02/10/2006 | Yazar: Kaos GL

Mehmet Bilâl, ikinci kitabı ''Adresinde Bulunamadı''’da Gön.’ün öyküsünü anlatıyor. Hani şu bir zamanlar sevgiliye yazdığımız mektupların sahibi olan ‘biz’ ya da ‘ben’. İçinde mektubumuzu taşıyan Zarf’ın üstüne iki noktayı üst üste koyarak yazdığımız... Bir anlamda imzamız...

‘Dünyada aşka ve tutkuya yetenekli bir kalpten daha saygıdeğer bir şey yoktur’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı Mehmet Bilâl, ikinci kitabı ''Adresinde Bulunamadı''’da Gön.’ün öyküsünü anlatıyor. Hani şu bir zamanlar sevgiliye yazdığımız mektupların sahibi olan ‘biz’ ya da ‘ben’. İçinde mektubumuzu taşıyan Zarf’ın üstüne iki noktayı üst üste koyarak yazdığımız... Bir anlamda imzamız...
Türkiye edebiyatında eşcinsel metinlerin azlığına ve belki de var olanların niteliksizligine itirazı olanlara iyi gelebilecek bir kitap bu. Mehmet Bilal, Türkçede yazılmış en güzel eşcinsel aşk kitaplarından birine imza atıyor.

KAOS GL

Söyleşi: Uğur Yüksel

Kahramanın adını bir Zarf koyuyor ve kitap boyunca biz de onu Gön. olarak tanıyoruz. Gön. nasıl biri?

Gön., bir tür melodram kahramanı. Yirmi dört-yirmi beş yaşlarında ve o zamana kadar yaşadığı her şeyin, tüm hayatının sahte, yalan, kurmaca olduğunu öğreniyor bir anda. Hata yaptığı bir anda. Hata affedilmeyecek, çünkü hatanın içeriği, eşcinsellik! O hata, o çocukça oynanan cinsel oyun düzcinsel (zıtcinsel de diyenler var!) içerikli olsaydı, elbette affedilecek ya da görmezden gelinecek ve belki de o yalanla kurulmuş, sıkıcı, bunaltıcı bir evcilik oyunu gibi kurgulanmış hayatı devam edecekti. Ama olmayacak, çocuklukta başladığı cinsel oyuna daha ileriki yaşlarda bir kez daha katılınca cezasını çekecek! Gön. tasarlanmış, yapılmış aileye yakışmayan, yakıştırılmayan, layık görülmeyen, hesap bozan bir karakter. Aile olmanın, bir ailede olmanın, ailede yer alabilmenin kuralları var çünkü. Bir travma, cinnet yaşanıyor karşılıklı. ‘Aile’, oyunbozanı devre dışı bırakıyor ve oyuna devam ediyor. Gön. bir suçlu olarak sahanın dışına atılıyor. İlk arızasında; tekerleği dönmediği, ışıkları yanmadığı, siren ya da kahkaha sesi çıkarmadığı ilk anda fırlatılıp atılan bir oyuncak gibi atılıyor aileden. O da ‘aile denen çamuru’ ayaklarından silerek, yeni, temiz, taze adımlar atma, üzülmeme kararıyla yola çıkıyor. Kimliksiz, evsiz, yersiz yurtsuz, beş parasız kalmış olsa da artık hiçbir şeyin canını yakmasına izin vermeme kararıyla…



Bir de Zarf var. İçinde taşıdığı mektuptan daha çok merak etmeye başladığımız, anlattığınız öykünün en önemli kahramanlarından biri oluveren...

Zarf, anlatıcılardan biri olduğu kadar, aynı zamanda romanın yaşayan karakterlerinden biri. Yollandığı adrese, gönderildiği kişiye ulaşamıyor ama üç yıl, yedi ay, iki gün sonra sararmış, solmuş, hırpalanmış bir halde ve anlatacak bir hikayeyle geri dönüyor. Şımarık bir turist gibi başladığı yolculukta ilginç maceralar yaşıyor. Huysuz, gözlemci, talepkar bir zarf o. Ama hayat ona da pek adil davranmıyor. Hayatın eşit davranmadığı insanlar gibi kendiyle ve dünyayla hesaplaşmaya giriyor. Gönderenle de özdeşleşiyor zaman zaman, aşık oluyor, hayal kırıklığı yaşıyor, dostlar ediniyor, yalnız kalıyor, giderek olgunlaşıyor. Sanırım ilk kez bir aşk hikayesini bir zarfın dilinden okuyoruz.

Ve Attila... Çocukluk kahramanı Uçan Kaz’ı hatırlayıp da doğum gününde kaz yemek isteyen ‘kötü çocuk’. Gön.’e dair duyduğu ama asla dillendirmediği aşkla da ‘kötü’ bir eşcinsel. Attila, kimliğini reddederek ve her şeyi yıkarak Gön.’ün hikayesinde dengeyi sağlamak için var sanki. Ne dersiniz?

O bizim toplumda örneği çok sık görülen bir kişilik. Belki biseksüel, belki gizli eşcinsel, belki de sadece korkak. Kafası, kalbi karışık olanlardan. Kitaptaki en gerçekçi karakter bence. Tanımladığınız gibi ‘kötü’ eşcinsel mi, bilmiyorum ama kötü çocuk olduğu kesin. Gön.’le yan yana gelişi belki bir zorunluluk. Ama zorunlu olarak yan yana gelen herkesin birbiriyle cenge tutuştuğunu söyleyemeyiz. Dolayısıyla Attila’nın Gön.’le olduğu kadar kendiyle, kendi cinselliğiyle ilgili de dertleri var. Gön. açısından baktığımızda, Gön. ile Attila arasındaki temas aşk değil, sadece bir ilişki, bir deneme. Kitaptaki gerçek aşk, farklı nedenlerle de olsa yalnız kalmış, sıkışmış, açık yaralarıyla, korkularıyla yaşayan iki yabancı, Gön. ve Volker arasında yaşanıyor. Biri her şeyiyle gerçekçi, gelgitleriyle, çamuruyla, küfrüyle, kavgasıyla bir ilişki… Diğeri de herkesin yaşamak isteyebileceği büyüleyici bir aşk, ikisini özellikle peş peşe verdim. Biri kirli gerçek, diğeri beyaz masal örneği. Attila gibi bir karakterin kadınla ya da erkekle gerçek bir aşk yaşamasına imkan yok.

İki seneyi aşkın bir süre boyunca yazılmış bir kitap bu. Gön.’ün ve Zarf’ın yolculuğu, son durakları en başından kurgulanmış mıydı?

Her ikisinin de yolculuklarını ve duraklarını en baştan kurgulamıştım. Hatta finali, finaldeki mektubu daha kitabın ortalarındayken yazıp koymuştum bir kenara. Yalnız, kitabı bitirdikten sonra zarfın duraklarında azaltmaya gittim! Çok daha fazla sayıda durak vardı; İsviçre, Londra, Rio de Janeiro, hatta Bangkok. Fakat bu kadar durak, bu kadar adres asıl hikayeye hizmet etmemeye, turistik bir geziye dönüşmeye başlamıştı.
Türkiye’de kalemini en beğendiğim bir gazeteci/şair/yazar arkadaşım tarafından uyarılınca, fazlalıkları attım gitti. İnsanın yazdıklarına kıyıp atması epey zordur ama kıydım. Baştan kurgulamadığım ama sonradan anlamlı bir katkısı olacağına inandığım bir durağı da hikayesiyle birlikte ekledim: New York.

Gön. cinsel kimliğiyle boğuşarak okuyucuyu da yormayan biri. Aşka düşüyor ve bu aşkın peşinden gidiyor. Sorgulamıyor, yanlışsa düzeltmeye çalışıyor, ona zarar veren adamlara aşık olup düşmüyor peşlerine. Oysa Türkiye’de eşcinsel aşkı anlatan öykülerde kahraman tek kişilik, saplantılı, gerekiyorsa şiddeti de barındıran aşklar yaşar ve sonunda yalnızlığa mahkum olduğunu büyük bir olgunlukla kabul edip yoluna devam eder. ‘Yalnızlık eşcinsellerin kaderidir’ algılamasından başka bir şey değil gibi geliyor bu bana. ‘Üçüncü Tekil Şahıs’ı okuduğumda da aynı şeyleri düşünüp rahatsız olmuştum. Oysa Gön. ‘normal’liğiyle farklı duruyor. Yaşamda(n) ne istediğini biliyor. Sanki Gön. çok olgun kalıyor o sıkça tanık olduğumuz saplantılı, hastalıklı, bunalımlı gey kahramanlardan?

Eşcinselliği ve bir eşcinseli tamtamlar, davullar çalmadan, tüm doğallığıyla yazmak istedim. Çünkü benim için eşcinsellik son derece doğal; egzotik, eksantrik, doğa dışı, dünya dışı, hayat dışı bir şey değil. En az düzcinsellik kadar doğal bir eğilim. ‘Üçüncü Tekil Şahıs’a bir parantez açmak isterim: Erhan ‘iyi’ bir işe, bir sürü ‘arkadaş’a ve oldukça ‘steril’ bir hayata sahip olan, hayatının yarısını aseksüel yaşayan biri olarak, yolun bir noktasında gördüğü bir erkeğe, Semih’e aşık olur. Otuz beş yaşını cinsellikten uzak yaşamış biri olarak, aklıyla, kalbiyle ve bedeniyle büyük bir savaşa girer. Bu aşk ona hiç bilmediği bir dünyayı, yeni bir dili öğretecektir. Onun cinsel kimliğini fark etme ve bu cinselliği temsil eden dünyayı tanıma serüveni çok sancılı, ağır, dertli geçer… Gön.’ün ise cinsel kimliğiyle ilgili bir problemi yok. O kendini bildi bileli eşcinsel. Bunun kavgasını hiç etmiyor, kapışmıyor kendiyle. İçinde hissettiğini tüm doğallığıyla yaşamak istiyor. Kendini, kendiyle hiç boğuşmadan çocukluğundan itibaren tanımış ve kabullenmiş durumda. Çok ağır bir bedel ödese de yoluna devam ediyor. Aşkı istiyor, arıyor, buluyor da. İki karakter arasındaki temel fark, kendi cinsel kimlikleriyle olan ilişkileridir, diyebiliriz.

‘Sevgili’ Volker’in yine onu şaşırttığı bir gün/an ‘Benimle ölür müsün?’ sorusuna Gön.’ün yanıtı ‘Hayır, seninle yaşarım’ oluyor. Oysa bildiğimiz o hastalıklı eşcinsel aşk öykülerinde bir sevgili diğerine böyle bir soru soracak, dünyalar onun olurdu. Ama Gön. öyle değil. Tek isteği yaşamak. Birlikte yaşamak, belki de yaşlanmak.

Bu biraz da benim hayat önerim aslında. Hayat o kadar zor ve acımasızlıklarla dolu ki! Zaten seni tepetaklak etmek için pusular kurmuşken, bir köşede sinsice bekliyorken başka çaremiz var mı? Volker, aşkın doruğundayken, havalarda uçtuğu sırada Gön.’e ‘Benimle ölür müsün?’ diye soruyor. Gön. bu sorunun derin anlamını bilmiyor elbette o sırada, tek düşüncesi ömrü boyunca hayatın ondan esirgediği mutluluğu doyasıya yaşamak. Nerden bilsin başına gelecekleri? Hoş, bilseydi cevabı ne olurdu ben de merak ediyorum. Şaka bir yana, ben her şeye rağmen hayata anlam katmaktan, dirençle yaşamaktan yanayım.

Gön. aramızda dolaşan, yaşayan bir karakter. Çok canlı. Yoksulluğu bilen, algıları sonuna kadar açık, hayatı dört duvarın dışında gören birisi. Ne idealleştiriliyor ne de sıradanlaştırılıyor. Entelektüel ama elit değil. Sokaklarda yaşamayı da biliyor ama ona acımamızı beklemiyor. Cinsel kimliğinin hep farkında ama bunu bir ayrımcılık saymadan, saydırmadan yaşayabiliyor. Böylesine dengeli ve ‘normal’ bir karakteri görmek için bu kadar beklemeli miydik?

Bu değerlendirmenizden dolayı gurur mu duymalıyım, üzülmeli miyim, bilmiyorum aslında. Elbette çok teşekkür ederim, bana bir ‘ilk’i gerçekleştirdiğimi söylemiş oluyorsunuz, içinde zaman kaybına, gecikmişliğe teessüfü de barındıran. Ne diyebilirim? Daha önce böyle bir karakter yaratan olmadıysa, demek kısmet banaymış! Şunun farkındayım: Ben stil cambazı, okuyucunun sınırlarını zorlamak için çırpınan bir iş çıkarmadım, hikayemi ve karakterlerimi samimiyetle anlattım. Edebi belleğimizde oluşmuş dramatik ezberleri bir kenara bırakmaya çalıştım. Eşcinsellik gibi netameli bir konuyu, konunun klişeleşmiş ayak izlerine basmadan, sıfırdan ele almaya çalıştım. Hikayemi de, karakterimi de homofobiyle savaşa adamadığım gibi, heteroseksüel merkezli dünyada eşcinsel olarak var olmanın mücadelesini de es geçmedim. Koyduğum tavrın doğallığı, önyargıları eleştirmeye kalkarken aslında onları yeniden inşa eden birçok kitaptan farklı olarak, okuyucuyu hikayeye her yönüyle ortak ediyor. Bunu da önce okuru o aşka inandırarak yapıyor. Birçok okurun kitabı bir oturuşta bitirdiğini, çok sayıda yetişkinin hüngür hüngür ağladığını ve iki yüz sekiz sayfanın sonunda bazı kişilerin homofobilerinin çözüldüğünü duymak elbette çok büyük bir mutluluk.



Gön. şimdi ne yapıyor?

Gön.’ün ne yaptığının ipuçlarını aslında kitabın son bölümünde görebiliyoruz: ‘Gön.’ün gece yarısı apartmanın kapısını açıp yorgun argın içeri girdikten sonra, beni görmesiyle üzerimi ıslatması bir oldu. İçkiden, eğlenceden değil, belli ki çok çalışmaktan yorulmuş bir insanın hali vardı Gön.’de. Yüzünde beni postaladığı günkü ham telaşın, gergin heyecanın yerini, hayatın adil davranmadığı insanlara özgü sakin çizgiler ve durgun bir ifade almıştı.’ Buradan anlıyoruz ki, Gön. hayatını çalışarak kazanan, hayatta kolaya kaçmayan, ne istediğini bilen ve kendi ayakları üstünde durmaya devam eden bir karakter. Bence Volker’i unutamadı ve hâlâ seviyor. Belki ara ara ona yazdığı mektubu açıp okuyor, birlikte çekildikleri fotoğrafa bakıyor, ağlıyor. Ama aşka bu kadar açık bir kalp taşıdığına, aşka bu kadar teslim olan bir kişiliği olduğuna göre bugünlerde yeni birini seviyor olabilir, hayatında yeni biri olabilir. Çünkü ona göre ‘Dünyada aşka ve tutkuya yetenekli bir kalpten daha saygıdeğer bir şey yoktur.’

Mehmet Bilâl’in çekmecesinde bizi neler bekliyor?

Sorunuzu sadece edebi çekmece açısından algılıyorum. Çünkü hayatımı kazanmak için yaptığım, yine sadece yazarak yaptığım başka işler de var. Sorunuza dönersem, ben aynı anda birkaç kitap üzerinde çalışabilen biri değilim. ‘Adresinde Bulunamadı’ya ancak ‘Üçüncü Tekil Şahıs’ yayınlanır yayınlanmaz başlayabilmiştim. Üçüncü bir roman üzerinde de yeni yeni çalışmaya başladım. Çok aktif bir başlangıç yapmadım henüz. Hikayem kabaca belli aslında ama anlatıcı ve dil konusunda kararsızım. Sürekli notlar alıp atıyorum torbaya. Onlar bir süre sonra olgunlaşıp kendini gösterecekler. Yani öyle umuyorum! Üçüncü kitap çok sert olacak gibi. Üstü örtülmeye çalışılan bir günah, bir suç üzerine iki erkek arasında, kıran kırana bir hesaplaşma, diye özetleyebilirim.



KİTAPTAN:

Bulutların içinde bir masalın akıcılığıyla geçiyordu zaman. Dünyanın, bu buluttan başka hiçbir şeyin görünmediği noktasında, gerçeküstü bir ânı yaşıyorlardı.

-Benimle ölür müsün?

Volker’in sorusuyla kendine geldi. Onun yüzünü o zamana kadar hiç böylesine allak bullak görmemişti. Onu baygın bulduğu, odasına getirdiği, yatağına yatırdığı gecenin sabahında bile. Kararlılık, aşk, şefkat, korku ve çaresizlik, bir duygu skalası gibi yerleşmişti gözlerine.
Varlığına zaman zaman inanmakta güçlük çektiği, gerçekliğinden sık sık kuşkuya düştüğü sevgili ona şaka mı yapıyordu?
Gön. sanki o sesleri içinden geçirmemiş gibi, sanki içinden geçen o sözcükleri Volker okumamış gibi cevap verdi.

- Hayır, seninle yaşarım.


Kaynak: Kaos GL, Yaz 2006, Sayı:28



*GLBT Söyleşi:

[[Öyküye ‘bir şey oldu’]] - Fatih Özgüven



Etiketler: kültür sanat
İstihdam