18/06/2012 | Yazar: Kaos GL

Avukat Hülya Gülbahar: ‘Türkiye’de iktidar politikaları dışında hiç kimsenin herhangi bir görüş getirebilme imkânı kalmamış durumda.’

‘Bu Maya, Bu Toplumda Tutmaz; Bir Yerden Patlayacak’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
“Başbakan bu işlere karışmaya başladığında, yargıç da, önüne gelen dosyada, oral seks mi yapacak, anal seks mi yapacak, ikisini birden mi yapacak, hiçbirini mi yapmayacak, bütün bunlara karar verme hakkını kendinde görebiliyor.”
 
Avukat Hülya Gülbahar: “Türkiye’de iktidar politikaları dışında hiç kimsenin herhangi bir görüş getirebilme imkânı kalmamış durumda.”
Hürriyet Gazetesinden Ayşe Arman’ın sorularını cevaplayan Gülbahar, “Çok net anlaşılıyor ki, farklı yaşam biçimlerinin, farklı tercihlerin bu ülkede özgürce var olabilmesinin önü kapatılıyor.” dedi.
 
“Başbakan düğmeye bastığı anda, herkes kendi bulunduğu alanda, RTÜK’se RTÜK, Sağlık Bakanlığı’ysa Sağlık Bakanlığı, herhangi bir ildeki nikâh memuruysa nikah memuru, karakoldaki polisse polis, aynı refleksle, o yeni politikaya uygun şekilde yayın yapıyor. ‘Ustalık dönemi’nin göstergeleri bunlar. Tehlikeli bir sürece girdik.”
 
Kürtaj tartışmaları bardağı taşıran son damla oldu”
 
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başlattığı kürtaj tartışmaları öncesi kendisi için üç kırılma noktası olduğunu söyleyen Avukat Hülya Gülbahar, “kürtaj yasası” girişiminin kendisi için bardağı taşıran son damla olduğunu belirtti.
 
“Günümüz Türkiye’sinde, kadınlara ‘analık’ ya da ‘katillik’ dışında herhangi bir alanda var olma hakkı tanımayacak bir devlet politikasıyla karşı karşıyayız” diye konuşan Gülbahar’ın Ayşe Arman’ın sorularına verdiği cevaplardan satır başları şöyle:
 
“Kürtaj tartışmaları bardağı taşıran son damla oldu. Ama beni bir sürü şey rahatsız ediyordu. 2010’da kadın örgütleri olarak yaptığımız Dolmabahçe toplantısında, Başbakan bize, açık açık, “Ben kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum çünkü yaradılışları farklı” dedi. Ekledi: “Kadından anneliği çıkarırsanız geriye kutsal bir şey kalmaz!” Bu, benim için ilk kırılma noktasıydı. İkinci kırılma noktasını, geçtiğimiz günlerde Şiddet Yasası’nı tartışırken yaşadım. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’le 250’ye yakın kadın örgütü bir araya geldik. Aylarca birlikte şiddet yasası taslağı üzerinde çalıştık. Kelime kelime üzerinden geçtik. Sonuçta çok içimize sinmese de belli bir noktada uzlaştık...”
 
“Her gün 5 kadının öldürüldüğü bir ülkede 300 kadroyla ne yapabilirsiniz; şaka gibi!”
 
“14 ilde, ‘Şiddet Önleme İzleme Merkezleri’ açılacaktı. Bu merkezler 7/24 çalışacaktı. Kadınlar oraya gittiğinde, hem psikolojik hem hukuki hem de tıbbi destek alabilecekti. Çocuğun bakımı ve iş danışmanlığı gibi sorunlarını da paylaşabilecekti. Her şey tek bir kapıda halledebilecekti. İlk aşamada, 5 bin kadro olacaktı, listeler hazırlandı. Heyecanlıydık. Ama taslak, Başbakanlık’a gittiği anda heyecanımız kursağımızda kaldı. Türkiye çapında tek bir şiddet önleme merkezi, 300 kadroyla sınırlı kaldı! Her gün 5 kadının öldürüldüğü bir ülkede 300 kadroyla ne yapabilirsiniz; şaka gibi! Acilen adı da değiştirdiler, ‘Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu’ değil de, ‘Ailenin Korunması Kanunu’ haline getirdiler.”
 
“Geriye gidiş anlamında bir adımın geleceğini biliyordum”
 
“Bu çok önemli bir vurgu. Devlet, “Kadına şiddeti değil, aile içi şiddeti önlemeye çalışırım. Bunun için yasa çıkartırım” diyor. Bu da benim için üçüncü kırılma noktasıydı. Şiddet Yasası’nda, kadın hareketinin artık frenleyici bir işlevinin kalmadığını, iktidarın hiç kimseden çekinmediğini gördüm. Bu da beni dehşete düşürdü. Arkadan geriye gidiş anlamında bir adımın geleceğini biliyordum. Geldi. Kürtaj yasası.”
 
“İyimser olabileceğim bir durum yok”
 
“Önce, “Bu, belki de Başbakan’ın fevri bir çıkışıdır” diye düşündük. Yanıldığımızı kadın bakanlığıyla görüşme yapınca anladık. Artık Türkiye’de kazanılmış hakların ciddi bir risk altında olduğunu ve bu riski durdurmanın çok zorlaştığını biliyoruz. Böyle sakin konuştuğuma bakmayın, bu korkunç bir şey. “Kadından anneliği çıkardığımızda geriye kutsal olan bir şey kalmaz” diyerek kadını sadece annelik niteliğiyle değerli kılan bir yaklaşımdan, “Anne değilse katildir!” yaklaşımına sıçradık. Bu yeni bir evre. Bizler, günümüz Türkiye’sinde, kadınlara ‘analık’ ya da ‘katillik’ dışında herhangi bir alanda var olma hakkı tanımayacak bir devlet politikasıyla karşı karşıyayız.”
 
“Samimi değil bunların hiçbiri”
 
Kürtaj tartışmalarında Diyanet’in fetva vermesini “kaygı verici” bulan Gülbahar, “Diyanet, bence derhal lağvedilmesi gereken bir kurum” diye konuştu.
 
“1983’te nüfus planlaması hakkında kanun çıkarken, o dönemin Diyanet İşleri Başkanı, ‘Dinen uygundur’ diye rapor vermişti. Başbakan değişti, bugün, onun atadığı Diyanet İşleri Başkanı, onunla aynı üslubu kullanarak “Bu cinayettir!” diyebiliyor. Diyanet, bence derhal lağvedilmesi gereken bir kurum. Düşünebiliyor musunuz, ‘emanet kavramı’ üzerinden, kadınların bedenlerinin kendilerine ait olmadığını söylüyor. O bedenler bize ait değil! Tanrı’nın! Ve bizler, Tanrı’nın dünyadaki elçisi erkeklerin çocuklarının taşıyıcısıyız! Kürtaj tartışmasında da, beni kimse, daha sinir sistemi hiç gelişmemiş, bilinci olmayan ve daha ‘tutup tutmayacağı’ bile belli olmayan bir ‘fetus’un hakları için bu kadar üzülündüğüne, uğraşıldığına inandıramaz! Samimi değil bunların hiçbiri. Çok aşikâr ki arkasında başka bir şey var... Kadınların bedenleri, cinsellikleri ve hayatları hakkında kontrol erkeklerde olacak var. Kürtaj tartışması bu, sezaryen tartışması da...”
 
“Devlet, kadının bedenini, cinselliğini ve hayatını kontrol edecek”
 
“Bu karar, kadınla hekimi ya da kadınla partneri arasında bir karar değil, devletin saptadığı şekilde belirlenecek. Devlet, kadının bedenini, cinselliğini ve hayatını kontrol edecek. Türkiye’de kadınlara yapılan ‘hodri meydan’ bu işte. Onun için kadınlar, ‘annelik’ ve ‘katillik’ arasında başka rol tanımaksızın, ikisinden birine sıkıştırılmak isteniyor. “Keyfi kürtaj” diyorlar, keyfi kürtaj diye bir şey olur mu, kürtaj masalarında keyif mi alınır? “Benim bedenim, benim kararım” söyleminden bu kadar rahatsızlık duyulmasının arkasında da, bütün bir kadın cinsi kontrolden çıktığı için onu tekrar kontrol etme kaygısı var.”
 
“Orta yol yok. Ya izin vardır ya yoktur”
 
“Dört haftada fark edilmesi bile mümkün değil. O kadar erken gebeliği sonlandırmak tıbben de zor olabilir. Burada yapılacak şey çok net; 12 hafta olması lazım. İkinci mesele, kocanın iznine bağlı olması. Böyle bir şey de söz konusu olamaz. Bakın, Türk Ceza Kanunu’nda, evlilik içi tecavüzün suç sayılmasını biz sağladık. Daha önce değildi. Özellikle de ayrılmak, ilişkiyi sonlandırmak isteyen kadınlar için, tecavüz sonucu hamile bırakılmak, çok ciddi politik bir sorundur ve çok yaygındır. Beş senedir ayrı yaşadığı kocasından boşanamayan bir müvekkilim vardı. Adam eve geldi, kapıyı kırdı, kadına tecavüz etti ve onu hamile bıraktı. Kürtaj olmasına da izin vermedi, 50 yaşına yaklaşmış bir kadından söz ediyoruz. İşin acı tarafı da, o dönem, evlilik içi tecavüz suç değildi ve adam sadece kapıyı kırmaktan ceza aldı. Buradan çıkan tek sonuç var: Kürtajda kocanın rızasının aranmaması gerekiyor. Çünkü çocuk yapmak, doğrudan doğruya kadının bütün hayatını etkileyen bir süreç. Ama toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlarsınız, kadının hayatını etkilediği kadar erkeğin hayatını da etkileyecek hale getirirsiniz, işte o zaman birlikte karar verirler.”
 
“Hep birilerinin kadınları!”
 
“Bombardıman halinde, topluma, tek tip bir yaşam biçimi dayatılıyor. Yine Başbakan’ın bir lafı, “Biz sizin askılı bluzlu kadınlarınıza karışıyor muyuz?” Birinin, ‘türbanlı kadınları’, birinin ‘askılı bluzlu kadınları’. Ama hep birilerinin kadınları! Bakış açısı hep böyle. Mutlaka o kadınların sahipleri var. Onun için, “Kadının değil, ailenin korunması.” Hep aile vurgusunu öne çıkarıyorlar. Aile Araştırma Kurumu ilk kurulduğunda, ‘Geniş ve güçlü Türk ailesi’ kampanyası yapıldı. Hedef, Türk-İslam sentezine uygun bir aile modelini teşvik etmekti. Üç kuşak bir arada. Evet, geniş aile güzel bir şey, ama o geniş aile içindeki bireyler eşit hak ve özgürlüklere sahipse; yoksa, iktidar kullanamayan aile bireyleri için geniş aile intihar sebebi bile olabilir. Bir de tek bir aile modeli yok,
bunu dayatmak saçma. Bugün dünyanın geldiği noktada, insanlar aynı cinsten olsalar da aile kurabiliyorlar ya da arkadaş toplulukları şeklinde yaşamayı seçiyorlar. Gel de iktidara bunu anlat...”
 
“Erkeğin ‘reis’liği üzerine kurulu ataerkil bir toplum modelini yaygınlaştırıyorlar!”
 
“Aslında bu, uzun zamandır alttan altta yürüyen bir tartışmaydı, birtakım çıkışlara, “Münferit fikirler” deniyordu. Şimdi artık münferit olmadığı, iktidarın genel anlayışının bu olduğu ortaya çıktı. ‘Dekolte giyen kadın, tecavüzcü kadar sorumludur ve tecavüzcü yarı oranında cezalandırılmalıdır’ gibi yasa teklifleri yapıldı bu ülkede. O dönem bunları tartıştığımızda, “O da onun fikir özgürlüğü!” deniyordu. Şimdi bunlar artık resmi devlet fikri ve politikası haline geldi!”
 
“Yakında misyoner pozisyonu dışında her şeye ‘yasak’ denilecek!”
 
“Türkiye için kaygılanıyorum. Yargıtay’ın verdiği cinsellik ve pozisyonlarla ilgili karar da rastlantısal değil, hepsi birbirine bağlı. Hepsi aynı mantıktan çıkıyor. Artık doğrudan hayat biçimlerine karışılıyor. Nasıl sevişeceğimize, ne zaman sevişeceğimize, hangi pozisyonda sevişmemiz gerektiğine bile! Yakında misyoner pozisyonu dışında her şeye ‘yasak’ denilecek!”
 
“Evde porno kaset bulundurmak, hakikaten suç olabilir mi?”
 
“Çocuk pornosu ve kişilerin özel hayatlarına saldırı anlamı taşıyan gizli kamera kayıtları gibi dışında, ister erotik, ister pornografik her filmi özgürce seyredebilmemiz gerekiyor. Devletin hiçbir biçimde karışmaması lazım. “İnternetten indirdi, bilgisayarında bulundu, CD’ye kopyaladı” bunlara da karışılmaması gerekiyor.”
 
“Çok çarpıtılmış bir ahlak ve din anlayışı görüyorum burada. Bu iktidarın ve ona bağlı kadroların cinsellik anlayışı gerçekten ilginç. Aşırı muhafazakâr. Neredeyse dinler öncesi döneme ait bir anlayış. Muhafazakâr Yahudilik de biraz öyledir. Katoliklik de. Ama İslam dini öyle değildir. Camilerde verilen bazı vaazlara bakıyorum, Yargıtay resmen yasaklayabilir onları! İçeriye mi boşalacaksın, dışarıya mı, ne zaman boşalacaksın, bütün bu tartışmalar yapılıyor camilerde. Bence bu kötü bir şey değil; olmalı, insanlar konuşmalı...”
“Bu toplum, özel hayata bu kadar müdahaleciliği kabul etmez gibi geliyor bana. Her zaman değişik dinler, halklar ve kültürler bu ülkede beraber yaşamıştır. Çok ciddi bir melezlenme olmuştur. O yüzden bu maya, bu toplumda tutmaz; bir yerden patlayacak. Dilerim ki toplumsal kutuplaşmaları, toplumu birbirine düşürmeden birbirine yapıştırarak çözecek bir aklı selim hâkim olur. Çok umutlu değilim ama... İçten içe fokurdayan bir şey var...”
 
“Başbakan karışırsa yargıç da karar verme hakkını kendinde görür”
 
“Başbakan bu işlere karışmaya başladığı zaman, yargıç da, önüne gelen dosyada, oral seks mi yapacak, anal seks mi yapacak, ikisini birden mi yapacak, hiçbirini mi yapmayacak, bütün bunlara karar verme hakkını kendinde görebiliyor. Bu kararları alta alta yazıp herhalde unutmayalım diye yatak odalarımıza asacağız! “Bu odada, şunlar şunlar yapılır, şunlar yapılmaz!” Yakında böyle bir bildirge de çıkabilir Yargıtay’dan!” 

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam