23/02/2009 | Yazar: Kaos GL

LGBT Kimliği, Şiddet ve Sosyal Adalet: Psikolojik Olan Politiktir

LGBT Kimliği, Şiddet ve Sosyal Adalet: Psikolojik Olan Politiktir

Sari H. Dworkin[1] ve Huso Yi[2]
 
Zihin sağlığı çalışanları LGBT kimliği, şiddet ve sosyal adalet arasındaki bağı görmeli, psikolojik olan politiktir ve tüm dünyadaki LGBT bireylerinin diğerleriyle eşit tedavi görmesi için çalışmalıyız.
 
Giriş
 
‘Milyonlarca gey ve lezbiyeni ifşa edilme korkusundan, potansiyel olarak ekonomik haklarından mahrum bırakılmaktan; alay, utanç ve aşağılama nesnesi olma yükünden ve suçlu olarak yaftalandıkları için verilen cezaların zorbalığından kurtarmak için geriye yapılacak bir sürü iş kalıyor. Mesela, gey ve lezbiyen psikologların açık açık tanınan konumu… 1954’teki aşağı seviye ve neredeyse tartışmaya kapalı konumundan binlerce ışık yılı uzakta’ (alıntı için bkz. Boxer ve Carrier, 1998, s.1-2) Bu alıntı Evelyn Hooker’dan yapıldı. (Hooker, eşcinselliğin DSM’den bir zihinsel rahatsızlık kategorisi olarak çıkarılmasında araştırmaları etkili oldu.) İki bin iki'de lezbiyen, gey, biseksüel ya da transgender (bundan sonra LGBT olarak geçecek) olarak belirlenen ya da LGBT olarak algılanan kişi sadece alay konusu olma, utandırılma, haklarından mahrum bırakılma ve olası suçlar yüzünden cezalandırılma tehlikesi geçirmiyor. ABD de dâhil dünyanın birçok yerinde şiddete ve hatta ölüme maruz kalabiliyor. LGBT kimliği yüzünden bir kişinin, zihinsel ya da bedensel sağlığı tehdit altında kalıyor. Sosyal adalet konusunda duyarlı olan zihin sağlığı uzmanları bu duruma son vermek için hem profesyonel hem de politik olarak aktif bir rol üstlenmelidir.

Bu makale dünya çapında ve ABD'de, Uluslararası Af Örgütü ve New York Gey ve Lezbiyen Şiddet Karşıtı Proje gibi örgütler tarafından rapor edildiği üzere, LGBT şiddetinin yaygınlığını gözden geçirecek. Makale yazarları, eğer sosyal adalet alanımız için öncelikli itki ise, zihin sağlığı uzmanlarının bu alanda neden daha çok şey yapması gerektiğini tartışacak. Araştırma, politika, eğitim ve pratik alanındaki gelecekte nasıl yönlenilebileceği hakkında önerilerde bulunarak makaleyi sonuçlandıracağız.

LGBT Bireylerine karşı Uluslararası Şiddet
 
‘Irk, cinsiyet, din ya da engellilik temelindeki ayrımcılığın uygulanma biçimleri ciddi farklılıklar gösteriyor. Fark farklılıkta yatıyor. Onları ortak noktada birleştiren yaygınlık insanların onurunu yaralamaları ve sonucunda insanların belli gruplara âit olması… Geyler söz konusu olduğunda tarih ve deneyim bize yaraların açılmasının fakirlik ya da güçsüzlükten değil görünmezlikten geldiğini öğretiyor. Bu, arzuya leke sürülmesi, anlık bedensel ilişkiye sapkınlık ve utanç atfedilmesi, sevgi ifadesinin yasaklanması, toplumdaki tam ahlâk vatandaşlığının inkârı, çünkü neysen osun ve bu haysiyete ve bir grubun değerine vurur…’ diye iddia etti. Hâkim Albie Sachs, Güney Afrika Anayasa Mahkemesi, 1998’de (alıntı için bkz. Uluslararası Af Örgütü, 2001, s.8).

Tüm dünyada hem LGBT bireyleri ve LGBT aktivistleri faaliyetleri yüzünden değil benlikleri, tam da oldukları şey yüzünden hedef alındı. Şiddet; evde, okulda ve cemaatte vuk'u buldu. Aslında, okullar LGBT gençliği için en tehlikeli mekânlardan biri. (Uluslararası Af Örgütü, 2001) LGBT gençliği ve LGBT olarak algılananlar sadece tacize uğramadılar, ABD'de sık sık okullardan kovuldular.

İnternet de LGBT gençliği için ayrı bir nefret suçları mekânına dönüştü. Bir taraftan, küresel bir LGBT cemaatine ve LGBT sorunlarına karşı daha iyi bir anlayış geliştirilmesi için, yeni bir erişim sağlandı. Öbür taraftan, azınlık gruplara karşı nefret ifadesi, çevrim içi cemaatte ‘çevrim dışı cemaatten’ daha tehlikeli (Glaser, Dixit ve Green, 2002). Gizlilik teknoloji tarafından ihlal ediliyor. (yani, IP, İnternet Protokolü) Cinsel yönelimi dikkatsizce açıklamak LGBT gençliğine karşı, şiddet olasılığını yükseltiyor.

Çocuklar utanç ve zulmün devam edeceği korkusuyla çözüm aramıyorlar. ‘Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Konvansiyonu şiddete ve evdeki, okuldaki ve cemaatteki diğer tacize karşı –hiçbir ayrım gözetmeden- tüm çocukları koruma görevini açık açık üstlenir.’ (Uluslararası Af Örgütü, 2001, s. 46).

Uluslararası Af Örgütü (2001); Uganda, Zimbabwe, Romanya, Malezya, Karayipler, Rusya, Çin, Sri Lanka, Afganistan ve ABD'de doğa düzenine karşı işlenen sözde suçlar için tecavüz edildiğini, dayak atıldığını ve müebbet verildiğini bildiriyor. Aslına bakılırsa, en az 70 ülke eşcinsel ilişkileri suç sayıyor ve bazıları sözde suçluları kırbaçlıyor ya da onlara ölüm cezası veriyor. LGBT bireyler, tüm dünyada baskıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Onlara karşı çıkarılmış yasalar var, dernek kurma özgürlükleri yok sayılıyor, eğer kimliklerini gizlemiyorlarsa, hizmetlere erişimleri sınırlı ya da yok. LGBT bireylerinin toplandığı bar gibi mekânlar sık sık polis baskınına uğruyor. Tıbbi servisler sık sık heteroseksüelliğe dönmeleri konusunda baskı aracı olarak kullanılıyor. Bu tip tıbbi müdahaleler, akıl hastanesine yatırmadan, kaçınma terapisine ve kimyasal hadıma kadar uzanıyor. Yöreye özgü ilaçlar da cinsel yönelimin değiştirilmesi için kullanılıyor. Taciz raporları pek bulunmuyor çünkü ifşa edilmekten ve karşılık alamamaktan korkuyorlar ve yetkililerin sık sık şiddeti devam ettirdiklerini biliyorlar. Transgender bireyler özellikle işkenceye maruz kalıyor ve bu işkencelerde ciddi bir artış var. Travestilik bir ahlaksızlık olarak görülüyor ve şantaj ve haraç sık yaşanan vakalar. Çoğu ülkede, transgender bireylere yeterli sağlık hizmeti sunulmuyor. Transgender bireyler cinsiyet geçiş ameliyatı olma fırsatının daha yüksek olduğu ülkelere gidiyorlar. Bu tip durumlarda, cinsiyet geçiş ameliyatı sonrası tedavilerde, zihinsel sağlık hizmetleri dâhil, hizmet bulmak zor oluyor.

LBGT bireyler polise ya da mahkemelere herhangi bir koruma sağlamaları yönünde güvenemiyor. Aslında, dünyada çoklukla polis en kötü saldırgan, gözetimdeyken korumaları gereken insanları dövüyor ve onlara tecavüz ediyorlar. Uluslararası Af Örgütü’ne göre (2001, s. 32) ‘Varsayılan ya da gerçek cinsel yönelimin kadın mahkûmun diğerlerine oranla cinsel taciz hedefi olması olasılığını yükselten dört kategoriden biri olduğu bulunmuş.’ Yasalar ve devlet görevlileri bu kötü muameleyi sık sık meşrulaştırıyorlar (Uluslararası Af Örgütü, 2001). Zimbabwe Başkanı Mugabe açık açık geyleri ‘insandan az bir şey’ olarak adlandırdı ve bu yüzden onların insan haklarını hak etmediğini söyledi. Uganda Başkanı Ceza Soruşturmaları Departmanı’na lezbiyenlerin ve geylerin peşine düşüp onları hapsetmesini emretti. Teröre karşı ABD koalisyonuna katıldığından beri; Mısır, eşcinsel olmakla suçladığı geylerin peşine düşüyor, onları internette kıstırıyor. Bunu sadece aşırı İslamcıların değil, hükümetin vatandaşların ve ulusun ahlakını koruduğunu göstermek için yapıyorlar. (Gauch, 2002). Bu, hükümetlerin LGBT'lerin haklarını inkâr ederken öne sürdükleri bazı sebepleri ortaya koyuyor.

ABD kültür, din ve ahlâkı LGBT insanlarını ezmek için kullanan tek ülke değil. (Uluslararası Af Örgütü, 2001). Bu, tüm dünyada olan biten. Birkaç meşrulaştırma biçimi saymak gerekirse, eşcinsellik ve transgenderizm Hıristiyanlık dışı, Müslümanlık dışı, Yahudilik karşıtı, veba, bir beyaz adam sorunu, Amerikanlık karşıtı, Afrikalılık karşıtı ve burjuva dekadansının bir parçası olarak görülüyor. Dini ve kolektif toplumlarda ulusun dışa vurulan ahlakı LGBT bireylerin sosyal statüsüne darbe vuruyor. Literatürün gösterdiğine göre, bireysel kimlik gelişimi/tamamlanması daha büyük ölçekte toplumun değerlerine duyulan inanışa kazınmalı. Sadece bu kadar az LGBT bireyinin olması onların sapkın olarak damgalanmasına sebep oluyor. (Cong ve Wu, 1998). Tüm dünyadaki baskının altında yatan sinsi bir sebep, çünkü nadiren açık açık yazılıyor ya da böyle anlaşılıyor: cinsiyet beklenti ve inanışlarına ihanet edilmesi. LGBT bireyleri sık sık cinsiyet rolleri ve cinsiyet dikotomisi hakkındaki anlayışları zorluyor. Gey erkekler ve erkekten kadına geçen transgender bireylerin erkek cinsiyet rolünün üstünlüğüne ve ayrıcalıklarına ihanet ettikleri ve bu yüzden cezalandırılmaları gerektiğine inanılıyor. Lezbiyenler ve kadından erkeğe geçen transgender bireylerin erkek ayrıcalıklarını elde etmeye çalıştıklarına ve bu yüzden cezalandırılmaları gerektiğine inanılıyor. Son olarak, LGBT bireylerin kurulu sosyal düzeni tehdit ettiklerine inanılıyor (Uluslararası Af Örgütü, 2001). Bu, dünyanın büyük bir kesiminde yaygın olan inanıştır.

Mesela, Konfüçyüsçü cinsiyet ideolojisi bazı Uzak Asya kültürlerindeki kadın ve erkek rollerini anlamada destekleyicidir. (Hong, Yamanoto, Chang ve Lee, 1993). Cinsiyet rolüne erkeğe itaati kemikleştiren Ying Yang ‘doğa’ düzeni gözüyle bakılır ve bu şekilde değerlendirilir. (Sohng ve Icard, 1996). Konfüçyüs aile sisteminde sadece bir erkek ailenin başına gelebilir (Nakajima, Chan ve Lee, 1996). Buna bağlı olarak, kadınların sosyal ve ailevi konumları açısından ikinci sınıf vatandaşlar olarak görüldüğünü anlamak zor olmayacaktır. Erkek otoritesine karşı bir hareket sadece doğa düzenine değil toplumun varoluşuna karşı gelmek de demektir ve bu sadece Asya kültürlerinde değil tüm dünyada görülen bir olgudur.

ABD'DE LGBT’YE KARŞI ŞİDDET
 
ABD'deki yirmi altı şiddet karşıtı örgütün bir koalisyonu, bölgelerindeki gey karşıtı şiddet olaylarına ışık tutuyor. Yakın zamanda yapılmış bir istatistik; (New York Gey ve Lezbiyen Şiddet Karşıtı Proje, 2001) 1998-1999 ve 1999-2000 verilerini karşılaştırıyor. Tümüne bakıldığında mevcut trendler şunlar: Normal üstü şiddet ve önyargı temelli cinayetler azalmış. Ciddi yaralanma ve hastaneye yatırma ve cinsel içerikli hakaret ve tecavüzler azalmış. Kötü haber şu ki: Silahlı saldırı artmış. Taciz ve korkutma artmış. Giderek daha çeşitli kurbanlar ve fail tipi ortaya çıkmaya başlamış; artık daha çok kadın fail varmış. Gey karşıtı şiddetin kurbanı heteroseksüeller artmış. Kurbanlardan daha çok kişi failini biliyormuş. Tanıdıklar, arkadaşlar, işverenler, iş arkadaşları, toprak sahipleri, komşular, akrabalar ve aile üyeleriymiş bu insanlar. Daha çok erkekten kadına transseksüel kurbanlaşma, durumu bildiriyor. Polisin verdiği karşılık caydırıcı ve polisin kötü muamelesi ve taciz hakkındaki raporlar artmış.

Hiç şüphesiz, bu ulusal belgede bildirilenden çok daha fazla vaka var. Çoğu kurban haber vermiyor. Bu ülkedeki kurbanların LGBT karşıtı şiddeti bildirmemesinin sebepleri diğer ülkelerdeki sebeplerle benzer. Kurbanlar onlara inanılmayacağından, yetkililerin onları daha çok taciz edeceğinden, cinsel kimliklerini ifşa etmenin felakete yol açacağından ve bunun sonuçlarının sürekli olacağından, yapılacak hiçbir şey olmadığından ve/veya sunulan hizmetlerin kültürel hassasiyet taşımamasından korkuyorlar. Önemli diğer etkenler, kurbanın sık sık rapor vermemesine ve sadece hayatına devam etmesine sebep oluyor (New York Gey ve Lezbiyen Şiddet Karşıtı Proje, 2001). Kurbanlaştırılmanın psikolojik etkisi hayatı devam ettirmeyi zorlaştırıyor.

İnsan hakları ve sosyal adaletle ilgilenen dünya kurumları bir bireyin varlığına karşı uygulanan şiddeti kınayan iddialar sundular. Bu belgeler üzerine yapılmış yorumlar bu belgelerin LGBT bireylerini koruduğu sonucuna vardı.

Uluslararası İnsan Hakları’ndan Yanıt
 
Birleşmiş Milletler İşkence Karşıtı Konvansiyonu, hem fiziksel hem zihinsel şiddet, acı, ezayı, diğer alanlar dışında özellikle ayrımcılık temel alındığında ve bir devlet görevlisi ya da resmi kapasitesi olan herhangi biri sürdürdüğünde veya izin verdiğinde, yasaklıyor (Uluslararası Af Örgütü, 2001). Öyleyse, tüm dünyada sürdürülen LGBT şiddetinin çoğu bu konvansiyonla yasaklanıyor. LGBT bireylerine yapılan ve Uluslararası Af Örgütü’nün (2001) belgelediği tacizler Uluslararası Sivil ve Politik Haklar Anlaşması’nı (ICCPR) ve Uluslararası Ekonomik Sosyal Kültürel Haklar Anlaşması’nı ihlal ediyor. Yasaların yatak odası bekçiliği yaparak, alttan alta gey ilişkilere karşı bir tutumu desteklemesi, Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nun sağladığı özel hayat haklarını ihlal etmek demektir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konvansiyonu ve Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu transseksüellere yapılan ayrımcılığı yasaklıyor ve BM belgesi hükümetlere cinsel yönelimin suç tanımından çıkarılmasını ve anayasalarında cinsiyet ayrımcılığının yasaklanmasını söylüyor. Bundan başka, İnsan Hakları Komisyonu şöyle iddia ediyor: ‘Uluslararası standartlar, eylemde bulunanlar eylemlerinin temelinde dini inançları ve ayinleri olduğunu iddia etseler de, bu pratikleri yok etmek için uyumlu bir devlet politikası olması gerekmektedir.’ (Uluslararası Af Örgütü, 2001, s. 45).

Uluslararası insan hakları hareketleri, cinsiyet azınlık üyelerinin ulusal düzeyde korunmasını sağlamıştır. Mesela, Güney Afrika Ocak 2000’de cinsel yönelime dayalı ayrımcılık karşıtı federal bir yasa geçirmiştir (Ferreira, 2000). Güney Kore’deki Ulusal İnsan Hakları Komisyonu Yasası "cinsel yönelime dayalı ayrımcılığa karşı’ ibaresini eklemiştir (Yi, 2002). Fakat insan hakları hareketinde sorunlu olan, LGBT cemaatinin kaynaşması olmadığı zaman, politikada LGBT’yi ‘azınlıklaştırarak’ kendini gerçekleştirmesinin göz ardı edilmesidir. Damga ve olası zulüm yüzünden LGBT bireyleri aslında insan hakları aktivistleriyle pek işbirliği içerisinde olmazlar. Eğer toplum bu dünya çapındaki belgelerin ilkelerini göz ardı etmeye devam ederse, zihin sağlığı uzmanları kurbanlaşmanın psikolojik semptomlarını yumuşatmaya devam edeceklerdir.

Kurbanlaşmanın Psikolojik Etkileri

İşkence ve tacizin etkilerini belgeleyen bir literatür var. Bu literatürün çoğu politik sığınma arayan mülteciler üzerinde yoğunlaşmış. (Gorman, 2001). Bu literatürü ayrıntısıyla gözden geçirmek bu makalenin amacının dışına taşsa da, bulguların bazıları LGBT karşıtı şiddetin kurbanlarının yaşadıklarıyla ilişkili olduğundan alakalı. Bu noktanın zihin sağlığı ve insan haklarıyla kesiştiğini görmek önemli (Gorman, 2001). Zihin sağlığı uzmanları çoğu zaman şiddet kurbanlarıyla çalıştığında, kurbanlaştırma, kişisel psikolojik semptomlara yapılan vurgu nedeniyle, politik bağlamından çıkarılır. Kurbanlaştırma bir insanın yapıp ettiğinden çok, kişinin ne olduğuna dayandırılır ve kişinin sesini keser, tacizi bir politik sorun ve insan hakları sorunu yapan diğer sesleri kısar.

Politika bir yana bırakılırsa, bedenselleştirme, inkâr, suçluluk ve duygu uyuşması gibi travma sonrası stres bozukluğunun tipik semptomları işkence ve LGBT şiddeti kurbanlarında meydana gelir. Gorman, (2001) işkence kurbanlarının geçtiği ve yardım alınması gereken üç süreç olduğunu söylüyor. Güvenlik, yeniden yapılandırma ve yeniden bağlantı kurma. Özellikle aile desteğine vurgu yapıyor. İşkence görmüş siyasi mültecilerle LGBT kurbanlar arasındaki fark, LGBT kurbanların her zaman aile desteği alamaması (Di Placido, 1998). Tüm dünyadaki LGBT bireylerin ergenliklerinin erken bir döneminde gey karşıtı şiddete şu ya da bu şekilde maruz kalmış olmaları yüksek ihtimal (D’Augelli, 1998; DiPlacido 1998). Biriken olumsuz deneyimler daha büyük stres yaratıyor. Bu olumsuz deneyimler homofobi ve heteroseksizmin bir sonucu.

Homofobi ve Heteroseksizm
 
‘Lezbiyen, gey ve biseksüel gençlerin yüzleşmek durumunda kaldığı zorluklar onlara has ve çoğu zaman kültürel ve kurumsal kurbanlaştırma ya da doğrudan saldırılardan kaynaklanıyor. Hem sistemik kurbanlaştırma hem doğrudan saldırı ortadan kaldırılmalı’ (D’Augelli, 1998, s. 206).

Cinsel Yönelime Şiddet (SOV), D’Augelli’yle (1998) eşleştirilmiş bir terim ve erken ortaya çıkıyor. İlkokulun sonlarına gelindiğinde genç birey heteroseksüelliğin iyi, homoseksüelliğin kötü olduğunu öğreniyor. Cinsiyet rolü prototiplerine uymamak özellikle erkek çocukları için söz konusu bile olamaz. Kendilerini LG olarak gören ve ergenliğe adım atan gençler için ergenlik ergenliğin bir parçası olan hormonların artışı demek, onların yaşlarına uygun romantik davranışları ifade edememesi demek (D’Augelli, 1998). Bunun yanı sıra, ergenlikte en önemli gruplar akran gruplarıyken, akranlarından destek alamamaktadırlar. (Savin-Williams, 1994).

Bugün ABD'de ve gelişmiş Batı toplumundaki LGBT gençliği görünür olduğu için kurbanlaştırılması daha olası. Dünyanın geri kalanının büyük bir bölümünde ise LGBT gençliği görünmez. Görünmezlik daha az kurbanlaştırma demek olabilir ama bu stresörlerin olmadığı anlamına gelmez. Görünmez damgalanmış grupların üyeleri için ‘tüm ilişki biçimlerinin dikkatlice gözlemlenmesi ve ilişkilerin her zaman gündeme getirilebilecek bir yalan üzerine oturduğunun farkında olunması’ gerekiyor (Ryan ve Futteman, 1998, s. 20). Aile ve hatta toplum tarafından reddedilmeyle stresler çok daha artabiliyor. Gelişmekte olan ülkelerde bu tip retlerle uğraşacak destekleyici bir cemaat ya da profesyonel hizmetler yok. Reddedilme ve saklanma stresi kötü bir bedensel ve zihinsel sağlığa sebep olabilir. Ek olarak, küresel kitlesel medya kültürü ve internet Batı’daki LGBT kültürünü deneyimlemeyi mümkün kılabilir ve gerçek ve sanal hayat arasındaki uçurum da psikolojik strese yol açabilir.

SOV üzerine çalışmalar önemli çünkü literatür anti-gey şiddetine başvuranların 18 civarı ya da 20'lerinin başlarında genç erkekler olduğunu buldu (Hary, 1990; Herek ve Berrill, 1992; Simon, 1998). Bu yüzden, şiddete son vermek için homofobiyi oluşturan birçok öğeyi ve gey karşıtı tutumun nasıl gey karşıtı şiddete dönüştüğünü anlamalıyız. Failler hakkındaki bir literatürü gözden geçirirken Harry (1990) şiddete başvuranların bireysel hareket etmekten ziyade gruplar halinde dolaştıklarını bulmuş. Çoğu zaman bu ‘erkekliklerini’ ispatlamak için. Prototip erkek rolü şiddeti meşrulaştırıyor ve toplum LGBT'lere yapılan şiddete göz yumuyor. LGBT bireylere pek değer verilmiyor. Batı ülkeleri dışında SOV üzerine psikolojik araştırma yok gibi. Şiddetli SOV kanıtı, LGBT'lere karşı devlet baskısı ve ayrımcılık hakkındaki belgeleri toplayan aktivist gruplardan geliyor. LGBT kimliğinin görünürlüğünün artmasıyla, gey karşıtı faillerin grup olarak artması ve ayrıca kurumsal zulmün de artması bekleniyor. Bazen failler gerçekten LGBT olarak algıladıkları insanların peşinden gidiyor ve bazen fırsat artıveriyor. Çoğu insan LGBT olan ya da LGBT olarak algılanan kişileri onaylamamakla yetiniyor. Onaylamayanlar şiddete başvurmuyor ama gözetici, koruyucu ya da yardımcı rolünü de üstlenmiyorlar (Harry, 1990). Yardım etmek ve korumaktansa onaylamayan birçok kişi Onarım Terapisi diye bilinen şeye onay vermesi için din ve politikayı kullanıyor. Uzmanlığımızın bir parçası olanlar, Onarım Terapisi uyguluyor (Drescher, 1998). (Tüm dünyada Onarım Terapisi’nin ne yaygınlıkta uygulandığını kestirmek zor. LGBT bireyler hakkındaki ortalama inançlar Onarım Terapisi’nin sadece ABD'ye has bir olgu olmadığını gösteriyor.)
 
Onarım Terapisi

Onarım Terapisi homoseksüelliği iyileştirip homoseksüelleri heteroseksüel yapmaya çalışır. Drescher’in (1998) bir araştırmasına göre, günümüz onarım terapistlerinin pratikleri rahip öğütlerine dayanmakta, psikanalizin dayandığı tarafsızlığı bir kenara bırakmakta, geleneksel değerlerle uzlaşma içerisinde olunmasını istemekte, heteroseksüelliği idealize etmektedir ve terapistler gey karşıtı değişiklik tarafı yeminli beyanları dosyalamaktadır ve homoseksüel müşterilerinin homoseksüellikten kurtulması için toplum dışına itilmesi gerektiğine inanmaktadır. Homoseksüelliğin hastalık kapsamı dışına çıkarılmasına rağmen (ve bu kapsam dışına çıkarılma tüm dünyada yavaş yavaş gerçekleşiyor) bu terapistler homoseksüelliği hastalık olarak görmeye devam ediyorlar. A.B.D’de kendi örgütlerini kurdular, NARTH (‘Eşcinsellik Üzerine Ulusal Araştırma ve Terapi Derneği’). NARTH’ın çalışmaları LGBT'ler için A.B.D.’de düşman bir iklim oluşmasını sağlıyor. Onarım terapisi ve buna müsamaha gösteren örgütler hem A.B.D.'deki hem de tüm dünyadaki LGBT'ler üzerinde yıkıcı etkide bulunuyorlar. Zihin sağlığı uzmanları karşılık vermeli. Zihin sağlığı ve sosyal adaletin birbiriyle iç içe geçtiğini düşünüyoruz.

Onarım terapisi dillendirilmese de Asya’da da çok yaygın. Sadece ‘sağlıklı cinsellik için terapi’ olarak geçiyor. LGBT’yi olumlayan bir terapi duyulmamış şey. Zihin sağlığı uzmanları onarım terapilerinin zarar verdiğinin ve kötüye kullanıldığının farkında olmalı ve uluslararası danışman ve psikologları LGBT bireylere uygulanacak olumlayıcı psikoterapinin ahlakı ve temel ilkeleri konusunda eğitmeli. Tüm dünyada onarım terapisinin gelişmesini sağlayan köktenci inanışlarda herhangi bir çözülme olmadan, homofobi belki LGBT insan haklarından daha hızlı ‘ithal edilebilir.’ (bkz. Lingiardhi ve Drescher, 2003).

Başka ülkelerde DSM IV’den ziyade ICD-10 teşhis sistemi olarak kullanılıyor. ICD-10 hâlâ cinsel yönelimle ilgili üç zihinsel hastalığı listesinde bulunduruyor. ICD ‘cinsel yönelim kendi içinde bir bozukluk olarak görülemez’ (Dünya Sağlık Örgütü, 1992, s. 367) dese de, bu teşhisler tüm dünyada kullanılıyor. Japonya ICD-10’i aldı ve 1995’te içinden homoseksüelliği çıkardı. Çin de ICD-10’i aldı ve homoseksüelliği Çin ICD’sinden çıkardı. Kore’de bir ICD-10 konferansında psikologlar çevirisini benimsediler. Fakat Kore-ICD’si ICD-10’de bulunmayan ‘normal heteroseksüellik’ gibi bir iki söz benimsedi. Bunun yanı sıra, ‘cinsel yönelimi kendi içinde’ tanısalar da ‘ego-distonik homoseksüelliği tanıyorlar ve bu bozukluğa dayanan psikolojik uygulamayı kültürel açıdan daha gerekli buluyorlar’. (Kimmel ve Yi, basılmak üzere) Zihin sağlığı uzmanları Dünya Sağlık Örgütü komitesiyle A.B.D. dışında daha çok etkisi olan ICD-10’i yeniden gözden geçirmek için çalışmalı.

Psikoloji, Sosyal Adalet ve LGBT Bireyler
 
İnsan davranış bilimi olarak psikoloji, farklılığı ve herkesin eşit tedavisini savunan bir değer sistemine tabidir. (Fowers ve Richardson, 1996). Fowers ve Richardson’a (1996) göre bu ‘haysiyeti ve hakları artırma ve marjinalize edilmiş grupların değerini tanımayı amaçlayan ahlaki bir harekettir. (s. 609) ve ‘dünyada, ülkemizde, bilhassa yerel cemaatlerimizde politik baskı ve ekonomik adaletsizlikle aktif olarak savaşır ‘ (s. 611). Bu yüzden, psikoloji ve onunla bağlantılı zihinsel sağlık uzmanlıkları LGBT bireylerine uygulanan mevcut baskı politikasını değiştirmek için araştırma yoluyla edinilmiş yoğun bilgi miktarını kullanmalıdır. Bu uluslararası düzlemde olmalıdır.

Marsella’ya (2000) göre: ‘Bugünün dünyası zamanlarımızın küresel bağlamını tanımak için psikolojiye gerek duyar.’ (s. 1). Bilgimiz LGBT bireylerin işkence ve hapsedilmesini meşrulaştıran yasaların işlevsizleştirilmesini savunmak için kullanılmalıdır. Yakın zamanda Amerikan Psikoloji Derneği (APA)’nin sponsorluğunu yaptığı Uluslararası LGB Konferansı gibi ulusal konferansların devamı gelmeli (De Angelis, 2002). Bu konferanslarda tüm dünyadan gelen bir zihin sağlığı uzmanları ağı bilgi paylaşabilir, LGBT bireyleri ezmede hâlâ eski meşrulaştırma yollarını kullanan ülkelerden gelenlere kaynak ve destek sunabilir. Yakın zamanda birçok dile çevrilen kaynaklardan biri APA’nın (2000) Lezbiyen, Gey ve Biseksüel Danışanlarla Psikoterapi için Kılavuz.

LGBT olumlayan uzman hizmetlerin toplumsal farkındalığının (yani ‘güvenli hat’ politikası), özellikle gelişmekte olan ülkelerde oluşturulması, insan hakları düzleminde olduğu kadar önemli. Gelişmekte olan ülkelerde, sözlük ve ders kitaplarındaki LGBT ile ilgili aşağılayıcı terimler düzeltilmeli (APA, 1999; Lezbiyen ve Gey Sorunları üzerine Komite, 1991).

Tüm dünyadaki zihinsel sağlık uzmanları örgütleri, LGBT bireyleri hastalık sınıflamasına sokan sınıflandırmaları çıkarmak üzere çalışmalı. Yakınlarda Çin bunu yaptı (DeAngelis, 2002) ve eğer Çin gibi büyük baskı uygulanan bir ülkede homoseksüellik hastalık kapsamından çıkarılıyorsa diğer ülkeler de bunu yapabilir. Hem buradaki hem dünyadaki Onarım Terapisi’ne karşı daha güçlü bir duruş geliştirmeliyiz. Uluslararası Af Örgütü (2001, s. 61) tıp derneklerinin ‘üyelerinin [homoseksüelliği] ‘iyileştiren’ ya da ‘tedavi eden’ herhangi bir uygulamaya katılmasını yasaklıyor.’

Zihin sağlığı uzmanlarının eğitimi LGBT bireylerinin hayatları hakkındaki güncel araştırma ve anlayışı ve LGBT olumlayan terapinin nasıl yapılacağı hususlarını kapsamalı. Kamu politikası çalışmasını nasıl yapacağımız ve sosyal adaleti nasıl savunacağımız hakkında eğitilmeliyiz. Bu çalışma tarafımızdan zihin sağlığı uzmanları olarak değil, vatandaşlar olarak yapılmalı. Gey karşıtı yasalar ve düzenlemelere karşı tutum almak, mektuplar yazmak ve kamusal tutum almak sosyal adalete inanan her birimiz için gerekli.

Psikolojik olanın politik olduğu gerçeğine katılsak da katılmasak da. Zihin sağlığı uzmanlarının kendi uzmanlıklarıyla kamu politikasına katkıda bulunabilecekleri önemli bir nokta cinsel yönelime ve/veya cinsiyet kimliği ifadesine dayalı ayrımcılığı yasaklayan yasa ve anayasal düzenlemeleri savunmak. Sadece kamu politikasında değil hapishane çalışanları, polis, tıbbi personel, göçmen işçiler, öğretmenler vb. eğitiminde de LGBT sorunlarına hassas olunması konusunda aktif olmalıyız. Psikologlar ve danışmanlar için aktif olmada kritik bir bölge okulları tüm çocuklar için güvenli bir yer haline getirmedir. ‘Kamu görevlisi eğitmenler, memurlar ve tüm vicdan sahibi insanlardan hemen vermesine ihtiyaç duyulan cevap… gey karşıtı ön yargı ve şiddeti kınamak ve buna karşı tutum almak’ (Berrill, 1992, s. 40).

Tabii ki araştırma devam etmeli ve uluslararası düzlemde olmalı. Araştırma, tüm hayat boyu LGBT karşı davranışların, duyguların, tutumların ve düşüncelerin psikolojik bağıntılarını bulmalı. Mesleki önyargılar kavranmalı ve etkin değişim mekanizması geliştirilmeli. Dini ve politik önyargılar ve bunların mekanizmaları da sürekli incelenmeli. LGBT bireyler üzerinde enine boyuna araştırma yapılmalı ki sağlıklı ve sağlıksız kimlik gelişimi ve idamesi hakkında bilgi sahibi olalım.

Fakat karşılık sadece özel olarak LGBT kimlik sorunlarıyla uğraşan bölüm ve örgütlerden gelmemeli. Birincil motif olarak LGBT’nin iyi hissedişiyle ilgili koalisyonlar oluşturulmalı ve LGBT bireylerin ihtiyaçları belirlenmeli. Uluslararası insan hakları hareketlerinin dinamiklerinde önemli bir rol oynamalıyız.

Bir insan hakları savunucusu olan Juan Pablo Ordonez’e göre, ‘eşcinsellerin insan haklarının sadece eşcinseller tarafından savunulması imkânsız –ya da en iyi ihtimal onları hayati bir tehlikeye sokar. Mücadele bu düşman toplumun kurbanları olmayan dışarıda kalan geyler ya da hetero insanlar, tarafından verilmeli.’ (Uluslararası Af Örgütü, 2001, s. 58).
 
Sonuç
 
Bu makalenin yazarları zihin sağlığı çalışanlarının LGBT kimliği, şiddet ve sosyal adalet arasındaki bağı görmesi gerektiğine derinden inanıyor. Daha önce belirtildiği üzere, psikolojik olan politiktir ve tüm dünyadaki LGBT bireylerinin diğerleriyle eşit tedavi görmesi için çalışmalıyız.

1943’te Franklin Delano Roosevelt, Beyaz Saray çalışanlarına bugün sosyal adalet konusunda derdi olan insanlar için hâlâ geçerli olan, şöyle bir iddia da bulundu: ‘[İkinci Dünya Savaşı’nı] takip eden barış, tüm dünyanın bir muhit olduğunu anlamadığı ve tüm insan ırkına adalet getirmediği sürece, bir diğer dünya savaşının tohumları insanoğlu için daimi bir tehdit oluşturmaya devam edecek’ (Halprin, 1997, s. 122). Zihin sağlığı uzmanlarımız bu iddiaya dikkat etmelidir.

International Journal for the Advancement of Counselling, Cilt 25, No. 4, Aralık 2003

Çeviren:
Kıvanç Tanrıyar
                                  

[1] Profesör, Danışman Eğitimi, California Devlet Üniversitesi, Fresno, Fresno, CA.
 
[2] Kıdemli Araştırma Görevlisi, Risk Altındaki Gençlik Üzerine Uluslararsı Araştırma Enstitüsü, Uluslararası Gelişim ve Araştırma Enstitüleri, Inc., New York, NY.
 


Etiketler: insan hakları, sağlık
İstihdam