03/01/2025 | Yazar: Oğulcan Özgenç

Drag queen performanslar yapan Hakkı’nın, annesinin ölüm haberinin ardından memlekete dönüşünü anlatan “Merhaba Anne, Benim, Lou Lou” filminin yönetmeni Atakan Yılmaz ile konuştuk. Film, Uluslararası Clermont Ferrand Kısa Film Festivali’nde Avrupa ile buluşmaya hazırlanıyor.

“Lou Lou, bana iyi hissettiren ve güç veren her şeyin bir bütünü” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Chronotope Film’in (Ece Bozkaya-Atakan Yılmaz) yapımcılığını, Lotusma Film ve Witchcraft Films’in ortak yapımcılığını, Atakan Yılmaz’ın yönetmenliğini üstlendiği kısa film “Merhaba Anne, Benim, Lou Lou”; dünyanın önde gelen festivallerinden 47. Uluslararası Clermont Ferrand Kısa Film Festivali’nde Avrupa prömiyerini yapmaya hazırlanıyor.

Ulusal prömiyerini Adana Altın Koza Film Festivali’nde, uluslararası prömiyerini ise Oscar sertifikalı 33. Uluslararası St. Louis Film Festivali’nde yapan film; 24-26 Ocak tarihlerinde Ankara’da yapılacak KuirFest seçkisine de girdi.

Oyuncu kadrosunda Onur Gözeten, Ceren Taşci, Emrah Özdemir, Nizam Namidar, Eylül Dursun ve Yasemin Baştan’ın yer aldığı film, İstanbul’da drag queen performanslar sergileyerek hayatını sürdüren Hakkı’nın, annesinin ölüm haberinin ardından memleketine dönmesini ve yaşananları anlatıyor.  Film, Hakkı’nın memleketine dönmesinin ardından kimliğini gizleme mecburiyetiyle yüzleşmesini ve kendini kabullenmeye doğru çıktığı yolculuğu sinemaseverlerle buluşturuyor.

Filmin yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlenen Atakan Yılmaz ile filmin ortaya çıkışını, ilham kaynaklarını; sinemanın, “yüzleşme” ve “aile” gibi konuları anlatmaya dair sunduğu olanakları, “Lou Lou”nun festival yolculuğunu konuştuk.

lou-lou-bana-iyi-hissettiren-ve-guc-veren-her-seyin-bir-butunu-1

Atakan Yılmaz

Filmin kısa hikayesinden alıntıyla “İstanbul’da drag queen performanslar sergileyerek yaşamını sürdüren üniversite öğrencisi Hakkı, annesinin beklenmedik ölüm haberini almasıyla bir daha hiç dönmeyeceğini düşündüğü memleketine dönmek zorunda kalır…”. İlk olarak hikâyenin ve bu hikâyeyi bir film yapma fikrinin nasıl ortaya çıktığını sorarak başlamak isterim. Hakkı’nın hikayesi nasıl şekillendi?

Üniversite eğitimim için İzmir’deki aile evimden çıkıp İstanbul’a geldikten sonra, aile evime yaptığım her ziyarette biraz daha farklılaştığımı, ailemle kurduğum iletişimin zayıfladığını hissediyor ve bir an önce İstanbul’a ‘gerçek yaşantıma, arkadaşlarıma’ dönmek istiyordum. Ailemin topluma uyumlu bir birey olmam için -belki iyi niyetlerle- aşıladığı kalıplardan uzaklaşmak, yalnızlığımla yüzleşmek ve birçok insanın hikayesine tanık olmak, onlarla heyecanlanmak benliğimde köklü değişimler yaratmıştı. Bir kentsel dönüşüm bölgesinde büyümüştüm, çocukluğumdan beri kendimi güvende hissedebilmek için sürekli bir ‘erkeklik performansı’ sergilemek mecburiyetindeydim. Bu performansın mecburiyetinden zamanla uzaklaşmak çok iyi hissettirirken yetişkinlerin dünyasında zaman zaman bunu göstermek durumunda kalmak, büyük bir hayal kırıklığı yaratıyordu. Tüm bunlar bana şu soruyu getirdi: Geçmiş ve gelecek arasında sıkıştığımız, bu toplumsal beklentileri karşılama mecburiyetiyle yaşadığımız fanustan nasıl kurtarabilirdik kendimizi?  Kendimiz olarak, arkadaşlığın/dostluğun yahut herhangi bir kavramın yarattığı saf sevgiye yaslanarak ve her türlü ideolojik inançtan sıyrılıp birbirimize inanmaya başararak. Bulduğum cevaplar ise bunlar oldu.  Bu film ve sinemacı olma misyonum, temelinde bu hisse dayanıyor diyebilirim. Aslında Lou Lou bana iyi hissettiren, bana güç veren her şeyin bir bütünü.

Karakteri/karakterleri yaratırken ilham kaynaklarınız nelerdi?

Bir insanın sevdiği bir şeyi performe etmesi bana her zaman ilham verir. Konsere gittiğimde genelde müziği unutup performansı icra edeni izlerken bulurum çoğu zaman kendimi. Fakat drag showlarda ise bu performansın kişisel bir deneyimden çok daha fazlasını ifade ettiğini hissettim. Çok güçlü ve kendi mevcudiyetinden taşan, kitlesel bir coşkuya sebep olan bir performans biçimi.  Yukarıda bahsettiğim erkeklik performansı gibi günlük hayatımızda mecbur bırakıldığımız personalar benliğimizi sömürürken bu sanatta tam aksi gerçekleşiyor. İkisinin arasındaki farkı göstermek, var olmayı kutsamak niyetiyle çıktım yola. Kişisel hayatımda Candle ile kurduğum arkadaşlığın da çok büyük etkisi var. Kendisi varlığıyla hayatımı güzelleştiren, neşe ve sevgiyi saflıkla paylaştığıma inandığım nadir dostlarımdandı. Senaryonun ilk taslaklarından beri hep yanımdaydı.

“Ölüm ve yüzleşme, şahsi deneyimimin bir parçası olarak ortaya çıktı”

Filmde ana karakter Hakkı’nın memleketine dönüşünü, kimliğini gizleme mecburiyeti ve aile ile yüzleşmesini izliyoruz. Bu dönüş fikri ve yüzleşme filmde nasıl bir dramatik yapı oluşturuyor? Bu konuları sinema ile anlatmanın olanakları neler?

Mecburiyetlerimizle sömürülen varlığımız ve tam aksini mümkün kılan, bizi güçlendiren var olma mücadelemiz, bu yolda verdiğimiz uğraş ve eylemlerimiz. Filmin sinematik olarak temelini oturttuğum kontrast bu diyebilirim. Bunun dışında politik altyapısı olan bir senaryo ortaya koymak, bizi sıkıştıran şeylere karşı çaresiz olmadığımızı ve güçlü olduğumuzu hissettirmek istiyordum. Bununla birlikte hikayenin karşısında duran öznelere de söylemek istediğim cümleler mevcuttu. Kendimize ait olmayan ideolojilerden sıyrıldığımızda, birbirimize ortak geçmişimizin ışığında, saf bir yerden bakabileceğimizi söylemek istiyordum. Karakterlerim ve onların aralarında geçen diyaloglar aracılığıyla da bunu göstermeyi amaçladım.

Bir yanıyla filmde izleyiciye eşlik eden bir ölüm/kayıp teması da söz konusu. Hakkı’nın ailesi ile yüzleşmesi bir ölümün/kaybın hemen ardından gerçekleşiyor. Karakterin yüzleşmesini böyle bir ölümün/kaybın ardından kurmanızın nedeni nedir? LGBTİ+’ların ölüm, yas, kayıp gibi konularla ilişkisini-çoğu zaman tahakküm ilişkilerince belirlenen-anlatmak istediğinizi söyleyebilir miyiz?

Aile ve inanç, üzerine çokça düşündüğüm ve sinemamda tartışmak istediğim diğer temalardı. Ancak hikayenin bir ölümün etrafında dolanıyor olmasının arkasında farklı bir anlayış var diyebilirim. Doğum ve ölümler -kendi fikrimce- gerçeği algıladığımız ve onunla yüzleştiğimiz nadir deneyimler. Gerçek bu iki an dışında soyut bir yerdedir insan için. Anlamlandırma çabasına düşeriz hayatın geri kalan zamanlarında. Kimi insan bu anlamlandırma çabasının merkezine dini koyar, kimisi bilimi, felsefeyi yahut başka şeyleri. Ama bu iki anla yüzleştiğimizde bütün bu çaba boşluğa düşer. Kendimizle baş başa kalır, mevcut olanı yaşamaya başlarız. Hiçbir fikir ve ideoloji o an için yanımızda değildir.  Özünde Lou Lou dışındaki karakterlerin dışavurumu için söylüyorum bunu. Bu karakterleri boşluğa düşürmek ve saf olanı göstermek için tercih ettiğim bir yol. Bunun dışında sorunuzda söylediğiniz gibi Türkiye sinemasında kuir karakterler genelde olumsuz ve karanlık olana maruz bırakılan hikayelerde, ‘sözde’ ötekiyi görünür kılma kisvesi altında daha da ötekileştirilecek bir biçimle kendilerine yer buluyorlar. Bunun karşısında bir gerçeklik yaratmak istediğim doğru fakat; ölüm ve yüzleşme biraz şahsi deneyimimin bir parçası olarak ortaya çıktı.

“Türkiye’deki festivallerin filme olumsuz ve çekingen bir bakış açısıyla yaklaşacağını bekliyordum”

Drag kültürü filmde önemli bir yer tutuyor. Film aracılığıyla bu kültüre dair vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Kökeni çok eskilere dayanan, büyük bir mücadelenin önemli bir parçası olan bir kültür bu. Fakat ülkemizde bu kültürün, ne yazık ki, heteronormatif yapı içerisinde modern olarak atfedilen kesimlerce dahi, çok bilinen farkında olunan, hak ettiği değere ulaşamadığı bir konumda olduğunu düşünüyorum. Şehirli bir sinemacı olarak, bu kültürün şehrin önemli bir parçası olduğuna inanıyorum. Bu açıdan filmde bir performansa yer verebilmek benim için oldukça önemliydi. Hatta çok daha fazla yer vermek istiyordum aslında. Fakat kısa film yapmanın maddi ve teknik olasılıkları sebebiyle şu an olduğu şekliyle gerçekleşti.

Film ulusal prömiyerini Adana Altın Koza Film Festivali’nde; uluslararası prömiyerini ise Oscar sertifikalı 33. Uluslararası St. Louis Film Festivali’nde yaptı. Avrupa prömiyerini ise 47. Uluslararası Clermont Ferrand Kısa Film Festivali’nde yapacak. Seyircilerden gelen tepkiler neler oldu? Filmin festival yolculuğunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Durum bu haldeyken Türkiye’deki festivallerin filme olumsuz ve çekingen bir bakış açısıyla yaklaşacağını bekliyordum açıkçası. Nitekim Altın Portakal’ın ön jürilerinden birinin yaptığı LGBTİ+ karşıtı açıklamalar bu beklentimizin kuruntu olmadığını göstermiş oldu. Bu noktada Altın Koza’nın ön jürisinin filmi seçkiye alması önemli bir gelişmeydi bizim için. Zaten bazı festivallere de biz kendimiz göndermiyoruz filmimizi. Çünkü festivale girmek önemli değil o kadar, festivalin de bizim bakış açımıza sahip olması ve temsil etmekten çekinmemesi gerekiyor. Güzel festivallerde, güzel seyircilerle buluşma imkanı yakaladık. Ocak’ta Pembe Hayat Kuir Fest kapsamında Ankara’da seyirciyle buluşacağız. Özellikle bizim jenerasyonumuzdan mutluluk verici geri dönüşler alıyorum. Hedeflediğim ve hissettirmek istediğim duygu ve fikirler seyirci tarafından karşılık buluyor.  Clermont-Ferrand Dünya’nın önde gelen ve en çok katılım sağlanan festivallerinden biri. Lou Lou’nun hikayesini oralara taşıyabiliyor olmak çok güzel hissettiriyor. Sonrasındaki süreç nasıl olur bilmiyorum, fakat sürecin en başından itibaren en büyük hedeflerimden birisi üniversitelerde öğrencilerle buluşabilmek, sivil toplum kuruluşlarıyla ortaklaşabilmek. Umuyorum ki bu yolculukta bunu da gerçekleştirebiliriz.

Size de yayınınızda ve gündeminizde bize yer verdiğiniz için çok teşekkür etmek isterim. Bu söyleşiyi yapmaktan ötürü oldukça mutlu ve huzurlu hissediyorum.


Etiketler: medya, kültür sanat, yaşam, özel haber
2024