11/04/2013 | Yazar: Murat Köylü

‘Denge ve Denetleme Olmadan Ne Parlamenter Ne Başkanlık Sistemi" konferansının ikinci oturumunun odak noktası ‘dikey kuvvetler ayrılığı’ oldu.

Kaos GL Derneği,  92 sivil toplum örgütünden oluşan üyesi olduğu Denge ve Denetleme Ağı’nın “Denge ve Denetleme Olmadan Ne Parlamenter Ne Başkanlık Sistemi” konferansına katıldı. Konferansın ikinci oturumunun odak noktası “dikey kuvvetler ayrılığı” oldu.
 
Doç. Cengiz Aktar, milletvekilleri Rıza Türmen (CHP),  Faruk Bal (MHP), Altan Tan (BDP) ve Yeni Anayasa Platformu üyesi Mehmet Uçum’un konuşmalarından ön plana çıkanlar şöyle: 
 
“Yatay kuvvetler ayrılığı” yasama, yürütme ve yargının klasik anlamda birbirlerinden bağımsız olmaları ve birbirlerini denetleyebilmeleri için amaçlanan egemen demokratik yapıyı ifade ediyor.
 
Katılımcı ve çoğulcu demokrasi için “dikey kuvvetler ayrılığının” da sağlanması gerekiyor. Dikey denge ve denetleme kuvvetleri arasında uluslararası kuruluşlar, yerel yönetimler, sivil toplum ve medya gösteriliyor.
 
Merkezi yönetimin idari veya siyasi vesayeti, yerel yönetimlerin “insan merkezli” politikalar geliştirebilmelerinin önündeki temel engel. Nitekim Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi ile Avrupa Birliği’nin yerindenlik ilkesini (yerinden yönetim - subsidiarity) gerçekleştirmek için çeşitli araçları var.
 
Türkiye, 1985 tarihli Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na 47 konsey ülkesi içinde en çok çekince koyan ülke: Tam 9 şerhi var.
 
Avrupa Birliği’ne tam üyelik için yukarıdaki Avrupa Konseyi Şartı’nı tanınması bekleniyor. AB’nin ulusüstü yapılarından Bölgeler Komitesi de yine yerindenlik ilkesi doğrultusunda yerel ve bölgesel politikalara danışmanlık yapıyor.
 
Belediyeler gibi mahalli idareler, dikey denetimin omurgasını oluşturuyor. Mahalli yönetimlerin, devlet ve parti merkezlerinden bağımsız olmaları, demokrasinin yaygınlaşması, şeffaflaşması ve kurumsallaşması için elzem. Böylece, yönetim süreçlerine sivil katılım ve denetim artıyor; bu, demokrasinin toplumsal kesimlerce sahiplenilmesini de güçlendiriyor.
 
Yerel ve bölgesel yönetimler, ulus devletlerin merkezileşmiş yasal-politik vesayetlerine dayalı egemenliklerinden kurtularak demokrasilerdeki anahtar rollerini yeniden kazanıyorlar.
 
Küreselleşme, insan – mekân – teknoloji ilişkisinin değişmesi, kültürün yeniden tanımlanmasını da beraberinde getiriyor. İnsan varoluşunu artık doğduğu kent ya da ülke değil, çok daha geniş ve çeşitli bir ilişkiler ağı üzerinden kimlikler belirliyor.
 
Ulus devletlerin egemenlik alanları, uluslararası hükümetlerarası kuruluşlar, yerel yönetimler ve özel sektör lehine giderek daralıyor.
 
Temsili demokrasilerin meşruiyeti sorgulanıyor. Oy ile sağlanan çoğunluk egemenliği değil, azınlıkların ve bireylerin etkin ve belirleyici katılımı norm kabul ediliyor. 
 
Yeni toplumsal aktörler ve özneler, yeni kamusal alanlar ortaya çıkıyor. Sivil toplum ve sosyal medya, yeni denge ve denetleme işlevi yükleniyorlar.
 
Bu bağlamda, yerel ve bölgesel yönetimler, özellikle azınlıkların kendilerini var ve ifade etmeleri için en uygun siyasi ölçekler. Çoğulcu ve katılımcı demokrasi, ancak yerinden politikalar ve yasama faaliyetleri ile kendisini insan merkezli kılabilir. 
  
Yeni demokrasi anlayışına göre yönetişim (governance), bir yöneten – yönetilen ikiliği değil, kuvvetler arası ortaklık ve işbirliği düzeyinde ele alınıyor.
 
Kamu yönetiminin (administration) yasama – yürütme – yargı erklerinin kendi aralarında dengelenmesi ve denetlenmesi anlamındaki “yatay kuvvetler ayrılığı” yeterli bulunmuyor. Yerel yönetimlerin, sivil toplumun ve azınlıkların tüm bu erkleri dengeleyebilmesi için, dikey kuvvetlerin bağımsız ve özerk yapılarının tanınması ve güçlendirilmesi talep ediliyor. Bu talebin karşılanma düzeyi, Türkiye’nin uzlaşma anayasasının “yeniliğine” de ayna tutacak.
 
Tüm bu tartışmalar ışığında, Türkiye’de geçtiğimiz sene sonunda yasalaşan Büyükşehir Belediyesi Yasası ile siyaset gündemindeki yerini koruyan “Bölge Mahkemeleri” ile ilgili gelişmelerin dikkatle takibi, sivil toplumun da öncelikleri arasında yer alıyor.    

Etiketler: insan hakları
nefret