15/09/2022 | Yazar: Ali Erol
Ağustos ayının gökkuşağı “köşe”leri T24, Halktv, Duvar, HaberTürk, ArtıGerçek, Evrensel, Akdeniz Gerçek ve Mersin Hakimiyet yazarlarından geldi.
Gökkuşağının hakkını veren, LGBTİ+’lara (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) selamı esirgemeyen, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı yapmayan, en azından homofobik ve transfobik nefret söylemlerinden medet ummayan Ağustos ayı pozitif “köşe”leri T24, Halktv, Duvar, HaberTürk, ArtıGerçek, Evrensel, Akdeniz Gerçek ve Mersin Hakimiyet yazarlarından derledik.
T24, Mehmet Y. Yılmaz: “Halkımızın belli bir kesimini, cinsel yönelimleri üzerinden aşağılıyor, ayrıştırıyor, ötekileştiriyor ve düşmanlaştırıyor”
T24 yazarı Mehmet Y. Yılmaz, “İslamcı faşistlere durmak yok!” başlıklı yazısında, “Yaşam biçimlerindeki farklılıkları toplumsal barışı bozmak için kaşıyanlar, halk arasında düşmanlık yaratmıyor, Gülşen’in bir sözü “mevcutlu getirme” ve "tutuklama" kararına konu oluyor” diye yazdı.
“Anayasal düzene karşı açık tehdit!” başlığı ile devam eden T24 yazarı, Çorum Osmancık’ta düzenlenecek Pırlanta Pirinç Festivali’ndeki Aleyna Tilki konserinin iptal edilmesini isteyen Diyanet – Sen Çorum Şubesi Başkanı’nın, “Toplumun ahlakıyla zıt hayat yaşayan, LGBT savunucusu kişilerin sanatçı kimliğiyle insanların önüne rol model gibi sunulmasına karşıyız” sözlerinden hareketle yazdı: “Ve dikkatinizi çekmek isterim ki kendi tuhaf inançlarını İslam kılığına sokarak pazarlamaya çalışan bu gruplardan biri olan Diyanet Sen, devletten maaş alarak görev yapan din adamlarını temsil ediyor!”
T24 yazarı Mehmet Y. Yılmaz, Ağustos ayını, “Soylu, nefret suçu işliyor” başlıklı köşe yazısıyla kapadı: “İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Afyon mitinginde gaza geldi, muhalefeti eleştirirken şunu söyledi: “Biz sizin gibi LGBT çocuğu değiliz, biz Ayetel Kürsilerin çocuğuyuz.””
“Soylu'nun zihin dünyasında LGBT birey olmak kötü bir şey. Burada da hangi amaçla kullanıldığı çok açık. Düpedüz hakaret etmek amacını taşıyor. Ancak hedef soyut. Ortalığa söylenmiş bir söz bu. Hem bütün muhalefeti hedefliyor hem de hiç kimseyi!”
“Kimse bunu üzerine alınıp dava filan açamaz çünkü hedef belirsiz. Öte yandan bu sözler Gülşen'in yargılandığı TCK 216. maddesine tıpa tıp uyuyor. Halkımızın belli bir kesimini, cinsel yönelimleri üzerinden aşağılıyor, ayrıştırıyor, ötekileştiriyor ve düşmanlaştırıyor. Diğer kesimleri bu amaçla tahrik ediyor. Söyleyen kişi bir İçişleri Bakanı olduğu için "açık ve yakın tehlikenin ortaya çıktığını" söylemek de mümkün. Bunu duyan polislerin, jandarmaların, bekçilerin kendilerine nasıl görevler biçeceklerini tahmin edebiliriz. Soylu, cinsel yönelimleri tanımlayan bir kelimeyi anlamının ötesine taşıyarak "hakaret" amacıyla kullanıyor. Bu da düpedüz cinsel yönelimlere karşı "ırkçılık" demek. Sadece ayrıştırıcı bir suç değil aynı zamanda insanlığa karşı işlenmiş bir nefret suçu. TCK 122. Madde bunun için var. Irk, devlet, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep farklılığından kaynaklanan nefrete dayalı ayrımcılık suçu! Söyleyen kişi İçişleri Bakanı olduğuna göre yine aynı açık ve yakın tehlike söz konusu.”
HalkTV, Mustafa K. Erdemol: “Gülşen çok açık ki LGBTİ destekçiliğinden ötürü hapse atıldı”
HalkTV internet sitesi yazarı Mustafa K. Erdemol, “Gülşen’i tutuklatan asıl gerekçe” başlıklı köşe yazısında, “Gülşen çok açık ki “sahneyle sınırlı” yaşam tarzından, sahne dışında da sergilediği LGBTI destekçiliğinden ötürü hapse atıldı” diye yazdı.
Halktv yazarı Erdemol, Gülşen’in, “Uzun zamandan beri sahne şovlarındaki erotizm, yakın zamanlarda da LGBTI destekçiliği bahane edilerek hedef durumunda olan biri” olduğunu hatırlatıyor ve devam ediyor: “Görünürde ettiği laflar yüzünden tutuklandığı için Gülşen üzerinden “toplumu hizaya çekme” tutumunu göz ardı ediyoruz iktidarın. Ortada “bir eğitim grubunun öğrencilerine yapılan hakaret söz konusu” dendi mi söyleyecek bir şey kalmıyor geriye çünkü. Oysa var, bendeniz de söylemekten yanayım. Gülşen’in son gafı bahane edilerek ona karşı uzun süredir alınan cinsiyetçi tutumu görmezden gelemeyiz. Ettiği lafa haklılık vermek için değil, o ettiği laf bahane edilerek hapse atıldığı için bunu vurguluyorum. Erotik şovları ya da LGBTI desteği nedeniyle onu cezalandıramayanların eline – ne yazık Gülşen’in de boşboğazlığı sonucu- büyük bir fırsat geçmiştir. Bu olaydan haftalar önce linç edilmeye başlanan biridir Gülşen, göz ardı etmeyelim bunu. Ayrıca beklenmedik bir tutum gibi gelebilir ama Gülşen hem mesleğini hem de kadınların özgürlük alanlarını korkusuzca koruyan biri.”
“Israrla dikkati oraya çekmek isteyenlere bir kez daha anımsatayım; imam hatipliler için ettiği laflar yüzünden cezalandırıldı Gülşen. Doğru. Hiç bir resmi makam “kılığı kıyafeti, çıplaklığı yüzünden cezalandırdık” demeyecek zaten. Gülşen bu fırsatı vermeseydi “mevcut yasalarca” cezalandırılması mümkün olmayacaktı kılık kıyafeti yüzünden. Gazete adlı kimi paçavralarda haftalardır yapıldığı gibi Gülşen’e “ahlaksız, sapık” denmeye devam edilecekti sadece.”
“…“kılık kıyafeti, erotik şovu, nihayet LGBTI” destekçiliği için cezalandırılması mümkün olmayan Gülşen o talihsiz sözleri bahane edilerek aslında “kılık kıyafeti, erotik şovu, nihayet LGBTI destekçiliği” için yasalara meydan okuyarak cezalandırılmış oldu. İmam hatipliler için sarf ettiği o sözlerin tam dört ay önce söylendiğinde hiç de sorun edilmediği, Gülşen’in kılığına, kıyafetine -henüz şartlar oluşmadığı- için (paçavralarda saldırılma dışında) tahammül gösterildiği ama iş konserlerinde LGBTI bayrağı sallamaya geldiğinde dört ay önceki görüntülerin devreye sokulduğu da gösteriyor ki kimse sanıldığı gibi “bir eğitim kurumunun öğrencilerine” hakareti mesele yapmış falan değil. Gülşen çok açık ki “sahneyle sınırlı” yaşam tarzından, sahne dışında da sergilediği LGBTI destekçiliğinden ötürü hapse atıldı.”
Duvar, Zehra Çelenk: “Kadın ya da LGBTIQ+ düşmanlığı bu ülkede suç değil”
Duvar yazarı Zehra Çelenk, “Bezdirici riyakarlık ve 'bu kadarı da fazla' korosu” başlıklı yazısında, “Muhafazakarından muhalif sanatçısına herkes ayrı ayrı “giydiriyor” Gülşen’e ya da Gülşen’i. Gülşen’i giydirmek en popüler ve risksiz hobilerden biri halini aldı”ğını yazdı.
“Bu toplumun kadın bedeni ve çıplaklığıyla derdi hiç bitmiyor. Bunun altında da her alanda iliklere işlemiş riyakarlık, çifte standart, ahlakçı geçinen ahlaksızlık, muhalif geçinen ahlakçılık, geleneksel ahlakla insani değerler konusundaki standart belirsizliği vb. saymakla bitmeyecek, açmakla çözülmeyecek bir düğümler yumağı yatıyor. Bu yumak hep aynı şeye hizmet ediyor: En küçük toplumsal paydalarımızdan olan kadın düşmanlığına. Farklı görünümler altında hep aynı şey…”
Çelenk, “mesele Gülşen değil, açığa çıkardıkları” diyerek devam etti: “Bu nemalanma işleri de göründüğü kadar basit değil. Ben Gülşen’i aylardır kimseleri takmayarak sürdürdüğü bu tavırda da LGBTİ+ bayrağı açmasında da, söylediği sözlerde de samimi buluyorum. Çünkü basitçe biliyoruz ki, azıcık ahlakçılık yaparak elde edilebilecek prim, bu toplumda, her dönemde bundan daha fazladır. Ne müziğinin ne kostümleri ve şovunun alıcısı değilim ama atılan her taşın da karşısındayım, bu nedenle de… Kadını türlü açıdan tüketmeye, yok etmeye ve gömmeye bu kadar gönüllü bir toplumda, taş atanlar korosunda değil daima taşlanan kadının yanında olacağız.”
Duvar yazarı Zehra Çelenk, Ağustos ayındaki “Bir gün elbette Gülşen’i seveceksiniz” başlıklı ikinci yazısında, Gülşen’in, “ünü sayesinde değil ününe rağmen LGBTİQ+ bayrağını taşıyabilmesi muktediri ürkütürken bir kısım muhalife de cesaretiyle battı”ğını yazdı.
“…birilerine sapık demek suçsa muktedir diliyle yıllardır sapık/sapkın diye yaftalanan LGBTIQ+lar için de işliyor mu aynı hukuk? Gezicilere, kadınlara yönelik nefret söylemleri, hakaretler için? Sözgelimi herhangi bir kadına “sürtük, sapık, sapkın, paçoz, yollu” vb. hakaretlerden birini etmek, hiç bu suçun kapsamına alınmış mı? Kadın cinayetlerinden sonra, katledilen kadınlar için bile çarşaf çarşaf hakaretler dolanıyor ortalıkta. Bir kadına giydikleri, hayat tarzı ya da söyledikleri, düşünceleri nedeniyle sosyal medyada, sözlüklerde, yazılarda, hiçbir yerde hakaret etmek suç değil. Kadınları hayatın her alanında değersizleştirip şiddete hedef gösteren hakaretler, adaletin kapsama alanının en dışında. Ama bir konserde İmam Hatiplilere yönelik bir cümle tutuklanma sebebi. Çünkü yasalar adaletin değil erkin lehine işletiliyor, çünkü sadece bazılarının hassasiyeti hassasiyetten sayılıyor. Çünkü kadın ya da LGBTIQ+ düşmanlığı bu ülkede suç değil, her koldan beslenen bir şey. Kadın katillerinin iyi hal indirimleriyle kuş gibi cezalar alabildiği ülkede, kadına hakaret mi cezalandırılacak? Gezi davasında tutuklananlardan akademisyenlere, hapisteki gazetecilerden yıllardır bekletilen kayıp dosyalarına kadar tutuklu, tutuksuz onlarca örneği var bu adil olmayan adaletin. İnsan sayarken yorgun düşüyor. Hep siyasal İslam lehine işletilen müzmin mağduriyet söyleminden de, bu haksızlıklar antolojisinden de bıktık, usandık artık.”
HaberTürk, Ayşe Özek Karasu: “Rus devlet medyasının yürüttüğü nefret propagandasının halkın geniş bir bölümünde karşılığı yok”
HaberTürk yazarı Ayşe Özek Karasu, “Winter is - kime – coming” başlıklı köşe yazısında, Rusya devlet medyasının yürüttüğü homofobik nefret propagandasının halkın geniş bir bölümünde karşılığı olmadığını yazdı.
Ayşe Özek Karasu, homofobik iptal kültürünün, Ukrayna savaşıyla birlikte milliyetçi safları sıkılaştırmak için kullanıldığını örnekleyerek yazısına devam etti: “Ukrayna işgali ile direkt bağlantısı olmayan homofobik iptal kültürü bu yeni savaş ikliminde iyice kızışmış durumda. Geçen haziran başında eşcinsellikle mücadele amacıyla yeni bir yasa tasarısı hazırlandı. Tasarının sahibi Devlet Duması Başkanı Vyaçeslav Volodin, 2011-2016 arasında Kremlin’in LGBT ile savaş biriminin baş ideologu ve organizatörü olarak görev yapmış; 2013’te onun iradesiyle “geleneksel olmayan ilişkilerin propagandasını yapmak” yasaklanmıştı. Medya, sinema veya tiyatroda LGBT’nin adı bile + 18 pozisyonuna gelmişti. O dönemde yasa, toplumun en az eğitimli muhafazakar katmanlarını konsolide ederek liberalleri de püskürtecek popülist bir politika olarak algılanmıştı. Sokaklarda LGBT bireylere karşı polis şiddetine tanık olundu.”
“Ukrayna savaşıyla birlikte milliyetçi safları sıkılaştırmak için LGBT mücadelesi yeni bir aşamaya geldi. Kendisinin de eşcinsel olduğu söylentisi dolaşan Volodin, Telegram’da bir anket başlattı; “Geleneksel olmayan değerlerin teşvikini yetişkinlere de yasaklayalım mı?” diye sordu. Volodin’in abonesi olan sahici ve bot hesaplardan bol destek geldi.
O gün bugündür mesele sıcak kıvamda tutuluyor. Geçen temmuz başında Rusya’nın en sevilen YouTuber’larından Juri Dud, eşcinsellik propagandası yapmak suçundan 120 bin ruble para cezasına çarptırıldı. Nedeni, geçen yıl cinsel yönelimini açıklayan bir ressamla söyleşi yapmasıydı. Dud bu cezayı almadan önce de dış güçler hesabına çalışan ajan damgası yemişti, çünkü savaşa karşı çıkıyordu.
Derken geçenlerde, İspanya’da yaşayan Rusya’nın bir numaralı tenisçisi Darya Kassatkina bir kız arkadaşı olduğunu ilan etti. Dünya sıralamasında 12’nci olan Kassatkina, buz pateninde Olimpiyat gümüş madalyası bulunan kız arkadaşı Natalia Zabiako ile fotoğrafını paylaştı. Savaşa karşı çıkan Kassatkina, genç Rus tenisçilerin ailelerine bu sporu kurtarmak adına Rusya’yı terk etmeleri çağrısında da bulundu. Kassatkina’ya gelen desteğin dozu, genç Rusların hiç de Kremlin’in istediği milli ve geleneksel çizgide bulunmadığını gösteriyordu. Devlet medyasının yürüttüğü nefret propagandasının halkın geniş bir bölümünde karşılığı yoktu.”
ArtıGerçek, Levent Köker: “Demokratik bir gelecek alternatifini “kimlik siyâseti” olmaksızın üretemeyiz”
ArtıGerçek yazarı Levent Köker, “'Kimlik siyâseti'nin reddi ve milliyetçilik açmazı” başlıklı yazısında, “kimlik siyâsetini reddetme eğilimindeki görüşlerin yanıtlaması gereken iki soru” yöneltti: “Kimlikler, çoğu kez zannedildiği gibi “etnik ve din ve inanç esaslı” olmaktan ibâret midir? Etnik ve dini esaslı olanlar da dâhil olmak üzere, kimlik farklılıkları kurulu devlet düzeninde ayrımcılık ve baskı zemini oluyorsa, buna karşı çıkmak ve bu düzeni değiştirmek gerekmiyor mu?”
Levent Köker, kimliklerin, “sâbit, değişmez özellikler”den oluşmadıklarını hatırlatıp, “kimliklerin, etnik köken, din veyâ inanç dışında başka, toplumsal sınıf ve statü gruplarına mensûbiyet ve “toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim” gibi pek çok farklı değişkenle belirlendiği”ni ekledi: “Dolayısıyla, “kimlik siyâseti”nin konusu olan özellikler hayli çeşitlidir ve bu çeşitlilik, kimliklerin oluşumunda ve değişiminde tanık olduğumuz değişkenliğin de kaynağıdır.”
Köker, “kimliklerin siyâsetin konusu olmaması gerektiğini vurgulayan CHP Genel Başkanı”na, İstanbul Sözleşmesi’ni iktidara gelir gelmez tekrar yürürlüğe koyacağı sözünü hatırlatıyor ve şu soruyu yöneltiyor: “İstanbul Sözleşmesi, “toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim” terimleriyle kavradığımız bir “kimlik siyâseti”nin sonucu olarak, hukuksuzca feshedilmedi mi? Dolayısıyla, tekrar yürürlüğe konması da bir “kimlik siyâseti” olmayacak mı?”
“Örnekler bitmek bilmez” diyor ve özetliyor yazar Köker: “içinde bulunduğumuz milliyetçilik açmazından kurtulup, demokratik bir gelecek alternatifi üretmek istiyorsak bunu, aşağılanmak, dışlanmak, reddedilmek istenen “kimlik siyâseti” olmaksızın yapamayacağımızı görmek zorundayız. Daha da ileri giderek, bu yazıyı şöyle bitirmek isterim: Türkiye siyâseti kimlikler üzerinden kurulmuş olan baskı mekanizmalarını değiştirmeye yönelmediği takdirde, içinde bulunduğu milliyetçilik açmazından çıkamaz, demokrasi yönünde de herhangi bir kayda değer adım atamaz.”
Evrensel, M. Sinan Birdal: “Bilimde olduğu kadar aktivizmde de sürekli yenilik arayışı…”
Evrensel yazarı M. Sinan Birdal, “Bilim ve cinsel haklar aktivizmi: Hirschfeld” başlıklı yazısıyla, geçen ay başladığı, 20. yüzyılın ilk yarısı Almanya’sında eşcinselliğe yönelik siyasi yaklaşımların seyrini okumaya Ağustos ayında devam ediyor.
“Magnus Hirschfeld (1868-1935) cinsel bilim ve cinsel haklar konularında çığır açıcı çalışmalar yapmış bir doktor ve aktivist. 1919’da Hirschfeld’in kurduğu Cinsel Bilim Enstitüsü, Nazilerin iktidara geldiği 1933 yılına kadar etkinliğini sürdürdü… Her halükarda enstitünün bugün bile LGBTİ+ camiasının eksikliğini çektiği entegre bir kurum olduğuna kuşku yok. Nitekim enstitü bilimsel çalışmalar vasıtasıyla danışmanlık, kamuoyunu aydınlatma ve siyasi partiler nezdinde lobi yapma gibi işlevlere de sahipti… 1919’da Hirschfeld, yönetmen Richard Oswald’ın yönetmenliğini yaptığı ve erkekler arasında eşcinsel ilişkiyi yasaklayan ceza yasasındaki 175. paragrafın yol açtığı şantaj ve intihar vakalarını konu alan bir filmin çekilmesine ön ayak oldu. “Diğerlerinden Farklı” (Anders als die Andern) başlıklı bu film hem eşcinselliği konu edinmesi hem de sinemanın bir aktivizm aracı olarak kullanılması anlamında takdire şayan. Hirschfeld’in bilimde olduğu kadar aktivizmde de sürekli yenilik arayışında olduğunun öne çıkan göstergelerinden biri bu film.”
“…Hirschfeld Darwin’i takip ederek cinsiyetin çeşitliliğini araştırdı ve böylece ikili cinsiyet ideolojisini eleştirdi. Bugün queer teorinin kültürel eleştiriye dayanarak ortaya attığı cinsiyet çeşitliliği tezi Hirschfeld tarafından tıp ve biyolojiye dayanarak bundan yüz yıl önce dile getirilmişti.”
Akdeniz Gerçek, Av. Tezsever: “İstanbul Sözleşmesi yaşatır”
Akdeniz Gerçek yazarı Av. Çisil Tuana Tezsever, “Kadın Cinayetleri Politik midir?” başlıklı yazısında, kadınların tek tek katledilmesinin yegane sebebinin, “Gerek polis memuru, tabibi, hakimi, savcısı da dahil olmak üzere gerek soruşturma gerekse de kovuşturma aşamasında yer alan mercilerde görev alan şahısların “Ahlak Bekçisi ve Cinsiyetçi Anlayışı”, “Kadını Koruyan Yasaların İcra Edilmesinden İmtina Edilmesi” olduğunu yazdı.
“Katiller evimizde, iş yerimizde markette, çarşıda pazarda her yerde ve ne yazık ki vatandaşını korumak yegâne görevi olan devlet mevcut düzende katillere gerekli cezayı vermemekte. Tolumda var olan ve belli bir kesin tarafından görmezden gelinerek yok sayılmaya ve baskılanmaya çalışılan LGBT’leri, Kadınlar, Çocukları tüm bu ayrımcı ve cinsiyetçi zihniyete karşı koruyarak bir kalkan oluşturan ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini Sağlayın’ diyen İSTANBUL SÖZLEŞMESİ bütün itirazlara rağmen 20 Mart 2021’de gece yarısı kararnamesiyle 12’nci Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından feshedildi.”
“Kadınlar tarafından İstanbul Sözleşmesi’nin feshine ilişkin kararın iptali için açılan dava Danıştay 10. Dairesi tarafından reddedildi. Bu husus devletin ve yargı organlarının AKP iktidarı kararıyla sözleşmeden ayrılarak kadınları ve tüm şiddet mağdurlarını umursamadığını, korumayacağını ve hatta faillerini engellemeyeceğini resmi olarak bizlere bir kez daha göstermiştir. Tüm bu yaşanılanlara diyecek tek bir cümlem varsa o da; “İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR”dır.”
Mersin Hakimiyet, Mustafa Mızrak: “Cinsiyeti, cinsel yönelimi sebebiyle bir insana hakaret etmemeli, bunları hakaret tabirleri olarak kullanmamalıyız”
Mersin Hakimiyet yazarı Mustafa Mızrak, “Bize ne” başlıklı yazısında, “sosyal medyada oldukça ayarsız yorumlarla karşılaşabiliyoruz. Bu yorumları bazıları 'ifade özgürlüğü' olarak tanımlayabiliyor. Fakat neredeyse hiçbirinin ifade özgürlüğüyle ilgisi yok, alenen nefret söylemi” diye yazdı.
“Fiziksel özellikleri alay konusu etmemeliyiz… Aynaya dönüp baktığımızda kendimizde onlarca benzer şey bulabilecekken… Cinsiyeti, cinsel yönelimi sebebiyle bir insana hakaret etmemeli, bunları hakaret tabirleri olarak kullanmamalıyız. Nelerden bahsettiğimi herkes çok iyi biliyor esasında. İnsanların medeni hallerinden bize ne. Bir insan bekar mı, dul mu, evli mi hiçbirimizi alakadar etmez!... "Bana ne" demeyi öğrenmek lazım… İnsanların kendi bedenleriyle ilgili verdikleri kararlar alay konusu olamaz, hakaret tabirine dönüşemez. "Erkek gibi saçını kazıtmış", "Karı gibi küpe takıyor" İki günahı aynı anda işliyor oluruz. Yok 'başını kapamış', yok 'kıçını açmış', tüm bunlardan bize ne. Kişinin kendi tercihi, saygı duymakla yükümlüyüz.”
***
LGBTİ+’lara selamı esirgemeyen, en azından homofobik nefret söyleminden medet ummayan “köşe”leri okumaya devam edeceğiz: “Hep kahır, hep kahır, hep kahır, hep kahır” nereye kadar…
Etiketler: medya