendisi siz olmaktan çıkıyor. Yine de otobiyografik olan şeyin gücü daha fazla gibi geliyor bana her zaman. Bu çok kişisel bir tercih bir yandan da biliyorum. İş üretirken kimse bu olmalı diyemez ama bireysel bir tercih olarak ben kendi hafızama dönüyor olmayı önemli, daha motive edici buluyorum. Öyle olunca da galiba kendi işlerimde gördüğüm kendi böyle küçük yansımalarım daha fazla olmaya başladı gibi geliyor son zamanlarda. Bu aynı zamanda korkutucu bir şey de. Nereye gidecek bilmiyorum. Galiba şu anki yaşadığımız dünyadan uzaklaşmak için o geçmişteki kendi anılarımızı ve zamanı kullanıyoruz.
Through The Window’un ikinci online sergisinde 24 Haziran’da sergilenecek “Komşum” isimli işte anlatıcı kendisini Onur olarak tanıtıyor. Mesela oradaki Onur da Onur Karaoğlu mu?
O baya Onur Karaoğlu. Gerçek bir hikâye ve ben gerçekten on iki yaşımdaki o yaz boyunca bizim evin karşısındaki konfeksiyon atölyesinde çalışan çocuğu izledim. Yıllar geçti aradan ve ben kendimin kim olduğunu anladım. O noktada da gerçekten benim çaprazımdaki binaya bir lubunya komşu, Lütfi, taşındı. Lütfi’yi tanıyordum zaten ve bir yandan da çok ilham verici buluyorum. Çok seviyorum kendisini ve onunla beraber bir iş yapmak istiyordum uzun süredir. Yeni komşum Lütfi, böyle bir anı var kafamda, birlikte iş yapma fikri var ve böyle bir fırsat olunca da bütün hikayeler birleşti.
O yüzden mi sondaki diyalog kısmında ilk kez konuşuyor olmasına rağmen bir yandan da Onur’un hayatının her evresinde Onur ile beraber gibi?
Bir yandan geçmiş ama şu an ve işte koşullar bir şekilde bir araya gelince… Sistem artık otomatikman yaratıyor kendini ve iş olmak için geliyor bütün materyaller bir araya.
Bir yılda 3 tane iş görüyorum ve hepsinde farklı rollerde yer alıyorsunuz. Üretilen işlerin türü de yine çok çeşitli. Bunu nasıl başarıyorsunuz?
Mesela 15 Haziran’da Türkiye-Almanya ortak yapımı bir performans projesi var dijital olarak yayınlanmaya başlayacak. Onda da yazar olarak yer aldım. 15’inde dijital olarak açılacak bir web sayfası var bir performans projesi olarak. 3 tane kısa öykü yazdım ve öykülerden biri de bir hayaletin açılması (coming out) üzerine. Pandemi zamanında kimse tiyatroya gitmeyince tiyatroda yaşayan hayaletin başına birtakım şeyler geliyor ama sonunda tiyatro yıkılacakken tiyatroyu kurtarmak için insanlara açılıyor bu hayalet. İnsanları korkutup tiyatroyu kurtaracak güya. Orada da yazar olarak varım ve önüme çıkan olasılıklar farklı alanlarda işler yapma fırsatı yaratıyor hep. Bundan şikayetçi değilim. Kendime her şey demeyi daha çok seviyorum; yani orada yazardım, bu işte video yapıyorum, şu işte performans yapıyorum, tiyatro yapıyorum… Böyle farklı formlarda düşünebiliyor olmak bana iyi geliyor, çünkü farklı türleri birbiriyle kaynaştırabildiğimi düşünüyorum. Bu biraz pratiğimi ne olarak gördüğümle alakalı. Çok uzun süre tiyatrocu dedi insanlar bana. Çok rahatsız oldum bundan. Tiyatrocu olarak bilinmek istemiyorum. Bu özgürlük veriyor çünkü; bunu da yapabilirim, onu da yapabilirim... Onu da deneyeyim, oraya da gireyim, oradan da bir şey bulayım ve her şeyi yapınca da öğrenmek istiyorsun ve bu maymun iştahlılık değil. Araştırma gibi aslında. Araştırmanın devamlı sürecinin bir parçası olması anlamına geliyor bence.
Ben de sizi Onur Hoca olarak tanıdım aslında Boğaziçi Üniversitesi'nden. Peki Onur Hoca neler deneyimliyor? Oraya atanmış bir rektör var ve bu kişinin ilk yaptığı iş BÜLGBTI+ Çalışmaları Kulübü’nü kapatmak oldu. Özellikle bu kadar sık kuir alanında üreten bir sanatçı olan Onur Hoca neler deneyimliyor? Bu deneyimlerden de Onur Hoca’yla karşılaşacağımız bir iş olacak mı?
Tabii ki de olacaktır. Onu kontrol edemiyoruz. Ben 2001’de girdim Boğaziçi'ne. 2007'de mezun oldum. O zaman açıldım. O zaman kendimle ilgili çok şey keşfettim ve yaşadım. O özgürlüğü bulabildiğim alanın Boğaziçi olması çok da tesadüf değil. Yüksek lisans yaptıktan sonra Türkiye'ye döndüm ve yine Boğaziçi'nde ders vermeye başladım. 2013'ten beri Boğaziçi'nde ders veriyorum. Batı Dilleri bölümü altında performans ve tiyatronun kesiştiği yerde araştırmalar yapan bir güzel sanatlar dersi bu. Boğaziçi’nde ders verirken de 2013'ten beri bayağı vakit geçti. 8 senede o kurumun nasıl değiştiğini de bir yandan görüyordum ama sabit olan bir şey vardı. Öğrenciler hiçbir zaman değişmiyor. Ben kendimi öğrenciyken nasıl görüyorduysam öğrenciler de benim gözümde öyleler. Ben kendim bir illüzyonu yaşamıyormuşum yani öğrenciyken. Benim dersim güzel sanatlar dersi olduğu için de biraz daha ufku açık öğrencilerin gelmesi muhtemel olduğunu da düşünebiliriz ama yine de o özgürlük alanını ve onun getirdiği rahatlığı yaşıyor olmak çok değerli ve birçok yerden farklı. Üzülüyorum böyle olmasına ama mesela Ayfer Bartu Hoca şey diyordu “Akademisyenler inatçıdır, kolay vazgeçmezler”. Şu an olmakta olan bir süreç ve onun karşısında direnen bir grup var ve çok kolay vazgeçileceğini sanmıyorum. Bu direniş sırasında ne yazık ki her zaman olduğu gibi LGBTİ+’ları ön plana çıkararak negatif kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. Son dönemde geliştirdikleri bir strateji bu ama bence işlemedi de zaten. Evet birtakım kayıplar oldu. Birtakım kazanımların ortadan kalkması gibi bir süreç oldu ama süregiden bir duruş var. O duruşun çok geri adım atacağını düşünmüyorum açıkçası. O yüzden yani en umutlu olabileceğimiz şey bu bence şu an yaşadığımız yerde. Yapmamız gereken duruştan vazgeçmeyeceğiz biliyoruz. En azından o bize umut olabilir. O bize güven verebilir bir şekilde.
Kaos GL dergisine ulaşın
Bu yazı ilk olarak Kaos GL dergisinin Zor Zamanlar dosya konulu 179. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.
Etiketler: kültür sanat