20/10/2015 | Yazar: Kaos GL

Mavi balık trenle mi gelecekti yoksa otobüsle mi? Karşılaşmak... Karşılamak... Karışmak... Kafam karıştı.

Kırmızı halı Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Elif Acar’ın Yeryüzü rumuzuyla 10. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda yer alan öyküsü: Mavi balık trenle mi gelecekti yoksa otobüsle mi?  Karşılaşmak... Karşılamak... Karışmak... Kafam karıştı.

Eskişehir'de yaşıyorsanız her an biriyle karşılaşmamanız neredeyse imkânsız bir şeydir. Küçük yerlerin her zaman böyle bir özelliği vardır; kimi zaman güzel sürprizlere kimi zaman yol değiştirmelere neden olan. Aslına bakarsanız ben bu duruma pek de yabancı değilim. 18 senesini bir sahil kasabasında geçirmiş biri olarak karşılaşmalar üstüne uzmanlık yapmış sayılırım. Küçük bir şehirde yaşayınca bir yerden sonra o kadar çok sık başınıza gelmeye başlıyor ki bu olay artık tepkileriniz otomatikleşmeye başlıyor. Eskişehir'de öyle... Eskişehir'de de öyle... Burada bir yerden sonra sokakta karşılaştığınız her insanı tanıyormuşsunuz hissine kapılıyorsunuz. Gün içinde aynı insanı dört kere görmek mümkün. Bir yerden sonra adını hiç bilmediğiniz, hiç muhabbet etmediğiniz, kim olduğuna dair en ufak fikrinizin bile olmadığı bir sürü tanıdık ama yabancı yüz kalıyor zihninizde. Küçük bir şehirde yalnızlığımızın ortasında kalabalıklaşıp ve aslında yalnızlığımıza geri dönüyoruz.

Adını bildiğim bir kız vardı, az çok muhabbet ettiğim, kim olduğuna dair küçücük de olsa bir fikrimin olduğu. Bu kızla karşılaştığımız tek yer bir bardan ibaretti. Ona da karşılaşma denemez; ben oranın daimi müşterisiydim o da daimi çalışanı... Ya bütün hayatımızı o barda sürdürüyorduk ya da bu küçücük şehrin sokaklarında nerdeyse hemen hemen herkesi görsem de filmlerden fırlamış bir çarpışma sahnesi yazılmamıştı ikimize. Derken günlerden bir gün sabahın erken saatlerinde arkadaşımla bir cafede kahvaltı yapıyordum. O gün her şey çok tuhaftı... Gözümü açtığım anda saate bakmış, saati görür görmez kahvaltı sözümüzü hatırlayıp arkadaşımı aramış, apar topar üstüme bir şeyler geçirip kendimi o cafede bulmuştum. Kahvaltı zamanı... Kreplerimizi söyledik ve afiyetle yemeye koyulduk. Masada yemek yemenin verdiği sessizlik ve şehrin henüz geceden kalmalığının geçmemesinin verdiği dinginlikle tam lokmamı ağzıma atarken istemsiz bir şekilde kafamı sokağa doğru çevirdim. İki saniye sonra gözlerim tabaktaydı ve yine iki saniye sonra tekrar sokağa bakıyordum. O an kalbimin içinde bir metronom olsa hızına yetişemeyip bozulurdu eminim ya da fincanın içinde yudumladığım şeyin çay olduğunu bilmesem garsonu çağırıp enerji içeceği sipariş etmediğimi söyleyebilirdim. Karşılaşmalar üstüne uzmanlık yapmak... Bunu tekrar düşünmem gerek sanırım. Ben onu kadrajımdan çıkana kadar takip ettim o da rolünü iyi ezberlemiş bir oyuncu gibi kameraya hiç bakmadan uzaklaştı. Tekrar kafamı tabağıma çevirdiğimde yüzümde manasız bir gülümseme, içimde saatte 350 km yle giden bir kalp ve tabağımda ise mavi montuyla sokaktan geçen bir kızın görüntüsü vardı. Aklımda ise tek bir şey; o gün o cafeye kahvaltı yapmak için gitmiştim ve hayat bana bir porsiyon karşılaşma ikram etmişti. Kahvaltıdan ve ikramdan memnun kalarak o cafeden ayrıldım. Aklım ise sokak ve cafe arasında geçen bir sahnede kalmıştı. Biraz düşününce her şey o kadar aynıydı ki... Her gün aynı şeyleri yapıyor, aynı yerlere gidiyor, aynı insanlarla birlikte oluyor ve aynı şeyleri konuşuyorduk. Her şey ve herkes bu kadar aynıyken bu kadar çok tanıdık ama yabancı yüzün zihnimizde olması, bu kadar çok karşılaşma tuhaf değildi. Herkes aynı yöne gidiyordu. Her şey aynıydı... Ya da her şey aynı değildi... Farklı olan bir şey vardı, farklı olan biri. Bu kadar çok aynılığın ortasında bu kadar çok farklı hissedebilmek nasıl oluyor diye düşündüm. Küçücük bir anın seni deli gibi heyecanlandırabilme ihtimalini... O... ve O an... Sanırım gerçekten istasyon insanlarıydık. Buradaydık tesadüfen ve aynı rüyayı görüp ayrı yerlere gidiyorduk. Sonra bir çiçek dürbününden tüm bu insanlara bakarken yolcuların aslında mercan balığı olduğu bir rüya gördüm, mercanların arasında küçücük kimsenin fark etmediği mavi bir balık vardı. Sonra kendime baktım küçücük kavuniçi bir balıktım ve daha hiç büyümeden afiyetle yendiğim bu rüyadan bir gün mavi balıkla karşılaşma düşüncesiyle uyandım. Her şey değişti. Farklıydı.

Aradan günler geçti... Mavi balıkla yaşamımızı sürdürdüğümüz akvaryum bar harici hiçbir yerde karşılaşmadım. Aradan günler geçti... Mavi balıkla yaşamımızı sürdürdüğümüz akvaryum barda hiç karşılaşmadım. Ben de akvaryum bardan biraz dışarı çıkıp dört duvar eve girdim. Suyun dışına çıkmış olmanın verdiği can sıkıntısıyla çırpınıyordum. Aradan günler geçti... Bir gün dört duvar evde otururken mavi balık halimi hatırımı sordu, o da suyun içinde olmanın verdiği can sıkıntısıyla bir başka yerde dört duvar bir eve girmişti.

- Ne zaman dönüyorsun?

+ Yarın 9 gibi ordayım.

- Karşılama töreni hazırlamak gerek o zaman.

+ Kırmızı halı da olacak mı?

- Oscar ödülü bile var.

+Hangi dalda?

- ... :) bilmem adını sen koy.

+ düşünmem lazım: D ben kaçıyorum görüşürüz.

Mavi balıkla kısa sohbetimizden sonra gece boyu düşündüm. Balık hafızası üç saniyedir derler ama mavi montuyla sokaktan geçen kızı unutmamıştım. Karşılaşmak... Gitmek... Dönmek... Karşılama. O an kafamda karşılayarak bir karşılaşma sahnesi belirdi. Bu kelimeler ne kadar yakın birbirine... Karşılaşma ve karşılamayı düşünürken kafası karışan bir kavuniçi balık olarak uykuya daldım. Uyandığımda saat 1 e geliyordu. Saate baktığımda fark ettiğim şey ise her sayının iki şeyi karşıladığıydı; gece ve gündüz. Mavi balık sabah 9 da mı gelecekti yoksa akşam 9 da mı? Mavi balık trenle mi gelecekti yoksa otobüsle mi?  Karşılaşmak... Karşılamak... Karışmak... Kafam karıştı. Tren seçeneğini eledikten sonra otobüs seferlerine bakmaya başladım. Firma çoktu, olasılık fazlaydı. Eledim, eledim ve eledim. Otobüsle sabah 9 da burada olması imkânsızdı geriye bir tek akşam 9 seçeneği kalıyordu ve akşam 9 da burada olmasını sağlayan tek bir firma vardı. Tamam, işte her şey hallolmuştu. Geriye bir tek kırmızı halı bulmak, Oscar ödülü almak ve karşılayarak karşılaşmak kalıyordu. Kırmızı halı bulamadım. Oscar ödülümü alıp otogara doğru yola koyulduğumda bir ikilem daha oluştu kafamda. Otogarda mı inecekti yoksa kampüste mi? Karşılaşmak... Karşılamak... Karışmak. Bir an için kafamdan bu düşünceyi sıyırıp kulaklıklarımı taktım ve müziğin ritmiyle kalbimin ritminin karışmasına izin verdim. İron & Wine Flightless Bird American Mouth çalıyordu. Müzik dinlerken düşünmeyi severim ve her zamanki gibi düşünüyordum. Tam o sırada duraklardan birinde kafamı kaldırdım ve bir kaç ay önce gittiğim falcı kadını gördüm. Karşılaşma... Eskişehir küçük... Birden baktığı fal geldi aklıma. Hayatıma birinin gireceğini ve farklı olacağını söylemişti. Fala inanmam falsız da kalmam mantığı. Güldüm kendi kendime ve farklı olduğunu söyledim. Otogara geldiğimde saat 20.45 ti. İsmail ayaz şubesinden aracın hangi perona geleceğini öğrendim ve beklemeye koyuldum. 26 numaralı peronun önünde şansıma tam da boş bir sandalye vardı. Paketimde üç sigara kalmıştı birini yaktım, bitti. Saat 20.50 ydi. Birini daha yaktım bitti. Saat 20.55 ti derken... Otogarda bekleyen İsmail Ayaz araçlarından biri 26 numaralı perona girdi boş bir şekilde yolcu almak için. Görevlinin yanlış peronu söylemiş olacağını düşünüp beklediğim otobüsün İsmail Ayaz'a ait olan 25 numaralı perona geleceğini düşündüm. Saat 21.00... Saat 21.05... 25 numaralı perona bir araç girdi üzerinde 16.45 aracı olduğunu yazan bir tabela... Benim beklediğimse 17.30 aracı... Bir umut içinden inenlere baktım. Yolcular indi, yolcular bindi, otobüs gitti... Mavi balık yoktu. Aslında yaptığım şeyin bir mantığı da yoktu. Bir sürü olasılık arasından kendimce en mantıklısını buldum ve yola çıktım. Ama yola çıkarken bile kendiliğinden yeni bir olasılık daha türemişti. Biraz daha oturdum sonra kalktım otogardan ayrılmak için yola düştüm. Kulağımda kulaklık hala aynı şarkı ama insanların konuşmalarını duyabiliyorum. Tam kapıdan çıkarken telefonla konuşan bir adamın bir cümlesini duydum; anladım ki gerçekten seviyormuş. Anladım ki gerçekten seviyordum ve yaşadığım bu hayal kırıklığına rağmen gülümseyebildim. Tramvaya bindim geri döndüm. Tramvayın en arkasında oturuyordum ve ineceğim durağa geldiğimde indiğim kapının tam karşısında İsmail Ayaz Bağlar şubesi vardı. Karşılaşmak... Güldüm kendime, yolda son sigaramı içtim yeni bir paket aldım ve dört duvar eve girdim. Günün sonunda mavi balığın hiç haberinin olmadığı güzel bir hikâyem oldu. Elimde de bir Oscar ödülü, günün anısına boş bir sigara paketi ve beni bu yolculuğa sürükleyen içimdeki ses.

*Siz de öykü, yazı ve deneyimlerinizle KaosGL.org’un kadın sayfasında yer almak isterseniz kadin@kaosgl.org adresine mail atabilirsiniz.


Etiketler: kadın
İstihdam