19/07/2011 | Yazar: KAOS GL

Sendikalar grev hakkını, meslek odaları ve üniversiteler özerk yapıları, bazı dernekler farklı cinsel eğilimlerin anayasa metninde yer almasını aynı haklılıkla savunabilir. Taleplerin yer alıp alamayacağı ya da ölçüsü ise siyasal mücadeledeki güç dengesiyle belirlenir.

Kırmızı Çizgiler Olmadan Anayasa Tartışması Yapılmaz! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Sendikalar grev hakkını, meslek odaları ve üniversiteler özerk yapıları, bazı dernekler farklı cinsel eğilimlerin anayasa metninde yer almasını aynı haklılıkla savunabilir. Taleplerin yer alıp alamayacağı ya da ölçüsü ise siyasal mücadeledeki güç dengesiyle belirlenir.
 
Ankara Üniversitesi SBF’den Murat Sevinç yazdı
 
Toplumsal uzlaşma, elbette bir hukuk düzeninin meşruiyeti ve işleyebilmesi için gerekli. Ancak Türkiye’de yeni anayasa için gerekliliği savunulan uzlaşma, neredeyse tüm siyasal/toplumsal farklılıkların yok edilmesini salık verir türden
 
Türkiye’de herkesin dilinde ‘yeni anayasa’ var. İnsanı bunaltan, hummalı ve bir o kadar coşkuyla dile getirilen bir kavram halini aldı anayasa. 1940’ların ‘demokrasi’si gibi; tapınılan, her derde deva bir kavram. Böylesi zamanların bazı kaçınılmaz sonuçları oluyor. Örneğin “Yeni anayasa gerekli mi?”, “Gerekliyse, neden gerekli?”, “Anayasalar sorunlara hangi araçlarla çözüm üretir?”, “Sıradan bir TBMM çoğunluğu, kurucu iktidar vasfını taşıyabilir mi?” sorularının dile getirilemediği bir ortam yaratılırken, herkesin yeni bir anayasanın gerekliliğine iman etmesi bekleniyor. Bilimsellikle, anayasacılıkla, anayasacılık tarihiyle ilgisi olmayan temelsiz bilgi kırıntıları ortalığa saçılıyor. Bu sağlıksız ortamın bir diğer sonucu da ‘uzlaşma’ sözcüğüne yüklenen anlam. Toplumsal uzlaşma, elbette bir hukuk düzeninin meşruiyeti ve işleyebilmesi için gerekli. Ancak Türkiye’de yeni anayasa için gerekliliği savunulan uzlaşma, neredeyse tüm siyasal/ toplumsal farklılıkların yok edilmesini salık verir türden. Örneğin, “Herkes kırmızı çizgilerini bir yana bıraksın” deniliyor. 

Böylesi bir düşünce bırakın Türkiye’yi, Batı anayasacılığına da yabancı. İdeolojisiz anayasa isteniyor. Bu talebin kendisi ideolojik çünkü ideolojisiz insan olamayacağı gibi anayasa da olmaz. Haliyle, milliyetçiliğin hukuk metinlerindeki yansımalarını temizlemek ancak başka bir ideolojik tercihle mümkün olabilir. Örneğin, ideolojisizleştirme denildiğinde Anayasa’dan ‘özel mülkiyet’ ya da ‘özelleştirme’ye dair düzenlemeleri kaldırmak kast edilmiyor. Ya da ‘kısa anayasa’ gibi literatüre katkı mahiyetinde anormallikler gündeme geldiğinde anlatılmak istenen, muhtemelen pek çok konuyu ilke düzeyinde ele alıp ya da anayasadan çıkarıp TBMM’nin ‘iki dudağının arasına’ bırakmak. Peki bu tercihin kendisi ideolojik değil mi? Anayasaların uzunluğu ya da kısalığını belirleyen ülkelerin gereksinimi, geleneği ve siyasal mücadelenin geldiği noktanın niteliği değil midir? Sorun, yeni anayasanın yapılıp yapılmaması meselesi değil. Herhalde hiç kimse 1982 Anayasası’nın ardından göz yaşı dökmez. Asıl sorun, bir anayasa tartışmasının, anayasacılığın kendi tarihi ve terminolojisi tümüyle dışlanarak ve sanki herkesin evet diyebileceği bir metin hazırlamak mümkünmüş gibi sunulması. Ve hatta daha da büyük bir sorun, sürekli olarak anayasadan söz ederek, aslında anayasa metniyle ilgisi olmayan pek çok siyasal çatışmayı anayasadan kaynaklanıyormuş gibi göstermek. 

Kırmızı çizgiler 
Öncelikle: Kırmızı çizgiler olmadan bir anayasa tartışması yapmak olanak dışıdır. Buna olsa olsa, ‘yüreğinin götürdüğü yere git anayasacılığı’ denilebilir ki, pek örneği yok. Bir parti için türban, diğeri için üniter devlet, bir diğeri için bölge meclislerinin kurulması vazgeçilmezdir. Sendikalar grev hakkını, meslek odaları ve üniversiteler özerk yapıları, bazı dernekler farklı cinsel eğilimlerin anayasa metninde yer almasını aynı haklılıkla savunabilir. Taleplerin yer alıp alamayacağı ya da ölçüsü ise siyasal mücadeledeki güç dengesiyle belirlenir. Anayasacılıkta başarılı olan ülkelerin bir ortak özelliği, iktidarda olmanın geçici rahatlığına kapılmadan anayasa hazırlamayı başarabilen kurucu iktidarlara sahip olmalarıdır. Bir diğer özellikleriyse, anayasanın yaşama geçirilmesinde hukuk ve siyasetin düzeylerini ayırabilmeleri. Burada anayasa hocamız Cem Eroğul’un zamanında verdiği bir örnek açıklayıcı olabilir: “Kadın erkek ilişkisi bir aşamasından itibaren Medeni Kanun’da düzenlenir; ancak kadın ve erkek evde kavga ederken birbirlerine kanun okumaz!” Oysa Türkiye’de yaşanan büyük karmaşa, yalnızca anayasa metniyle ilgisi olmayan konuların anayasa sorunu olarak ortaya konulması. Sabah akşam anayasadan söz edilmesinin nedeni de bu. 

Bir iki örnek: 367 kararı anayasa metni nedeniyle değil, Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı seçtirmek istemeyenlerin baskısına direnemeyen Mahkeme tarafından metnin canına okunarak verildi. Yani siyasal bir sorun yargıya havale edildi. Diğeri, yani ‘türban meselesi’ anayasa konusu olmamalıydı üstelik 10. ve 42. madde değişikliklerinin türbana anayasal temel kazandırdığı da tartışmalıydı. Mahkeme iki maddeyi iptal ederken yetkisini aştı mı aşmadı mı tartışması oldu ancak Mahkeme’nin 1970’lerdeki gibi bir ‘yorum yaptığı’ ve yapabileceğini savunan pek çok anayasacı da vardı. Son olarak, milletvekili seçimi konusunda YSK kararlarına konu olan 76. madde elbette berbat ve değiştirilmeliydi. Ancak o kararlara konu olan ‘yasal’ düzenlemelerin ve ‘76. maddenin’ ilgili hükmünün 29 yıl boyunca değiştirilmemesinin anayasayla ilgisi yok. Anayasa, bunca yıl milletvekillerinin elini mi tuttu? Ya da sabah akşam eleştirilen yüzde 10 barajı anayasa metninde mi? Örnekleri artırmak mümkün. 

Anayasal sistem 
Bu topraklarda anayasa tartışmasının 1876’dan bugüne aynı hararetle sürüyor olmasının tek nedeni anayasa metinlerinin kendisi olamaz. Omurgasızlık ve siyasal sorunların sürekli anayasa metni ile mahkemelere havale ediliyor olması, çok temel bir sorun. Malum, dünyanın yürürlükteki en eski anayasası, bugüne dek 27 değişiklik yapılan 1787 tarihli ABD Anayasası. Halihazırdaki Türkiyeli milletvekili, yargıç ve yazar çizeri ABD’ye nakledip o ülkenin yasama, yürütme, yargı organları ve entelektüeli ile yer değiştirsek, bizimkiler bir yıla kalmaz “Bu anayasa ile ülke yönetilmez, bize uzun ve ayrıntılı anayasa lazım!” diyeceklerdir. ABD Anayasasını neredeyse kutsal bir metin haline getiren boyu posu değil, yukarıda anlatılmaya çalışılan sorunların az yaşanması ve ülkedeki hukuk-siyaset algısı. 

Siz Obama’nın, “ABD yargısını Evanjelik Lutheryenlerin hâkimiyetinden kurtaracağız!” ya da “Ey vatandaş, bana üyelerin şu kadarını sağlayın ki istediğimiz anayasayı yapabilelim!” dediğini hayal edebilir misiniz? Peki bir başka partinin adı sanı bilinen milletvekilinin, çok sayıda can almış bir ‘canlı bomba’yı anma töreninde ‘övmesine’ medeni herhangi bir ülkede rastlanabilir mi? 
 
Ezcümle: Anayasal sistem, yalnızca anayasa metninden ibaret olmayan hayli karmaşık bir yapı. Anayasa metni ise mücadelenin vardığı aşamanın belgesi. Türkiye’de 1921 Kurtuluş Savaşı’nın, 1924 ulus devlet inşasının, 1961 bürokrasi ve sol akımların dünya çapındaki etkisinin, 1982 ise artık ‘büyümüş’ sermayenin saldırısının ürünleriydi. Şimdi yeni bir anayasa yapılırsa, yıllar sonrasında muhtemelen İslamcı sermaye/ siyaset ve Kürt sorununun derin izleri okunacak. Hangisinin baskın olacağını, dengenin nasıl kurulacağını önümüzdeki aylarda göreceğiz. Ancak bu hastalıklar tedavi edilmediği sürece tabii ki anayasa tartışması sona ermeyecek. Çünkü anayasa metinleri, siyasal ve anayasal sorunların ancak bir ayağıdır. (Radikal İki) 

Etiketler: insan hakları, sivil anayasa
İstihdam