15/11/2011 | Yazar: Leman Sevda

Bienal’deyken Felix Gonzales Torres’in ve daha birçoklarının mücadelesini tekrar gündeme getirelim, 2005 yılından beri HIV ile yaşayan kişilere yönelik ayrımcılıkla mücadele eden ve HIV pozitif kişilere hukuki, tıbbi, psikolojik ve sosyal destek veren Pozitif Yaşam Derneği’yle HIV’e yönelik ayrımcılığı, mücadelelerini ve deneyimlerini konuşalım istedim.

İstanbul sanat piyasasının biricik, darbe destekçisi Koç Holding sponsorluğundaki gözdesi 12. İstanbul Bienali 13. Kasım. 2011 tarihinde sona erdi. Bienalin ilham aldığı sanatçı olarak AIDS aktivisti Felix Gonzales Torres’i görmekle, çağdaş sanatın sermaye ve politika ya da daha doğru söylemek gerekirse, direniş arasındaki çizgiyi flulaştırdığını, sanat piyasasının da tüm piyasalar gibi kendi içinde sürekli bir normalleştirme aygıtı olarak işlediğini bir kez daha gördük. 1980’li yıllardaki radikal HIV ve AIDS’e yönelik ayrımcılığa karşı mücadelenin öznelerinden biri olan bir sanatçının işlerine atıflarla Koç sponsorluğundaki bir bienalde karşılaşmanın üzücülüğü, böylece sanatın yahut aktivizmin yaşadığı anlam yitimi…
 
Sanatı bir mücadele aracı olarak ele alan 80’lerin HIV/ AIDS’e yönelik ayrımcılığa karşı mücadele de sergilere, galerilere girdi. Fakat sanatçıların işleri saf birer sanat eseri olarak değil, sözlerini kamusal ve kimi zaman elit ortamlarda söylemenin HIV ve AIDS nedeniyle ölen ve ayrımcılığa uğrayan insanların kamusal alandaki görünmezliğini kırmanın belki de en sıkı araçlarından biriydi. HIV ile yaşayan insanlara karşı ayrımcılıkla mücadele, iktidarların söylemlerinin HIV ile yaşayan insanlara karşı dolaysız bir nefret yaydığı, devlet politikalarının HIV pozitif insanların tedaviye erişimini yüksek ilaç ücretleriyle imkânsızlaştırdığı bir dönemde doğdu. Ve böyle bir toplumsal konjonktürde AIDS aktivistleri acılarını, taleplerini ve öfkelerini yoğun olarak simgesel bir dille, sanatla ifade ettiler.
 
Sanatın ne olup ne olmadığını tekrar gündeme getiren tartışmalar (ACT UP’ın Museum of the Modern Art’ta dağıttığı “Politik bağlamı olmayan resimler artık olmayacak” bildirisi, Gran Fury’nin Katolik Kilisesi’nin HIV ile yaşayan kişilere yönelik ayrımcı ve nefret söylemi içeren söylemlerini, HIV ve AIDS’in ne olup ne olmadığı üzerine politik bir söylemle bir araya getirdiği “Pope Piece” isimli işi vb.), galerilerden kaldırılması talep edilen işlerle (ki bir tanesi de Felix Gonzales Torres’e aittir ve pedofiliyi çağrıştırdığı nedeniyle kaldırılmıştır) yazılmış AIDS aktivizmi tarihinden kesitleri, bugün Koç kendi tarihine katmaya çalışarak kendi bağlamından uzaklaştırmaya, direnişten egemenlerin sermayesine doğru bir çizgi yaratmaya çalışmaktadır.
 
Avrupa Kültür Başkenti web sitesi henüz yeni açılmışken siteyi düzenleyenlerin yaptığı bir küçük kelime hatasının tam olarak doğruyu yansıttığını düşünmekteyim: Uzunca bir süre sitede “Capital of Culture” yerine, “Culture of Capital” logosu yer aldı.
 
Madem öyle, pek sevgili sanat piyasasının ve muhterem sanat sevicilerinin tüm gözleri henüz sona ermiş Bienal’deyken Felix Gonzales Torres’in ve daha birçoklarının mücadelesini tekrar gündeme getirelim, 2005 yılından beri HIV ile yaşayan kişilere yönelik ayrımcılıkla mücadele eden ve HIV pozitif kişilere hukuki, tıbbi, psikolojik ve sosyal destek veren Pozitif Yaşam Derneği’yle HIV’e yönelik ayrımcılığı, mücadelelerini ve deneyimlerini konuşalım istedim.
 
-          Merhaba, biraz Pozitif Yaşam Derneği’nden bahsetmekle başlayalım... PYD’yi, Türkiye’deki HIV/AIDS’e yönelik ayrımcılığa karşı mücadelenin tarihini ve mücadelenizi doğuran ihtiyaçları, mücadele perspektiflerinizi anlatabilir misiniz?
 
Pozitif Yaşam Derneği resmi olarak 2005 yılında kurulmuştur. Bu tarihten önce 1990’lı yılların başında çeşitli AIDS savaşım ve mücadele dernekleri Türkiye’de eş zamanlı olarak kurulmaya başlamış ve çeşitli illerde HIV yayılımının önüne geçmek amacıyla faaliyete geçmişti.
 
Zaman içerisinde HIV yayılımının beklenenin çok altında kalması, yeterli kaynak ve desteğin olmaması gibi sebeplerle konu toplumun ve devletin gündeminden hızla uzaklaştı. 2000’li yıllara gelindiğinde HIV yaşayanlar tamamen yalnız bırakılmış, sorunlar ve ön yargıların sonuçlarından kaçamayacak hale gelmişlerdi.
 
2003 yılına gelindiğinde yine kişisel bağlantılarla bir araya gelen birkaç arkadaşımız derneğin ilk bu­luş­malarını gerçekleştirdiler. Zamanla bu buluşmalara birkaç doktor, birkaç aktivist ve hatta UNAIDS gibi kurumlardan arkadaşlar da katıldı. 2003 yılının ekim ayında da HIVPOZİTİF e-posta gurubu kurularak internet ortamından sürekli haberleşme olanağı doğdu. Bu e-posta listesi özellikle İstanbul’da olmayan ama internet erişimi olan HIV ile yaşayanlar için bir soluk alma alanı, bir iletişim kanalı oldu. Bu e-posta listesi, özellikle güvenlik sebebiyle yüz yüze gelmeyi tercih etmeyen bir grup HIV ile yaşayan için ciddi önem taşımaktadır. E-posta listesi dernekten bağımsız bir mecra olarak halen varlığını ve önemini korumaktadır.
 
Bu listenin içinde veya dışında kalan ama daha çok fiziksel olarak bir araya gelenler ise bu birlikteliği resmi bir kimliğe dönüştürmek isteklerini ortaya koydular. 2004 yılında hızlanan dernekleşme süreci tüzüğün yazılması, amaç ve hedeflerin belirlenmesi, misyon ve vizyonumuzun netleşmesi gibi adımlarla daha da profesyonel bir şekil aldı. Derneğimiz Nisan 2005 ayında verdiğimiz resmi belgelerle kurulmuş oldu. Valilikçe derneğimizin kabulü ve resmi statüsünü kazanması ise 2005 Haziranı’nı bulmuştur. Bu nedenle derneğimizin doğum tarihi olarak Haziran 2005 tarihini gör­mek­teyiz.
 
Tüm ülkenin HIV/AIDS ile ilgili sorunlarını sırtlama cesaretini gösteren derneğimiz, tamamen amatör bir ruhla ama profesyonel olmaya çalışmıştır. Kuruluşta birkaç profesyonel doktor arkadaşımız, birkaç dernek geçmişi olan aktivist ve hemen hiç dernek tecrübesi olmayan, kimisi hemen hiç çalışmamış çocuk sahibi ev kadınları ve değişik kesimlerden HIV/AIDS’le yaşayanlardan oluşuyorduk. “Simit sarayları”nda toplanacak kadar imkânları kısıtlı, ama bütün sorunlara kafa tutacak kadar cesurduk. En ufak çabanın insan hayatlarındaki değişimi gözlemleyebiliyorduk. Hastane sıralarında uzak duran arkadaşlarımız, artık birlikte hastanelere gidiyor, birbirlerinin haklarını savunuyordu. Korkmadan bir araya gelebiliyorlardı.
 
2006 yılında, kuruluşumuzdan tam bir yıl sonra Küresel Fon ülkemizde “HIV/AIDS Önleme ve Destek Hibe Programı” açtı. Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen program çerçevesinde biz de dernek olarak bir kaynak kullanabildik ve Pozitif Yaşam Destek Merkezi’ni kurduk. Bugüne kadar bu merkezimizde 1000’den fazla farklı kişiye binlerce kez hizmet sunduk. Derneğimizi ne denli doğru amaçlarla kurduğumuzu, doğru şeyler yaptığımızı, toplumda, devlette, medyada, sağlık çalışanlarında ve HIV/AIDS’le yaşayanların hayatında ne denli büyük ve önemli değişimler yaptığımızı gözlemliyoruz. Asla yetinmeden, hedef­lerimizden şaşmadan, yeni hedefler ve hizmetler üreterek, daha fazlasını yapmayı amaçlıyoruz. Bu süreç zarfında yaşamını kaybeden bütün dostlarımızı derin sevgi, saygı ve mihnetle anarak, emeği geçen herkese teşekkürlerimizi sunuyoruz.
 
-          Hem ayrımcılık karşıtı bir mücadele, hem sağlığa erişim mücadelesi olan HIV’e yönelik ayrımcılığa karşı mücadelenin hangi gruplarla ortak yürütülmesi gerekiyor?
 
HIV, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de her kesimden ve yaştan insanı ilgilendirmekte ve etkilemekte. Bu nedenle öncelikle insan hakları örgütleri, kadın örgütleri, gençlik örgütleri, LGBTT örgütleri, sağlık çalışanları örgütleri ile birlikte ortak çalışmalar yürütmeye devam etmek önemlidir.
 
-          Türkiye orta ve düşük gelirli ülkeler arasında HIV tedavisine erişim sıralamasında 21. sırada ve % 50 ila 80 arasında değişen bir kesim tedaviye ulaşabiliyor. İki aşamalı bir sorum olacak bununla ilgili: HIV ile yaşayan kişilerin HIV tedavisine ya da yaşadıkları herhangi bir rahatsızlıkta tedaviye erişiminde yaşadığı sorunlar nedir ve bunlara yönelik neler yapılabilir? Geçtiğimiz aylarda medyadan, İzmir’de HIV ile yaşayan bir kişinin olması gereken bir ameliyatı doktorların HIV pozitif olması nedeniyle gerçekleştirmediğini ve sonunda Sağlık Bakanlığı’nın müdahale etmesiyle ameliyat olabileceğini duyduk. Bunun yeterli olmadığı, her HIV pozitif kişinin gündem olamayabileceği ortada... Sağlık çalışanlarının HIV ile yaşayanlara ayrımcılık uygulamasını engelleyen bir yasal mevzuat var mı ve aynı zamanda tıp fakültelerinde ya da hizmet içinde HIV ile ilgili bir eğitim veriliyor mu?
 
HIV tedavisi sosyal güvencenin içindedir. Ancak HIV ile yaşayan kişiler, HIV tanıları sebebiyle işlerinden çıkarılmakta, ayrımcılığa uğramakta, çalışma hakkından ve sosyal güvenceden mahrum bırakılmaktadır. Bu ihlaller tedaviye erişimlerini de engellemekte ve tedaviye ulaşım hakları ellerinden alınmaktadır. Aynı zamanda bu duruma maruz kalan HIV pozitif bireyler iş çevrelerinde deşifre olmakta, sosyal ve iş çevrelerinden izole edilmektedir. Bu süreç, zincirleme bir biçimde gelişmekte ve HIV ile yaşayan kişileri çok farklı biçimlerde ihlallere maruz bırakmaktadır.
                                   
Kişinin herhangi bir sağlık güvencesi yoksa Genel Sağlık Sigortası’ndan (GSS) aylık cüzi bir miktar yatırarak yararlanabilmektedirler.
 
Ülkemizde HIV pozitiflerin haklarını koruyan özel bir yasa bulunmamaktadır. Ancak Anayasa’nın 10. Maddesi ayrımcılık yasağını öngörmektedir. Benzer şekilde, Türk Ceza Kanunu’nun 122. Maddesi de kamu hizmetlerinin sunulması bakımından ayrımcılığı yasaklamaktadır. HIV/AIDS alanında çalışan hukuk insanları; Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) gözden geçirilmesi gereken maddeler olduğunu ve hukuk düzeninde çelişkiler bulunduğunu, yargı kısmının ise daha sıkıntılı olduğuna değinmektedir.
 
Sağlık çalışanlarından (doktor, hemşire ve sağlık personelinden) başta mesleğinin gerektirdiği bilgi ve tecrübeye sahip olmaları, mesleklerini uygularken yeterli dikkat ve özeni göstermeleri, hukuk ve etik kurallara uygun hareket etmeleri, gerekiyorsa mezuniyet sonrası eğitim eksikliğini gidermesi beklenmektedir.
Hekim, hastasının kişiliğine, sağlığına ve haklarına saygı göstermekle yükümlüdür. Aynı zamanda mahremiyetine (ölümden sonra bile) özen göstermesi ve yeterli sağlık bakımı ve tedavi verme ile yükümlüdür.
HIV/AIDS’in doğru ve güncel bilgilerle yaygınlaşması, özümsenmesi için detaylı bir şekilde tüm tıp fakültelerinin müfredatlarında ve sağlık alanında faaliyet gösteren kurumların hizmet içi eğitimlerinde sistematik olarak daha fazla eğitimler yapılması gerekmektedir.
 
-          HIV ile yaşayan kişi T.C. vatandaşı olmadığında, mülteci ya da yasal statüsü ne olursa olsun göçmen olduğunda tedaviye erişimde neler yaşıyor? Ve aynı zamanda “tedaviye zor erişen gruplar” diye bir kavramdan bahsedebilirsek eğer, bu grupların içine kimler giriyor?
 
T.C. vatandaşı HIV ile yaşayan kişilerin antiretrovial (HIV’i baskılayan) tedaviye ulaşımları sosyal güvenlik kapsamında ücretsiz olarak karşılanmaktadır. Sosyal güvenliğe sahip olmayanlar ile yeşil kart alarak ya da Genel Sağlık Sigortası kapsamında belli bir meblağ ödeyerek ücretsiz tedaviye ulaşabilmektedir. Ama T.C. vatandaşı olmayan sığınmacı, mülteci ya da göçmenlerin tedaviye ulaşımında sorunlar yaşanmaktadır.
 
Türkiye’ye gelen ve sığınma prosedürüne başvuruda bulunan sığınmacılar ve mülteciler, kayıtları itibariyle başlayan bir defaya özgü defter ücreti ve her 6 ayda bir ikâmet harcı ödemek koşulu ile sağlık hizmetlerine ulaşabilmektedirler. Ama birçok sığınmacı ve mülteci, bu 6 aylık ikâmet harcını ödeme gücüne sahip değildir. İkâmet harcından muaf olmanın istisnai durumu ise, Harçlar Kanunu’nun 88. Maddesi’nde açıklanmıştır ve muaf tutulma kararı ikâmet harcı vermeye yetkili makamlarca verilecek mali durumlarının bozuk olduğuna kanaat getirilmesi kararına bırakılmıştı. Ki, bu da keyfi karar verilmesi ihtimaline yol açabilecek bir durumu ortaya koymaktadır. Benzer koşullar, kayıtlı yasal göçmenler için de geçerlidir. Ama kayıtdışı yani yasal olmayan göçmenler, yalnız HIV/AIDS için gerekli olan antiretroviral tedaviye değil, hiçbir şekilde, herhangi bir hastalıkla ilgili tedaviye ulaşımları çok kısıtlı olmakta, bazen de mümkün olmamaktadır. Ancak ve ancak, çok kısıtlı sayıda ve bu alanda çalışan ve kısıtlı maddi olanaklar ayırabilen sivil toplum örgütleri ve yardım dernekleri aracılığı ile tedavi imkânı bulabilmektedirler. Ama antiretroviral tedavinin maliyetinin yüksek olması, bunun da ötesinde tedaviye başlandıktan sonra ara verilmemesi gerektiği için, kısıtlı koşullar sebebiyle, bu kurumlar aracılığı ile sağlanan tedavide bir devamlılık mümkün olamamaktadır.
 
-          Ayrımcılık ve önyargılarla mücadele ederken söylemlerimizi de değiştirmemiz gerektiğini, web sitenizde de bulabileceğimiz HIV/AIDS terminolojisi sözlüğü bir kez daha gösteriyor. Hakim olan HIV söylemini gözlemlersek, basında ve tıpta bugün nasıl bir söylemle karşılaşıyoruz? Mesela yoğun bir şekilde karşımıza çıkan “risk altındaki gruplar” söylemiyle ilgili olarak ne düşünüyorsunuz?
 
“Bilgi ve bilinç HIV’den korunmanın anahtarıdır” 
 
Toplum olarak hâlâ HIV ile AIDS’in farkını çok iyi bilmiyoruz. Kulaktan dolma, yanlış bilgilerle hareket ettiğimiz için hayatın her alanında karşımıza çıkan önyargıları engellemek daha da zorlaşıyor.
 
Önyargılar ve neden olduğu ayrımcılık, en sık sağlık alanında söylemselden ziyade daha çok davranış biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Her yıl yayımladığımız Hak İhlalleri Raporlarına göre; HIV pozitiflerin yaşadıkları ihlallerde birinci sırayı sağlık kuruluşları teşkil etmektedir. Sağlık kuruluşlarındaki bu ihlaller ise en çok bilgi eksikliğinden dolayı sağlık çalışanları (doktor, hemşire, hasta bakıcı) tarafından uygulanmaktadır.
 
Yürüttüğümüz basın çalışmaları sayesinde önceki yıllara nazaran HIV ve AIDS’e ilişkin habercilik dilinde olumlu bir gelişme olduğunu sevinerek gözlemlemekteyiz. Ancak, HIV ve AIDS ile ilgili önyargıları körükleyen haberlerin hâlâ varlığını sürdürdüğünü de üzülerek tespit etmekteyiz. Haber başlığında ve içeriğinde, nefret söylemi ile korkutucu ve HIV pozitifleri ötekileştiren bir dil kullanılmasını ise endişe verici bulmaktayız.
 
HIV ile yaşayan kişilere yönelik önyargıları besleyen başlık, haber ve görseller onların damgalanarak daha fazla ayrımcılığa uğramalarına ve toplumun HIV/AIDS’e kulaklarını kapamasına sebep olmaktadır. HIV yayılımının başlıca nedenlerinden biri korku dilinin, doğru ve çağdaş bilgilere erişimin önünde engel oluşturmasıdır.
 
“Risk altındaki grupları”nı HIV/AIDS açısından ele aldığımızda bu gruplar içerisinde kadınlar, gençler, seks işçileri, LGBT bireyler, hükümlü ve tutuklular, mülteci, sığınmacı ve göçmenler, gezici meslek grubu çalışanları bulunmaktadır. HIV/AIDS ilk tanımlandığı yıllarda “eşcinsel hastalığı” olarak lanse edildi. Ancak çok kısa bir süre içerisinde kadınlarda ve çocuklarda da yayılım görülünce, HIV’in sadece belli gruplara ait bir durum olmadığı anlaşıldı. Nitekim, bu yanlış kanının aksine, tüm dünyada heteroseksüel ilişki ile daha yaygındır.
 
HIV yayılımı önlemek için, HIV pozitiflere yönelik ayrımcılıkları ortadan kaldırmamız gerekmektedir.
 
-          Avrupa Birliği bir taraftan HIV’e yönelik önyargılara, ayrımcılığa karşı projelere destek verir ve HIV’e yönelik ayrımcılık karşıtı bir imaj çizerken, ikiyüzlü bir şekilde, diğer taraftan geçtiğimiz yıllarda HIV tedavisinde uygulanan jenerik ilaçlara kısıtlama getirmek istemişti. Ki bu mesela Hindistan’da HIV ile yaşayan birçok insanın tedaviye erişememesi demek ki, bu da finansal destek sağladıkları projelerin ve kurumların amaçlarına ters doğrultuda bir uygulama. Bu perspektiften baktığımızda global politikayı düzenleyen kuruluşlarda HIV/AIDS’e yönelik ayrımcılıkla ve tedaviye erişim kolaylığı sağlamayla ilgili olarak karşılaştığımız tutumlar nelerdir? 
 
Avrupa Birliği, bildiğiniz gibi Avrupa Ekonomik Topluluğu olarak bildiğimiz AET’nin bugünkü halidir. Sonuç olarak aslında ekonomik çıkarlar topluluğudur. Yıllar içerisinde bu ekonomik çıkarlar topluluğunun, sosyal çalışmaları desteklemesi ve bugünkü yapıya gelmiş olmaları tuhaf görülebilir. Kapitalist bir yapının sosyal projelere destek vermesi bir tür dilema gibi görülebilir. Oysaki sosyal konularda yapılan yatırımlar uzun vadede ekonomik değerler üretebilirler. Bu nedenle AB’nin ekonomik bakış açısıyla hibe ve krediler vermesi aslında bir çelişki değildir.
 
HIV ile ilgili konuya bakarsak daha net bir örnek vermiş oluruz. HIV tedavisi oldukça pahalı ve bütün yaşam boyu süren bir tedavidir. Bir yandan ilaç sektörünü beslerken bir yandan da ülkelerin zenginliklerini eritmektedir. Bugün dünya üzerinde 33 milyon HIV’le yaşayan kişinin olduğu UNAIDS tarafından öngörülmektedir. Tedaviye ulaşım oranı düşük olmakla beraber yüksek sayılarla çarptığımızda karşımıza çıkan HIV’e dayalı ekonominin sınırlarının trilyon dolarlara dayandığını göstermektedir. AB bir yandan ilaç satışlarının olmasını ve ilaç sektörünü korurken bir yandan da ülke ekonomilerini koruyucu tedbirler almak durumundadır. Bugün özellikle görece fakir AB ülkeleri diğer AB ülkelerinin zenginliğine sahip olamazken, üye oldukları için vermek zorunda oldukları hizmetleri de veremez haldedir. Birlik kendi asil üyeleri için dahi jenerik ilaç üretimi veya kullanımına izin vermemektedir. Bu açıdan bakıldığında aslında kapitalizmin vahşi yüzünü daha net görebilirsiniz. İşte tam da bu noktada AB’den gelen fonlar, yardımlar bu açmazı kapamaya yaramaktadır. Hem uluslar arası patent hakları ihlal edilmezken hem de kısıtlı hibelerle ekonomiler düzeltilmeye çalışılmaktadır.
 
Biz dernek olarak bu denge çubuğunda hemen hemen hiç olmayan devlet desteğini alamadığımız için, AB’nin bu açtığı teklifleri değerlendiriyoruz. Arka planda ne olduğu çok sorgulamadan ayakta kalmaya çalışıyoruz. Ortadaki çelişkinin bir tarafı olmadan, hizmete ihtiyaç duyan danışanlarımıza elimizden gelen her şeyi vermeye çalışıyoruz. Ne yazık ki bu ülkede HIV/AIDS’e karşı bir şey yapılıyorsa bunu yurt dışından gelen paralarla yapa yalnız yapmaya çalışıyoruz. Halkın ve devletin görmemek için özel çaba harcadığı bir alan bizimkisi.  
 
 
-          PYD olarak bu sene iki defa “Kadın Dayanışma Toplantıları” düzenlediniz. HIV ile yaşayan kadınların farklı yaşadığı durumlar neler, bu toplantılar nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
 
HIV ile yaşayan kadınlar (HIV pozitif kadınlar, kadın eşler, ablalar, anneler) dernek çatısı altında ilk kez “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” nedeniyle düzenlenen toplantıda bir araya geldi. HIV ile yaşayan kadınların dayanışmasına daha fazla önem vermekteyiz, çünkü “kadınlar” biyolojik ve sosyal-kültürel olarak HIV’den daha fazla etkilenmektedirler.
 
Günümüzde dünyada tahmini 33 milyon HIV ile enfekte kişinin % 48 kadarını kadınlar ve % 7,5 kadarını ise çocuklar oluşturmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2009 tarihli “Kadın ve Sağlık” raporuna göre 1990’ların başından itibaren tüm dünyada kadınlar arasındaki HIV yayılımı büyük bir artış göstermiştir. Böylece dünya çapında her yaştan kadınlar hızlıca artan bir biçimde HIV/AIDS’in “yeni yüzünü” oluşturmaya başlamıştır.
 
Kadınlar, yalnızca HIV değil, tüm cinsel yolla bulaşan hastalıklar karşısında, hem biyolojik hem de sosyal sebeplerden dolayı daha fazla enfekte olma riski taşımaktadır. 2008 tarihli UNAIDS raporu, dünya genelindeki kadınların yalnızca % 38’inin HIV/AIDS ile ilgili doğru ve güncel bilgi sahibi olduğunu göstermektedir. Dünya Sağlık Örgütü 2011 raporuna göre dünya genelinde 15 – 49 yaş grubundaki kadınların % 10 ila % 60’ının maruz bırakıldığı şiddetin (fiziksel, cinsel, duygusal şiddet dahil olmak üzere kadına yönelik her türlü şiddetin) kadınların HIV’le enfekte olma olasılığını arttırdığı kanıtlanmıştır.
 
Her yaştan kadınlar HIV ile enfekte olmaya erkeklerden daha yatkındırlar; çünkü cinsel ilişki sırasında virüsün erkekten kadına geçme olasılığı, kadından erkeğe geçme olasılığından iki kat daha yüksektir. HIV’in kadınları daha fazla etkilemesinin ardındaki nedenler arasında toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve yoksulluk da yer almaktadır. Bu etkilerin sonuçları yaşanan bölgeye göre derinleşmekte ve çözümü de güçleşmektedir.
 
Bulaşın asıl kaynağı erkek olsa bile kadınlar, HIV/AIDS’le ilgili damgalanmalara da daha fazla maruz kalabilmektedir. Ayrımcılığa maruz kalma korkusu yüzünden bazı kadınlar teste gitmekten, HIV pozitifseler de tedaviden kaçınmaktadırlar.
 
Tüm bu nedenlerden dolayı, özellikle de HIV ile yaşayan kadınlar olarak daha çok etkileşimde bulunmak ve kapasite arttırmak amacıyla Pozitif Yaşam Destek Merkezi’nde dönem dönem bir araya gelinmektedir.
 
-          HIV ile yaşayan insanlara yönelik hak ihlallerini mahkemeye götürmelerine yardımcı olacak bir hukuk projeniz var. Proje sırasındaki deneyimlerinizi bize aktarır mısınız?
 
Türkiye’de HIV’e ilişkin hukuksal bir mevzuat olmamasına rağmen, mevcut hukuksal çerçeve HIV ile yaşayan kişilerin, diğer hastalar ve vatandaşların Anayasa, Hasta Hakları Yönetmeliği ve özellikle uluslararası anlaşmalarla koruma altına alınan haklarından yararlandıkları şekilde yararlanmalarının önünde engel teşkil etmektedir. Ayrıca, Türk Ceza Kanunu’na göre ayrımcılık yapmak, mahremiyetin ihlali ve özel hayatın ihlali suç teşkil eden fiillerdir.
 
HIV ile yaşayan kişilere hukuki destek sağlamak, Pozitif Yaşam Derneği’nin (PYD) 2006 yılında Destek Merkezi’ni kurmasından bu yana, en önemli danışmanlık hizmetlerinden birini oluşturmaktadır. İlk günlerde HIV ile yaşayan kişilerin haklarını aramaları her ne kadar çok yaygın bir durum olmasa da, bu konuda güçlendirilen topluluk, haklarını arama konusunda danışmanlık alma talebinde bulunmaya başlamıştır.
 
Ancak fiziksel imkânsızlıklar ve avukatların ayrımcı yaklaşımları dava sürecine taşımak ile ilgili endişeleri sebebiyle, HIV ile yaşayan kişiler, ihlal vakalarını dava sürecine ve mahkemelere taşımıyorlardı. Bu sebeple, PYD 2008 yılında, Açık Toplum Enstitüsü’nün ve Hollanda Büyükelçiliği FSA Fonu’nun desteği ile “Hukuk Poliklinikleri Projesi”ni başlattı. Bu proje ile İstanbul, İzmir, Antalya, Adana ve Trabzon’da yaşayan HIV ile yaşayan 100 kişiye hakları ile ilgili kapasite geliştirme eğitimleri verilmiş, bu kişilerden 13’ü ihlal vakalarını mahkeme sürecine taşıma kararı almış ve bu vakalar ile ilgili adli ve idari yargı süreci başlatılmıştır. Yine bu 13 vakadan 4’ü, iç hukuk yollarının tüketilmesi sebebiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürüldü.
 
Hem iç yargı sisteminde hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde karar çıkması süreçlerinin uzun olması hem de HIV ile yaşayan kişilere yönelik hak ihlallerinin görece azalmış olmasına rağmen devam ediyor olması sebebiyle projenin devam ettirilmesi gerekliliği göz önünde bulundurularak ikinci proje teklifi yine Açık Toplum Vakfı ve Hollanda Büyükelçiliği’ne sunulmuştur. “Hukuk Poliklinikleri II” projesi hazırlanırken hem sağlanacak hukuk danışmanlığının daha geniş bir kitleye ulaşması hem de diğer illerdeki HIV ile yaşayan kişilerin hakları bağlamında kapasitelerinin artırılabilmesi ve aralarındaki ağın genişletilebilmesi amaçlanarak proje kapsamındaki hedef illerin sayısı bölgesel bağlamda da düşünülerek genişletilmiş ve İstanbul, İzmir, Antalya, Ankara, Adana, Samsun, Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa, Mersin, Hatay, Eskişehir, Sivas, Konya, Kayseri, Trabzon, Aydın, Muğla, Manisa, Afyon, Denizli, Bursa, Kocaeli’yi kapsayacak şekilde 23 ile çıkartılmıştır. Hukuk Poliklinikleri II Projesi Aralık 2010 itibarı ile yürütülmeye başlanmıştır. İkinci proje kapsamında proje hedef illerinde bulunan HIV/AIDS konusunda duyarlı avukatlara Barolar ve Türk Hukuk Sitesi gibi hukuk siteleri üzerinde yapılan duyurular ile ulaşılmış, bu avukatlar ile bir araya gelinerek avukatlara yönelik iki günlük bir eğitim düzenlenmiş ve eğitim sonrası bu avukatlar ile proje kapsamında çalışılmaya başlanmıştır. Yine ikinci proje kapsamında proje hedef illerindeki HIV ile yaşayan kişilere yönelik kapasite geliştirme eğitimleri devam etmektedir. İlk projedeki gibi, ikinci projede de hem hakları konusunda kapasite eğitimi alan hem de Hukuk Danışmanı tarafından direkt hukuk danışmanlığı verilen ve ihlal vakalarını yargı sürecine taşımak isteyen danışanların yargı süreçleri de devam etmektedir.
 
Hukuk Poliklinikleri projesi ile genel olarak, hem devam etmekte olan ve hem de yeni açılacak davalar ile mahkemelerden gelecek olumlu kararlar, özellikle AİHM kararlarının hükümetleri bağlayıcı olması sebebiyle, Türkiye’de HIV/AIDS konusunda yasal bir düzenleme yapılmasına ilişkin yetkililere mevcut sorumluluklarını hatırlatmak ve yerine getirmelerini sağlamak amacıyla, hem emsal teşkil etmesi hem de bir baskı aracı oluşturması amaçlanmıştır.
 
-          Temmuz ayında bir yasa taslağı hazırladığınızı açıkladınız, bu taslaktan ve anayasaya HIV’e yönelik ayrımcılığın eklenmesinin öneminden bahsedebilir misiniz?
 
Türkiye’de HIV ile yaşayanlar haklarını koruyan bir yasa olmadığı için her türden ayrımcılığa maruz kalabiliyorlar. Pek çok uluslararası ve ulusal yasa açısından açık suç teşkil etmesine rağmen HIV ile yaşayanların statüleri kendi rızaları ve bilgileri olmadan üçüncü kişiler ile paylaşılıyor. Hiçbir gereği ve dayanağı olmadığı halde okuldan uzaklaştırılıyor, işten çıkartılıyor, evlendirilmiyor, sosyal çevrelerinden dışlanıyorlar.
 
HIV ile yaşayanların hakları bazı ülkelerde doğrudan yasalar ile korunurken kimi ülkelerde mevcut diğer yasalar çerçevesinde değerlendirilmekte ve korunmaktadır. Gelişmiş ülkelerden biri olan Fransa’dan Pakistan’a kadar daha dezavantajlı pek çok ülkede HIV/AIDS ile ilgili tüm konulara değinen, oldukça kapsamlı yasalar mevcuttur. Bu yasaların ortak amacı, HIV’in yayılımını engelleyici politikalar ve HIV/AIDS ile yaşayan kişileri ayrımcılıktan korumak, haklarını kullanılabilir hale getirmektir.
 
Türkiye’de, HIV yayılımını engelleyecek, HIV pozitiflerin ise sağlık, ekonomik, kültürel hakları ile ilgili, tedaviye erişimi kolaylaştıracak, damgalanmayı azaltacak kapsamlı bir “HIV/AIDS yasası”na ihtiyaç vardır.
 
-          2008’den beri 1 Aralık Dünya AIDS Günü çerçevesinde kamusal alanda HIV ile yaşayan insanların sözlerini bir şenliğin içinden duyuyoruz.  Kamusal alandaki bu görünürlük HIV pozitif kişileri canavarlaştıran söylemlerin de gerçekle ne kadar bağdaşmadığını bir kere daha ortaya koyuyor. Peki HIV/AIDS’e yönelik ayrımcılıkla mücadele açısından baktığımızda kamusal alanda olmanın anlamı nedir?
 
Pozitif Yaşam Derneği toplumda, özellikle de medyada farkındalık yaratmak ve bu vesile ile daha fazla HIV ile yaşayan kişiye ulaşmak amacıyla üç yıldır sokağa çıkmaktadır. Sokağın meselesi olan HIV’i konuşmak için, HIV pozitif kişiler ve yakınları, HIV/AIDS alanında çalışan aktivistler, kadın örgütleri, gençlik örgütler, doktorlar, sanatçılar, özel sektör temsilcileri, gönüllüler; “HIV/AIDS hepimizin meselesidir” demek için Türkiye genelinde birçok ilde bir araya gelmektedir.
 
Kamusal alanda yapılan bu renkli etkinliklerle toplumun her kesiminin dikkati çekilmekte ve medyanın bilinçlenmesi sağlanabilmektedir. HIV pozitiflerin maruz kaldıkları ayrımcılık ve ön yargıların ortadan kalkması ve HIV/AIDS’ten olumsuz etkilenmeleri aza indirmek için önemli bir fırsat olarak değerlendirilmektedir.
 
-          Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
 
HIV ile yaşamak hayatın sonu değildir. HIV ile yaşayan bir kişi ne zaman tanı almış olursa olsun Pozitif Yaşam Destek Merkezi’nden ücretsiz hizmet alabileceğini bildirmek isteriz.
 
Toplum geneline ise; HIV ve AIDS herkesin ve her kesimin meselesidir. Kimse “bana gelmez” dememeli ve korunma yöntemleri ile ilgili bilgilenerek bilinçlenmelidir.
 
HIV’den korkmak değil farkında olmak önemlidir. Dünya Sağlık Örgütü’nün kronik hastalıklar listesinde olan HIV; 1996’dan bu yana başarılı tedaviler ile sağlıklı ve kaliteli bir yaşam sürmeyi mümkün kılıyor. Düzenli bir şekilde ilaçlarını almaya devam eden HIV pozitifler, kaliteli ve sağlıklı bir şekilde hayatlarına devam edebiliyorlar. Çalışabilir, evlenebilir, belirli önlem ve kontrollerle bebek sahibi de olabilirler.
 
Ayrımcılığı önleyemezsek HIV yayılımını da engelleyemeyiz.

 
Konuyla İlgili köşe yazısı: http://www.kaosgl.org/sayfa.php?id=9572

Etiketler: insan hakları, sağlık
nefret