13/12/2006 | Yazar: Yeşim T. Başaran

‘Kendime önermeye çalıştığım bu şey tabi, cümlecilik gibi yeni bir kimlik tanımı değil kesinlikle. Tek isteğim donmamak. Ne bir saniye sonrası için, ne bir saniye öncesi yüzünden. Hiçbiri, sadece donmamak istiyorum, bunun yolu yok mudur?’

‘Kendime önermeye çalıştığım bu şey tabi, cümlecilik gibi yeni bir kimlik tanımı değil kesinlikle. Tek isteğim donmamak. Ne bir saniye sonrası için, ne bir saniye öncesi yüzünden. Hiçbiri, sadece donmamak istiyorum, bunun yolu yok mudur?’

KAOS GL

Yeşim T. Başaran

Önceleri çok tatlı gelmişti edinilen kimlikler. Bir şiir ya da yazı okurken dersin ya, ‘hah, ben de işte hep bunu düşünüyordum, ne kadar da öneml, yaaa kadın nasıl da doğru yazmış’. Bir ‘klik’ sesi çıkar hani. Birkaç imge aniden ortaya çıkar zihnin bulutları arasından, yüzlerce yıllık yolculuklarının alıştıkları hızıyla. Biraraya gelir bu imgeler, o ses çıkar, ‘klik’ ve yaşam kesinlikle değişerek yeniden başlar. Kimlikler de böyle gelmişti bana önceleri, ‘klik’. ‘KimLİK’.

İlk ‘klik’ sesinin bu kadar tatlı gelmesinin nedeni, sırtlarına anlamları yüklenmiş, tozlanmış ve yolunu şaşırmış bu imgelerin birbirlerine kavuşmalarının yarattığı ve sunduğu yeni yaşam olanakları ve güç bela oluşmuş bu olanakların doğruluğunun güvencesini veren KimLİK tanımları olmalı. Korkma, bu KimLİKin bir adı var. Artık yalnız değilsin.

Kimlikler, onları edinen kişinin içini rahatlatırken, aynı zamanda bu kişinin çevresine de belli bir ferahlık dalgası sunar. Sorulara yanıt bulunmuştur. Yaşam olanakları artık bellidir. Ne kendisi ne çevresi, bu kişiyle kurulacak ilişki için düşünmek ya da yaratıcı olmak zorunda değildir. Yol çizilmiştir.

Neden ihtiyaç duyuluyor ve birçok insan kendine kimlik edinmek için çırpınıyor? Yaşayabilmek için önkabullere gerek var belki. İnsanları kendileri dışındaki her şeyden ayıran tenin içinde kaynayarak, fokurdayarak hareket eden, teni aşmaya çalışan bir şey var belki. Tenin dışından gelecek olanlara karşı meraklı ve korku dolu olan bir şey. Onu yatıştırmak ve varlığının devamlılığını sağlamak için sınırı belli bir anlamlar dizgesi oluşmalı belki.

Şimdiki zamanlarda bu sorun daha çok gelecek zaman ile ilgili gibi görünüyor. Anladığım kadarıyla bu her zaman böyle değilmiş, her zaman da böyle olması gerekmiyor. Ama şimdilik öyle gibi. Her şey bir saniye sonrası için. Her şey bir sonrası için. ‘Ah çok endişeliyim, ne olacak bu kızın sonu’. Tipik bir ebeveyn cümlesi mesela. Ya da sigorta şirketleri. Onlar da öyle değil mi? Birbirimizden bir saniye sonralar için taahhütler bekliyoruz, biz de taahhüt etmek istiyoruz bir şeyleri, bir sonraki saniyeye. En kolay yol, bir kimliğin taahhütlerine, teslimiyet olanaklarına sığınmak belki. Çünkü kimlikler, teslimiyetlerin haklılığının güvencesini veriyorlar.

Bir saniye sonrasını bilme ihtiyacı ile kolayca kendini kimliklere teslim eden insan, rahatlıyor. Etraftaki yaşam onun kimliğiyle çatışsa bile. Bu çatışmanın, varlığı bile kendi başına anlam yaratmaya, onun yaşamını yaratmaya yetiyor.

Kimliklerin gerçekten de bu kaba betimlemeye tekamül ettiğini varsaysak bile, bu kadar güç bir işe yaramaya yetemiyor kimlikler. Varlıkları, varlık amaçları ile, edinilme amaçları ile çelişebiliyor. İfadesini tamamen ya da kısmen bir ya da birçok kimlik üzerinden bulmuş bir yaşam, donuyor. İnsan içinde akacağı anlamları ararken aslında, içinde donacağı anlamlar yaratabiliyor, eğer yöntem kimlikler ise. Bulutların arasından sıyrılarak bir araya gelip sevinç dansı yapan imgeler, bir süre sonra tüm sevinç danslarının karşısında gözü hiçbir şeyi görmez birer despot kesilebiliyorlar. ‘Klik’ sesi, sonsuza kadar yankılanmaya başlıyor, aslında sadece bir sevinç anını, var oluşa yapılan bir övgü anını, gerçekliğe yaklaşma nidasını imlerken başlangıçta, tüm sevinçler, tüm övgüler donuyor ve yaşamla gerçeklik birbirinden kopuveriyorlar. Yaşam donuyor, kimlik akmaya başlıyor, olduğu yerde, kıpırdamadan.

Kimliğin başlangıcını, ‘klik’ sesini yaratan imgeler, kendilerini yaşamı kuran en nihai imge sanıyorlar çünkü. Çünkü haklılıklarının ifadesi ancak bu olabiliyor. Bir saniye sonrasını kurma şeklimiz şüpheye yer vermek istemediğinden, onlara ancak nihai imgelerse güvenebiliyoruz. Yaşamın kendisinin nihailik gibi bir derdi olmamasına rağmen, nedense onu bir saniye sonralar üzerinden, nihailikler üzerinden kurabiliyoruz. Yaşamın neden nihailik beklentisi olsun ki? Belki farklı niteliklerdeki tenler yaşamı böldüğündendir.

Tarih içinde varlıklarının kimlikleşmesi sanayileşme sonrasına denk gelen cinsel yönelim kimliklerini ele alalım. İsminin konmasına bile ihtiyaç duyulmayan heteroseksüel yönelimin diğer yönelimlere egemen olması, onlara yaşam olanağı bırakmaması, diğer yönelimleri kimlikleştiriyor. Çünkü hetero olmayan cinsel yönelimler, bu egemenlik boğuntuları arasında haklılıklarını kendilerine bile kolay kolay kanıtlayamıyorlar. Tenler birbirlerinden o kadar kopuyor, tenlerin içindeki yaşam birbirinden o kadar yalıtılıyor ki, bireyler donmuş, sabitlenmiş bir haklılık tanımına ihtiyaç duyuyorlar. Bir kilo cinsel yönelim kimliği edinebilir miyim? Ama haklılığıyla birlikte, lütfen. Bu haklılığı gettolar, idareten bahşedilmiş hoşgörüler sağlıyor.

İnsanın, doğanın, tüm varlıkların ancak ekonomik mübadele içerisindeki yerleri ile anlam kazanabilmelerinden, üretimin yaşamsal ihtiyaç için değil üretimin kendisi için gerçekleşmesinden hiç hoşlanmayan bir birey, bir ‘klik’ sesi duyup, nihai kimliğini edindiğinde, kapitalizm içerisinde işlevi olacak bir yaşam yarattığını hiç mi fark etmez? Kimlik dondurur, donukluktan başka bir yaşam çıkmaz ki!

Edinilen kimlikleri istemediğimiz durumlar ortaya çıkarıyor galiba. Bir şeyi sevmiyoruz ve onun dışında bir yaşam olduğunun güvencesini veren başka bir şeyin içinde donup kalıyoruz. Oysa kimlikler yerine cümlelerimiz olsa, soru işaretli, ünlemli, noktalı, üç noktalı… Kimliklere duyduğumuz ihtiyaçları karşılayacakları gibi, varlık gerekçelerini de yok saymazlar. Çünkü cümleler akabilir, evrilebilir, yenilenebilir. Soruya dönüşür, yanıta dönüşür; gün gelir sadece üç noktadan ibarettirler, gün gelir binlerce satırlık cümlelerden oluşabilir anladıklarımız, karşı çıkışlarımız ve yaratma çabalarımız.

Cümleler sormaya, anlamaya, dönüştürmeye olanak tanırlar. Cümleler nihai olmadıklarını bilirler, anlık ‘klik’ sesi ile yetinirler. Çünkü ‘klik’ nihai beklenti değildir. Nihailiğin kendisi beklenti değildir zaten. Burdaki ‘klik’, cümlelerde bir yenilenme, bir eklenme, bir ayma, bir eksilme, bir kopma oluşması demektir, dönüşmek için, akmak için.

‘Nasıl cümleler kurabilirim?’ Örneğin bu cümlenin kendisi, insanı dondurmaz, varlığın yaşamın akışına dahil olma çabasını göstermesi açısından tek başına bile oldukça değerlidir.

Nasıl cümleler kurmalıyım? Anlamak için cümleler kurmak istiyorum. Bir cümlenin, bir sonrakine yol açmasını istiyorum. Çözümleme yeteneğimi geliştirmek için cümleler kurmak istiyorum. Çözümlediklerim beni ve etrafımı dönüştürsün diye cümleler kurmak istiyorum. Yaşamın akışına karşı çıkan her şeyi tersine çevirmek için cümleler kurmak istiyorum. Hiçbir şeyi birbirinden kopuk görmemek için cümleler kurmak istiyorum. Kategorilere boğulmamak, sadeleşmek ve sadeleştirmek için cümleler kurmak istiyorum. Donmamak için cümleler kurmak istiyorum.

Bu cümleler kimliklere dayanmamalı. Kimliklerin ispatı için değil, bizi kimliklerden başka hiçbir şeyimiz olamaz hale getirmiş kurumsal ilişkilerin çözümlenmesi ve dönüştürülmesi için kurulmalı cümleler.

Heteroseksizme karşı cinsel kimlikle var olmak yerine, kendimce kurduğum, arasıra oynayıp bozduğum cümlelerin aşağı yukarı halini paylaşmalıyım şimdi, yazdıklarım çok soyut kalıyor çünkü, hiçbir şey ifade etmeyebilir. Örneğin en sevdiğim cümlelerden; ‘anlaşılması gereken eşcinsellik değil, heteroseksizm!’ Ya da belki heteroseksüelliğin egemenliğine zarif bir darbe; ‘heteroseksüeller de bir cinsel yönelime sahip olduklarını görmeliler, çoğunluk bunun farkında değil, çünkü bu cinsel yönelim o kadar egemen ki hala kendini tanımlamıyor bile’. Heteroseksizmin karşısında durmak için eşcinsel olmak zorunluluğu olmadığı gibi, heteroseksüel olmamak da heteroseksizmin karşısında durmayı zorunlu kılmıyor. Çünkü egemenliği ortadan kaldırma niyeti olan şey cinsel yönelim kimliklerinin kendiliğinden varlıkları değil, heteroseksüelliğin egemenliğine karşı yaratılan her tür eylem ve düşüncedir.

Ya da ‘feministler evlenir mi evlenmez mi?’ gibi kimliğe dayanan bir cümle kurmak yerine, ‘toplumda karşılaştığımız sorunları çözmeye çalışmak yerine kaçmak için eşler halinde, sevgililikler halinde yaşıyor olmayalım sakın?’ sorusu daha açımlayıcı olmaz mı? Ne de olsa eşler birbirlerini onarlar, pilleri bitene kadar. ‘Çiftler halinde biraraya gelmiş, birbirinden korkan, birbirine güvensiz insanlardan oluşan toplumsal sistemin devamlılığından ataerkilliğin ne çıkarları var?’ sorusu yeni cümleler kurmaya, yaratmaya açık bir cümle.

Kendime önermeye çalıştığım bu şey tabi, cümlecilik gibi yeni bir kimlik tanımı değil kesinlikle. Tek isteğim donmamak. Ne bir saniye sonrası için, ne bir saniye öncesi yüzünden. Hiçbiri, sadece donmamak istiyorum, bunun yolu yok mudur? Donmadan yaşamanın zor olmasının nedeninin, tek başına zorunlu işlerimizden ya da pek çok zorunluluğu beraberinde getiren şehirlerimizden kaynaklandığını düşünmüyorum. Bunları yaratmış olan tüm yaşam ideolojilerinin, tarih içerisinde biriktirdiği bir şey bu. Şehir ya da iş tek başına dondurmuyor. Şehri yaratan süreç ve şehrin anlamı belki. İş tek başına dondurmuyor insanı. İşi bu hale getiren süreç ve işin anlamı belki.

Kimliklere güvenmek yerine, cümlelerle uğraşmak, koptuğumuz yaşama geri dönme çabası değil mi? Böyle dönülür belki.

Bu kadar satırı, bu dergiye neden yazma gereği duydum ki? Bilmem. İnsanların tartışmalarında birbirlerine ‘sen ne biçim anarşistsin’ dediklerini, ‘ama ben anarşistim’ dediklerini çok duyduğumdandır. Kimliğe dayanarak kurulmuş bu cümleler, yıllarca birikmiş düşünce ve eylem yaratılarından feyz alıp devam etmek yerine, onları bir çukura gömmek olmuyor mu?


Kaynak: Mecmua Dergisi

Etiketler:
İstihdam