06/02/2012 | Yazar: Kaos GL

‘Ahmet Yıldız’ın ailesi kim? Onu kim öldürdü?’ sorularıyla takip etmeye çalıştığımız davalardan biri Ahmet Yıldız davası. Ve Zenne, Ahmet Yıldız cinayetine atfedilen bir film… Yönetmenler Caner Alper ve Mehmet Binay ile yollarımız Kaos GL Dergisi için kesişti.

‘Ahmet Yıldız ile yollarımız kesişti…’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
“Ahmet Yıldız’ın ailesi kim? Onu kim öldürdü?” sorularıyla takip etmeye çalıştığımız davalardan biri Ahmet Yıldız davası. Ve Zenne, Ahmet Yıldız cinayetine atfedilen bir film… Yönetmenler Caner Alper ve Mehmet Binay ile yollarımız Kaos GL Dergisi için kesişti.
 
Neden Zenne? Ve Zenne’nin yolu Ahmet Yıldız cinayeti ile nasıl kesişti?
Caner Alper: 2007 yılında, bir gece kulübünde izlediğimiz zenneden etkilenip, Orta Doğu’da değişen eğlence biçimleri üzerine belgesel yapalım diye yola çıkmıştık. Filmden önce bizim Ahmet ile yollarımız kesişti... 2006 yazından 2008 Temmuz’unda öldürülmesine kadar yakın bir arkadaşlığımız vardı. Onun vefatı elimizdeki pek çok işin yavaşlamasına sebep oldu. Bir türlü kabullenemedik. Sonra ben birbirine çok zıt, Zenne Can karakteriyle Ahmet Yıldız karakterini bir kurgu uzun metraj senaryoda birleştirme fikriyle Mehmet’e gittim.
 
Mehmet Binay: Kimi zaman o kadar kendi ülkemizin kültüründen uzak yaşıyoruz ki, tarihimizde, geleneklerimizde olan ilginç eğlence anlayışlarını unutuyoruz. Zenne de işte böyle bir şeydi bizim için.
Ahmet’in trajik öyküsünü Türkiye’ye ve dünyaya anlatmak istiyorduk. Bunu yaparken de Türkiye’deki LGBTT’lerin birden fazla meselesini ele almamız gerektiğinin farkındaydık. Görsel ve felsefi anlamı itibariyle de etkileyici Zenne, Ahmet’in hikayesine bir çerçeve görevi gördü. İkisinin garip bir şekilde bir arkadaşlık öyküsünde biraraya gelmesi bize iyi bir fikir gibi gelmişti.
 
LGBT olsun ya da olmasınlar, sinema sanatçılarının homofobiye karşı almaları gerektiğini düşündüğünüz tavır nasıl olmalı; mevcut durum nasıl?
C.A.: Sinema ile sınırlandırmamak lazım. Öncelikle LGBT bireylere destek verdiklerinde “Beni de gey sanırlar mı?” korkularını yenerek başlayabilirler. Erkan Avcı, Antalya Altın Portakal’da ödül aldığı için, şimdi daha da çok kişi bu tip rolleri almak isteyecek ama henüz çok uzun yolumuz var. Bir aylık dergi, Türkiye’nin önde gelen isimleriyle özel fotoğraf çekimi yapmak istedi, Zenne filmine destek ve homofobi karşıtı duruş sergilemek için. “Bizi bu işe karıştırmayın” ricasıyla hemen hepsi sıvıştı.
 
M.B.: Sinemamızdaki kadın karakterlerin yazılmasında bile politik yanlışlar var. Öte yandan kadınlara yönelik sürekli aşağılayıcı ve küfürlü konuşan erkek karakterler var ama tavır ve tarzları, dizi ve filmlerde hep kendi yanlarına kalıyor. Ben senaristlere de büyük görev düştüğünü düşünüyorum. Tabii oyuncuların da kendilerine gelen rolleri ve replikleri sorgulayıp, yapıcı bir şekilde, bazı ayrımcılık içeren kısımların senaryo içinde ilahi adaletle karşılaşmasını talep etmeleri gerektiği düşüncesindeyim.
 
Homofobi, Ahmet Yıldız’ın ailesine atfedildiği gibi, öncelikle muhafazakâr ya da dindar kesimlerin meselesi mi?
C.A.: Kesinlikle değil. Hiç beklemediğiniz, aydın kesimde bile rastlıyorsunuz. Şehir ya da öğretim düzeyi farketmiyor, çok yaygın bir bilgisizlik ve çekince var. Ahmet Yıldız’ın ailesi muhafazakâr değil, geri kafalıydı. Pek çok açıdan, bu ülkedeki “muhafazakâr” kesimden bile çok gerideydi. Kız kardeşlerine göre çok daha sıkıntılı ve acı dolu bir hayat yaşıyordu. Filmde bu kadar ayrıntıyı anlatabilmek zordu...
 
Ahmet Yıldız cinayetinde, meselenin “erkek” olmanın dışında “toplumsal erkeklik”le ilgili olduğunun altını çizmişsiniz. Anne karakterinin babadan daha “erkek” olması, aslında katilin salt erkekler değil, “toplumsal erkeklik” olduğunu bize gösteriyor diyebilir miyiz?
C.A.: Çok doğru. Tam da bunu anlatmak istedik. İnsanların içindeki şiddetin cinsiyeti olduğuna inanmıyoruz. Zenne’deki kadınlar erkeklere tokat atıyor... Öyle bir düzende eziyetle büyümüş kız kardeşin annenin hakkından gelmesi de benzer düşünceyle yerleştirildi.
 
Film ekibi, oyuncular ve yönetmenler olarak çekimler boyunca nasıl bir süreç yaşadığınızı düşünüyorsunuz? Ahmet Yıldız’ın öyküsü nasıl etkiledi tüm bunları?
C.A.: Başta her şey çok zordu. Önce oyuncular bulundu, yavaş yavaş konuşmaya ve hem gerçekleri hem de metindeki karakterleri tartışmaya başladık. Filmde anne, baba ve çocuklardan oluşan aileleri ara sıra bir araya getirip bir şeyler içtik, oyunlar oynadık. Isındık birbirimize. Sonra teknik ekip katıldı bize. Çekimlerin ilk günleri çok zorlayıcıydı. Çünkü uluslararası bir ekip bir araya gelmişti; dil ve mentalite problemi vardı. Sonra herkes, işinin ehli ve yapmak istediklerinden taviz vermeyen ekibi tanıdıktan, oyuncuların setteki kusursuz performanslarını seyrettikten sonra kendini saldı, iyice sarıldı. Çok sıcak bir ekip olduk. Çekimlerin son günlerinde kimse ayrılmak istemiyordu. Bazı sahnerin çekiminde alkış ve gözyaşı bile vardı.
 
M.B.: Zenne’nin seti Türkiye mozaiği gibiydi. Gey, heteroseksüel, lezbiyen, çok muhafazakâr, milliyetçi insan tipleri vardı. Ama hepimiz birbirimize karşı hoşgörüyle yaklaştık, setin son günlerinde gerçek anlamda bir kardeşlik vardı aramızda. Elenenler zaten baştan ayrıldılar aramızdan. Yeniden start versek, ekip birinci günden aynı şevk ve inançla çekime başlar bence.
 
Antalya’da Altın Portakal ödülünü aldınız. Bekliyor muydunuz? Tartışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
C.A.: Başlangıçta kabul edilmek çok sevindiriciydi. Ön jürinin oy birliğiyle beğenisi bizi çok kamçıladı. Bir ay boyunca Bkz.İletişim’le birlikte hiç durmadan, çalıştık, hazırlandık. Kartpostallar, broşürler, basın kitleri üzerine çalıştık. Festivalin son gün, son seansında gösterilecektik, bu hem avantaj hem de dezavantajdı. Her hayal kırıklığı yaratan filmden sonra Zenne’ye karşı beklenti artıyordu. Filmimizin bütün seanslarına biletler hemen ikinci gün bitmişti, herkes fragmanın farklılığındna bahsediyordu. Bütün film ekipleri ve festival seyircisinin şaşkın bakışları altında önceden planladığımız gibi kırmızı kıyafetlerimizle salona girdik. Filmin sonundaki tüm jenerik boyunca devam eden, yedi dakikalık alkış bize aslında sonucu müjdeliyordu. Ödüller hep tartışılır, sekiz-on kişinin bir masa etrafında vermiş olduğu kararlar hep sağlıksızdır. Tartışmalarda Zenne’nin almış olduğu 5 ödüle rağmen hakkının yendiğini biz değil başka filmciler ve sinema eleştirmenleri söyledi -sağolsunlar.
 
Malatya Film Festivali’nde bürokratik bir engelle karşılaştınız. Nasıl değerlendiriyorsunuz bunu? Zenne’nin yolculuğu sırasında karşınıza çıkan başka engeller var mı?
C.A.: Festivali düzenleyen ekip, bize gerekli olan Eser İşletme Belgesi’ni festivalden bir hafta önce istedi bizden. Bizi özel davetle çağırmışlardı ve yönetmelikten haberimiz yoktu. Pek çok festivalin istemediği bir belge kuralını değiştirmeye de yanaşmadılar. Festival vakfı başkanının istekli girişimleri de valilik katında sonuç vermedi. Malatya’dan arayan yetkililerden biri “Biz Zenne için toplantı yaptık, bir sakıncası olmadığına karar verdik (!) ama tabii Malatya muhafazakâr bir ilimiz...” dediği zaman çok şaşırdım. Yine bir “üst” kurul, halkının sağlığı için hassasiyet gösteriyordu anlaşılan. Zaten Zenne’nin vizyonu için Malatya’da iki sinema birden -ki zaten şehirde 2 sinema var- istekte bulunmuştu. Zenne, değerlendirme kurulunca 15 yaş ve üzerine konuldu ki bu bizi çok memnun etti. Lise gençlerinin, aileleri yanlarında olmadan da bu filmi seyredecek olması, filmi seyretmeden büyük korkular yaşayan bireyler üzerinde olumlu olacaktır diye tahmin ediyorum. Zira Zenne bir propaganda filmi değil, aile filmi.
 
Mehmet Binay ve Caner Alper arasında düşünce, yöntem, yaklaşım ayrılıkları oldu mu? Olduysa, nasıl devam ettiniz?
C.A.: Elbette. Her zaman olmuştur, birbirinden çok farklı iki bireyiz sonuçta. Ama biz yıllardan beri birlikte yaşıyor ve birlikte çalışıyoruz. Genelde çok uyumluyuzdur. Amacımız da belliydi, tartışıp kararı veriyorduk. Size bir anı anlatayım: Afganistan’daki çekimlere görüntü yönetmenimiz çekinip katılmadı. Biz de kamerayı ve oyuncumuzu alıp yola çıktık ama aylardır durmadan çalışmak sinirlerimizi epey yıpratmıştı. Filmin başındaki, Danny’nin çocuklarla birlikte eski sarayın önünde koştuğu sahnede, “Sen çekeceksin, ben çekeceğim” tartışmasına tutulduk. Mehmet o sahneyi sabit bir kareye sığdırmaya çalışıyordu. Ben güneş batacak diye sabırsızlanıyordum. Sonunda kamerayı kaptığım gibi koşmaya başladım... Neyse ki oyuncular da beni anlayıp peşime takıldı. Sonuç harika olmuştu, Mehmet montajı seyrettiğinde tebrik etti.
 
M.B.: Tabii ki kıskandım! Caner’in yaratıcılığı ve kabul edilmiş kurallara karşı umursamaz tavrına her zaman hayran kalmışımdır. Ben disiplin ve kural insanıyım ama onun özgür tavrı çoğu zaman yaptığımız işlere kanat takmıştır. Tabii benim teknik kusursuzluk merakımın da faydası olmadı değil. Sanırım birbirimize karşı nerede durmamız gerektiğini çok iyi biliyoruz ve gurur meselesi yapmıyoruz hiçbir şeyi.
 
Zenne yolcuğuna nasıl devam edecek?
C.A.: Şehirlerarası otobüslerde… (Gülüşmeler) Şaka değil, Kamil Koç Dergisi’ne bile röportaj verdik. Umarız THY’de veya şehirlerarası otobüslerde bile gösterilir Zenne. Vizyona girdikten sonra istek aldığımız bütün Anadolu şehirlerini gezip sohbetler yapacak, bu konu ve film üzerine konuşulmasını sağlayacağız. Şubat sonu, Mart başı, Türkiye yolculuğu biraz rahatlayınca da Amerika’ya ve Kanada’ya götüreceğiz.
 
İlk uzun metraj filminizdi. Yenilerini beklemeye başlayabilir miyiz? Yine LGBT konularında çekmeyi düşünür müsünüz?
C.A.: Uzun metraja devam edeceğiz. Elbette LGBT konularında çekeriz; “Bir defa yaptık, bitti.” diyemeyiz. Bu konuda bir şeyler yazıp çizen herkesin de desteğine hazırız. Ama şunu biliyoruz ki, fikir ve senaryo çok önemli ama geriye kalan hazırlıklar da...
M.B.: LGBT bireyler filmlerimizde hep olsun isteriz ama süs gibi de yerleştirme zorunluluğunda hissetmiyoruz kendimizi. Her filmimizde bir LGBT birey olmasındansa, daha okkalı bir karakteri yerleştirmeyi tercih ederiz sanırım. Ama bu konuda hem belgesel, hem de uzun metraj kurgu film yapmaya devam edeceğiz.
 
Esinlendiğiniz ya da uzak durduğunuz yönetmenler var mı? Güncel sinema ve Türkiye sineması hakkında ne düşünüyorsunuz?
C.A.: Mehmet ile Mike Leigh çok severiz; hemen her filminin dramatik yapısına ve oyuncu yönetimine hayranızdır. Merchant & Ivory de çok severiz, edebiyat uyarlamalarına da bayılırız. Almadovar’ın ilk dönem filmlerini çok beğeniriz. Kutluğ Ataman, Nuri B. Ceylan, Ferzan Özpetek’in her biri çok değerli işler yapıyor. Son dönemde çıkan yeni filmlerde bir minimal denizde boğulma eğilimi fark ediyorum, o endişelendiriyor.
 
M.B.: Stephen Daldry’i de eklemek isterim. Onun filmlerinin hem görsel hem de senaryo özelliklerine hayranız. Tabii oyuncuları beyazperdeye yansıtmasına da… Türkiye’de çok sinema yapılıyor, sektör inanılmaz bir devinim ve çalışma içinde ama acele edip prodüksiyon bandından çıkarır gibi piyasaya ürün verme merakı da var. Sinemaya daha fazla özen gösterilebilmesi için, finansal desteğin artırılması ve sinema filmlerine ödenen miktarların yükseltilmesi gerekiyor. Örneğin bir dizi her hafta 450.000 TL’ye alıcı bulurken kanallarda, sinema filmine en çok 250.000 gibi miktarlar ödeniyor. Tabii Zenne gibi bir filmi alacak televizyon kanalı da -RTÜK meselesiyle- çıkmıyor.  
 
Ahmet Yıldız cinayetine ve senelerdir ilerlemeyen dava sürecine gösterilen ilgi ile kıyaslarsak, anaakım medyanın ve toplumun filme olan ilgisini nasıl değerlendirsiniz?
M.B.: Ahmet’in davasına medyanın hep ilgi gösterdiğini düşünüyorum. Başından beri davayla ilgili herhangi bir gelişme veya gerçekleşemeyen duruşma olduğunda gazeteler hep bahsettiler. Ama Zenne genel izleyiciye yönelik yapıldığı ve içinde birçok unsuru da barındırdığı için inanılmaz bir ilgi gördü. Bundan dolayı çok mutluyuz, artık hafta geçmiyor ki Ahmet Yıldız’ın ismi gazetelerde görülmesin.
 
Zenne izleyicileriyle paylaşmak istediğiniz bir şeyler var mı?
C.A.: Bu filmi seyredecek LGBT bireyler belki daha şiddetli şeyler yaşadılar hayatları boyunca, gördüler, duydular. Toplumu tekrar tekrar, farklı medyalarla bilgilendirmemiz, soğukkanlılıkla bir arada durmamız gerekiyor. Onları eğitmeye ilkokul seviyesinde başlayacağız: Eşcinsellik hiçbir şekilde bulaşıcı değildir. İyi bir film seyrettiklerinde kimse gey olmayacak; cesur olsun ve arkalarına yaslansınlar. Film bittikten sonra bir süre yalnız kalsınlar. Bizi ancak biraz anlayacaklar...
 
M.B.: Bazen konuşamamak ve sessiz kalmak iyidir. Zenne’den etkilenen heteroseksüel arkadaş veya aile üyelerinizi zorlamayın; bırak yalnız kalsınlar. Mutlaka size geri dönüp sonradan konuşmak isteyecekler. En azından bizim çevremizde öyle oluyor. Tüm LGBT kardeşlerimize iyi seyirler diliyoruz. İyi ki Zenne’yi beyazperdede izleyeceğimiz günlere bizler ekip olarak ulaşabildik. Ve iyi ki varsınız! 
 
Murat Köylü
&
Umut Güner
 
Bu söyleşi Kaos GL dergisinin 122. sayısında yayınlanmıştır.

Etiketler: kültür sanat
2024