20/02/2007 | Yazar: Kaos GL

‘‘Hem askere gitmem, muayene de olmam’ diyen vicdani retçiler bu anlamda militarizmin sağladığı hakkı reddederek, karşı cinsiyetçi yönünü teşhir ettiğini vurgulamış oluyor.’ Açık Radyo’dan Ömer Madra Bilgi Üniversitesi’nde yapılan Uluslararası Vicdani Ret Konferansı’nın düzenleyici ekibinden Özgür Heval Çınar’la konferansı ve vicdani reddi konuştu.

‘‘Hem askere gitmem, muayene de olmam’ diyen vicdani retçiler bu anlamda militarizmin sağladığı hakkı reddederek, karşı cinsiyetçi yönünü teşhir ettiğini vurgulamış oluyor.’ Açık Radyo’dan Ömer Madra Bilgi Üniversitesi’nde yapılan Uluslararası Vicdani Ret Konferansı’nın düzenleyici ekibinden Özgür Heval Çınar’la konferansı ve vicdani reddi konuştu.

KAOS GL

Ömer Madra: Konuğumuz Özgür Heval Çınar, geçen hafta sonu Bilgi Üniversitesi’nde yapılan Uluslararası Vicdani Ret Konferansı’nın düzenleyici ekibindendi. Hoş geldiniz!

Özgür Heval Çınar: Hoş bulduk!

ÖM: Türkiye’de genellikle konuşmakta zorluk çekilen, kaçınılan bir konu, ilk defa böyle büyük çaplı, uluslararası boyutta tartışılma fırsatı buldu. Çağırıcıları arasında bulunduğum halde katılamadım, ama oldukça iyi geçtiği ve çok geniş bir tartışma platformu yaratıldığına dair de izlenimler geldi. Biraz anlatır mısınız?

ÖHÇ: Bu konferans fikri nereden çıktı ve bu aşamaya nasıl geldi? 24 Ocak 2006 tarihinde AİHM Osman Murat Ülke hakkında kararını verdi ve bu karar gereğince Türkiye’nin sözleşme hükümlerini ihlal ettiği yönünde karar verdi ve Türkiye’yi mahkum etti. O dönemde bir de Mehmet Tarhan davası gündemdeydi, vicdani ret, tarihimizde görülmedik bir şekilde tartışılmaya başlamıştı. Çeşitli kesimlerden insanlar görüşlerini belirtiyordu bu konuda. Biz de, bu konuya duyarlı bir grup arkadaş olarak, bu konferansı düzenleme fikri ile hazırlıklarına başladık. Tam bir yıllık bir hazırlık süreci gerekti, çünkü eğer uluslararası konferans düzenliyorsanız ve Amerika’dan tutun da İsrail, Latin Amerika’dan, Balkanlar’dan ve Türkiye’den herkesi toparlamak istiyorsanız en az bir yıllık bir sürece ihtiyacınız var. Önce konunun önemini de bilen insanlar bir araya geldi, bir çağırıcılar heyeti oluştu, bu çağırıcıların içerisinde siz de vardınız, Mete Tunçay, Murat Belge, Sezgin Tanrıkulu, Yıldırım Türker, Nilgün Toker, Melek Göregenli ve Mithat Sancar gibi 27 kişinin oluşturduğu bir çağırıcılar grubu oluştu. Ben avukatım, İngiltere’de yaşamaktayım ve 1,5 yıldan beri Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Komitesi) Türkiye masasında da gönüllü stajyer olarak çalışmaktayım. Buradan da gelen bağlantılar sonucunda çok güçlü bir destekleyici bir organizasyon grubu da meydana geldi. Bunun içerisine Amnesty International Turkey (Af Örgütü Türkiye Şubesi) girdi. İnsan Hakları İzleme Komitesi New York merkezlidir, ama dünyanın bir çok yerinde şubeleri olan bir örgüttür. Konu ile direk bağlantılı olarak çalışan ve Londra merkezli bir örgüt olan Uluslararası Savaş Karşıtları Organizasyonu ve Vicdani Retçiler İçin Avrupa Bürosu da katıldı, bunun dışında tabii ki Türkiye etaplı organizasyonlar da yer aldı. İnsan Hakları Derneği İstanbul şubesi bu konferansın yasal sorumluluğunu üstüne alarak, düzenleyici olarak yer aldı. Helsinki Yurttaşlar Derneği ve Uluslararası Af Örgütü Türkiye şubesi bu organizasyonda yer aldı. Bunun dışında Norveç Helsinki Komitesi Heinrich Böll Derneği Türkiye şubesi de maddi desteğini sağladı ve böyle bir konferansı gerçekleştirdik. İki günlük bir konferanstı, 27–28 Ocak tarihlerinde İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin ev sahipliğinde gerçekleşti. Her iki günde de üçer oturum vardı, ikinci günün sonunda da büyük bir forum vardı.

ÖM: Oldukça ciddi bir katılım vardı ve sadece konuşmacılar değil izleyenler de canlı bir katılım gösterdiler yanılmıyorsam değil mi?

ÖHÇ: Kesinlikle öyle. Birçok konferansa katıldım hayatım boyunca ama bu konferansa katılım gerçekten had safhadaydı. Her iki gün toplamında 600’ün üzerinde katılım oldu. Sadece nicelik anlamında değil nitelik anlamında da insanlar çok doluydu, çeşitli kesimlerden insanlar vardı, insan hakları aktivisti, hukukçu, akademisyen, öğrenci, çeşitli yaş ve cinsiyetlerden insanlar vardı. İnsanlar gerçekten büyük bir şevk ve heyecan içerisindeydi. Son bölümünde forum vardı, iki günlük tartışmaların değerlendirilmesi için, bu forum programa göre saat 5’te başladı ve iki saat sürdü. Normalde konferanslarda insanlar çok yorgun olur, sonlara doğru katılım ve verim düşer, ama forum sırasında içeride 200’e yakın insan vardı ve son kelimeye, son noktaya kadar insanlar heyecanla düşüncelerini belirtmek istiyorlardı, insanlar inanılmaz bir şevk ve heyecan içerisindeydi.

ÖM: Çevirmenler de bitap düştü herhalde?

ÖHÇ: Tabii ki. Gerçekten çok başarılı bir konferans olduğunu düşünüyorum. Bu düşüncemi de destekleyen değerlendirmeler de aldık ve insanlar ‘bunun devamının getirmeliyiz’ diye ayrıldılar.

ÖM: Böyle bir konferans Türkiye’de ilk defa gerçekleşiyor, bu bağlam içinde o önemini de belirtmek gerekiyor. Yıldırım Türker’in Radikal gazetesinde güzel bir değerlendirme yazısına da rastladık. Hem niceliksel, hem de niteliksel olarak enerjisinin de oldukça yüksek olduğu anlaşılan iki günlük bir konferans oldu. Gayet sübjektif olarak düşünüyorum ki Türkiye’de genel olarak militarizm konusu başta olmak üzere bu tip konular üzerinde o kadar az tartışılma, düşünülme fırsatı bulunuyor ki, bunlar Türkiye’nin tabu saydığı konular. Ortaya konulan görüşlerden bir kısmını aktarabilir misiniz?

ÖHÇ: Konu başlıkları üzerinden konuşmaları çok hızlıca anlatabilirim. Mesela, ilk günün ilk oturumunda, dünyada ve Türkiye’de vicdani ret deneyimleri vardı. Burada Andreas Speck’la Rudi Friederich ortak bir sunum yaptılar. Burada üç tane ülke örneği verdiler, bir tanesi Güney Afrika idi, bir tanesi Yunanistan’dı, bir tanesi de Paraguay’dı. Yunanistan’la Türkiye büyük benzerlikler içerisindeydi. Güney Afrika da ise diktatörlük döneminde vicdani ret hareketi gerçekten çok güçlüydü ve haliyle Güney Afrika’daki vicdani ret hareketi, uluslararası hukukun vicdani ret hakkını tanımasında çok büyük bir rol üstlendi. Paraguay’ı örnek vermelerinin nedeni de şu; Paraguay hem vicdani ret hakkını anayasal bağlamda tanıyan, bir yandan da zorunlu askerlik sistemini benimseyen tek ülke dünyada. Aslında trajikomik bir durum oluyor, devlet askerlik çağına gelen insanlara bizdeki askerliğe çağrı kağıdını yolluyor, davet ediyor ‘askere gel’ diyor, insanlar da ‘hayır, ben askere gelmek istemiyorum, vicdanı retçiyim’ diyor. Bu sirkülasyon sürekli devam ediyor, şu anda Paraguay’da yılda 8 bin tane vicdanı retçi var ki, bu çok büyük bir rakam ve Paraguay dünyadaki tek örnek. Bu bağlamda Paraguay’dan bir arkadaş getirmek istedik, aslında çok da ısrar ettik, ama maalesef T.C. Paraguay Konsolosluğu’ndan vize alamadı ve konferansa getiremedik. Bu büyük bir kayıptı, ‘sağlık olsun’ diyelim.

ÖM: Ne gerekçeyle engellendi?

ÖHÇ: Oradan gelecek olan arkadaş, sonuçta anti militarist ve vicdani ret örgütünde profesyonel olarak çalışan biriydi ve koşulları biraz ağırdı, banka hesabında Paraguay’ın şartlarına göre çok yüksek miktarda para gösterilmesini istediler, uçak bileti ya da başka gidiş dönüş prosedürleri konusunda engeller çıkartıldı. Bunlar gerçekten de vize başvurularında istenen kriterler belki, ama Paraguay’ın koşullarını düşününce gerçekten biraz absürd oluyor o taleplerde bulunmak.

Bunun dışında Türkiyeli bir vicdani retçi olan Uğur Yorulmaz vardı, harp akademilerinden disiplinsizlik nedeniyle atılmış bir kişi. AİHM’nin Osman Murat Ülke kararında da kullandığı bir tabir vardı, ‘sivil ölüm’ diye, vicdani retçilerin durumunu sivil ölüm kavramı ile ifade ediyordu. Uğur da vicdani retçi olmasından dolayı, yaşadığı problemleri pek çok örnekle anlattı, çok verimli bir konuşmaydı. Ayrıca İsrail’den gelen vicdani retçi Tali Lerner vardı.

İsrail’le Türkiye arasında çok büyük benzerlikler var

ÖM: İsrail’in durumu da çok istisnai ve önemli.

ÖHÇ: İnanılmaz.

ÖM: Teknik açıdan savaş halinde olan, pek çok komşusuyla gerilimli olan ve kendini çok güçlü bir ordu bulundurmak zorunda hisseden bir ülke, orada da vicdani retçilerin hayat bulabilmesi ilginç.

ÖHÇ: Kesinlikle öyle ve bu konferansta, İsrail’le Türkiye arasında çok büyük benzerliklerin olduğunu da gördük. Çünkü Tali gerçekten çok somut örnekler verdi, mesela ta ilkokuldan başlamak üzere milli güvenlik derslerinin verildiğinden bahsetti, bizde de milli güvenlik dersleri veriliyor. Ayrıca, İsrail kadınları da askere alan dünyadaki tek ülke bildiğim kadarıyla. Kadınlar için 2 yıllık, erkekler için 3 yıllık bir zorunlu askerlik süresi var. Militarist bir toplumda kadınlara nasıl bir rol verildiğine dair örnekler verdi ve çocukların aslında militarizme dair zihniyeti askerlikle değil, ta ilkokuldan beri aldıklarını anlattı, hatta milli güvenlik derslerinde, savaş esnasında bombalardan nasıl korunulur, ilk yardım müdahalesi nasıl yapılır vs. gösterildiğini anlattı. Çok faydalıydı ve benzerlikler yakaladık bu anlamda İsrail ve Türkiye arasında. Sonuçta iki komşu ülkeyiz, aynı coğrafyada yer alıyoruz, bu yüzden benzerlikleri anlama noktasında çok faydalı oldu.

İkinci oturumun sonunda zorunlu askerlik ve vicdani reddin tarihi vardı. Burada Hollandalı Türk tarihi profesörü Erik Jan Zürcher vardı. Zürcher bize Osmanlı döneminde vicdani ret hareketi diye bir şey olmadığından, o dönemdeki asker kaçakları, firariler ile ilgili bir sunum yaptı. Çok ilginç örnekler verdi, mesela Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda 300 bin asker kaçağının olduğunu söyledi.

ÖM: Çok büyük bir rakam. Hele o zamanki nüfus dikkate alındığında, şimdikinden çok daha düşük yoğunluklu bir nüfusun içinde böyle bir rakam büyük tabii.

ÖHÇ: Kesinlikle, İstanbul’dan Hicaz cephesine gidecek 10 bin kişilik ordu, Konya’ya geldiğinde 4 bin tane fire veriyor. Fireden kasıt sadece asker kaçakları değil, tabii bunun içerisinde ölümler var, hastalanma, vs. var ama büyük çoğunluğu da asker kaçakları. Avrupa ordularında bu asker kaçaklarının %3–5 oranında olduğunu, ama Osmanlı ordusunda bu oranın %20’ye çıktığını söyledi ki, bu dehşet verici bir rakam. Çok güzel bir sunum oldu.

Konuşmacılar arasında Amerika’dan Brown Üniversitesi’nden Matthew C. Gutmann vardı, özellikle Amerika ve Meksika üzerine çalışmış, antropolog ve buradaki militarizm, maskulinalite, vb. durumlarla ilgilenen bir akademisyen. O da son Irak savaşı sırasında Amerika’daki asker kaçaklarının sayısının 9 bine vardığını söyledi: Amerikan hükümeti şöyle bir çözüm getirmiş: Amerika’ya diğer ülkelerden iltica etmek isteyen insanlara şu şartla vatandaşlık vermiş, eğer ‘Amerikan ordusunda asker olarak yer alacaksan biz sana vatandaşlık veriyoruz’ demişler.

ÖM: ‘Teşvik primi’ yani.

ÖHÇ: Evet bir anlamda teşvik pirimi. Militarizmin ne boyutlara geldiğini, Amerika özelinde ne boyutta olduğunu bize güzel bir örnekle anlattı. Bunun dışında Almanya’dan gelen akademisyen Ulrich Brockling vardı, bir kitabı Türkçe’ye Askeri Disiplin adıyla çevrildi,. Ulrich de şöyle bir sunum yaptı; vicdani ret hareketinin şu anda bulunduğu durum nedir? 21. yüzyılda artık profesyonel ordulara geçtik, artık pahalı silahlar kullanılıyor, az elemanla, az silahla çok fazla tahribat yaratılabiliyor ve bu modern silahların, pahalı silahların profesyonel olmayan insanlara bırakılması süreci olmuyor, daha profesyonel insanlar tercih ediliyor, eğitimli, gerçekten kalite sahibi insanlar tercih ediliyor. Ama bu anlamda vicdanı ret hareketi 21. yüzyıl süresinde nasıl bir anlam kazanıyor. ‘Düşünün, artık savaşlar olacak ama kimse gitmiyor.’ Biliyorsunuz Vietnam savaşında Amerika’da çıkan bir slogan bu, ama bu sloganın bu yüzyılda ne kadar işlediğine, profesyonel ordular karşısında ne kadar çalıştığına dair, özellikle Almanya ve Fransa’dan örnekler vererek bir sunum yaptı. Zorunlu askerlik Avrupa’da nasıl yerleşti, şu anda 21. yüzyıldaki profesyonel ordularla birlikte vicdani ret hareketinin aldığı tavır gibi konuları kapsayan bir sunum yaptı.

Suavi da Prusya militarizminin Osmanlı üzerindeki etkisiyle birlikte, T.C. sürecine değindi. Prusya militarizmi Osmanlı ve T.C. ordularının kuruluşunda çok etkili. Alman subaylar, hatta sivil okullarda bile derslere girip çocuklara ders veriyorlar. Türkiye’de ilk modern orduların kurulması, Prusya’dan gelen Alman subaylar tarafından gerçekleştiriliyor. Prusya militarizminin, ordu ve millet arasındaki bu mitteki yeri çok önemli. Aydın, Prusya militarizminin toplumdaki önemine, Türkiye toplumunun ordu milleti olmasındaki yerine ve etkisine dair sunumlar yaptı. Bu da çok güzeldi.

Neden erkekler şiddete daha yakın?

Birinci günün son oturumu ise erkek egemenlik, cinsiyetçilik, karşı cinsiyetçilik eleştirisi olarak vicdani ret konusundaydı. Amerika’dan gelen bir akademisyen olan Cynthia Enloe şöyle bir sunum yaptı; ‘erkekler, ordu’ vs. diyoruz, ama bir de bunun diğer yüzü var, sonuçta erkeklerin annesi kadın, sevgilisi kadın, eşi kadın, bunların ilişki tarzının sosyolojik bir bakış açısından gerçekten çok iyi incelenmesi gerektiğini söyledi. Bunu algılayabildiğimiz, bu ilişkiyi iyi analiz edebildiğimiz zaman militarizmin de anlaşılabileceğini söyledi.

Ayrıca, Serpil Sancar kendi yapmış olduğu bir araştırmayı bize sundu ve ‘şiddeti benimseyen erkek grubu ve benimsemeyen ama bazen uygulayan erkek grubu’ diye gruplara ayırdı. Şiddet ve erkeklik arasındaki bağlantı hakkında, kendi yapmış olduğu bir araştırmayı somutlayarak bize bir sunum yaptı. Neden erkekler şiddete daha yakın?

Bir vicdani retçi arkadaşımız, gey, lezbiyen, transseksüel hareketin anti militarist hareketle bağlantısını ortaya koydu. Özellikle gey vicdani retçilerin yaşadığı probleme dair kendi özelinde bize somut örnekler sunarak bilgi verdi. Şu andaki süreçte, gey iseniz ve vicdani retçi iseniz, buna dair bazı görüntüsel bilgiler vermek zorundasınız ki, tabiri caizse ‘çürük’ raporu alabilesiniz.

Avi Haligua: Genelkurmay’ın eşcinselliği bir hastalık saymasından dolayı: Yani, ‘siz hastasınız ve hastalıktan dolayı askerlik yapamazsınız.’

ÖHÇ: Kesinlikle öyle. Bu askeri mahkemeler tarafından da tabir edilen bir şey, hastalık olarak görülüyor ve tabii ki bir sağlık kurumunun önüne çıkıyorsunuz ve bu sağlık kurulu da, aslında yasalarda olmamakla birlikte, sizi partnerinizle birlikte cinsel ilişki halindeyken belgelemek istiyor.

AH: Yasal olarak böyle bir şey yok yanlış bilmiyorsam.

ÖHÇ: Yasal olarak yok ama böyle bir teamül var maalesef ve bu görüntüler isteniyor. Bu anlamda tabii ki gey vicdani retçilerin durumu da şöyle oluyor; ‘hem askere gitmem, muayene de olmam’ diyen vicdani retçiler bu anlamda militarizmin sağladığı hakkı reddederek, karşı cinsiyetçi yönünü teşhir ettiğini vurgulamış oluyor ki, Mehmet Tarhan da bu noktaya parmak bastı. Eşcinsel hareketle anti militarist hareketin işbirliği içinde olması gerektiğini söyledi.

ÖM: Birinci gün galiba bunlarla tamamlandı?

ÖHÇ: İkinci günde ilk oturumun başlığı ‘Vicdani ret ve anti militarist felsefe temelleri’ idi. Burada Melek Göregenli, Taha Parla, Nilgün Toker, Yıldırım Türker bulunuyordu. Genelde vicdani ret hareketinin felsefesinin ne olduğu hakkındaydı. Taha Parla, vicdani ret hakkının kullanılmasının bireysel bir sorumluluk olmadığını, tamamen topluma ve barışa hizmet etmesi gerektiğini, topluma ve barışa dair bir sorumluluk olduğunu söyledi tam tabiriyle.

İkinci oturum, ‘Bir insan hakkı olarak vicdani ret’ başlıklıydı, burada Ayhan Bilgen, Rachel Brett, Levent Korkut ve Friedhelm Schneider vardı. Burada iki ilginç isim Rachel Brett ve Friedhelm Schneider Avrupa Konseyi’nin uzmanı olarak geldiler ama Rachel Brett ayrıca BM çatısı altında faaliyette bulunan BM Quicker (?) ofisinin sorumlu kişilerinden birisi. Bu anlamda bize BM’nin vicdani ret bakış açısını geçmişte verilmiş çeşitli kararlar örneğinde anlattı. BM’nin standardı nedir vicdani ret için?

ÖM: O da pek bilinen bir konu değil.

ÖHÇ: Friedhelm Schneider bizim destekli organizasyonlarımızdan olan Vicdani Retçiler İçin Avrupa Bürosu’nun Avrupa Konseyi’ndeki temsilcisi, Konferans’a Avrupa Konseyi’nin uzmanı olarak gelmişti. Tabii ki haliyle Avrupa Konseyi’nin vicdani ret olayına bakış açısını sundu. Bunun dışında Mazlumder Genel Başkanı Ayhan Bilgen, insan hakları aktivizmi bakış açısından vicdani ret hakkının ne olduğunu anlattı. Levent Korkut da daha çok vicdani reddin dinsel temellerini, nasıl ortaya çıktığını, özellikle Hıristiyanlık ve İslam’da vicdani ret, şiddet, militarizm, vb. şeylerin nasıl düzenlendiğini anlattı. Son oturumda ise ‘Vicdani reddin hukuki boyutları’ konusu ele alındı. Essex Üniversitesi’nden Kevin Boyle ve Tony Fisher birlikte sunum yaptılar. Fisher ve Boyle bildiğimiz isimler, çünkü Osman Murat Ülke’nin, davasını AİHM’e götüren avukatları.

ÖM: Kevin Boyle aynı zamanda Amnesty International (Uluslararası Af Örgütü)’nün, önayak olduğu, İşkenceyi Yasaklama Uluslararası Sözleşmesi’nin de hazırlayıcılarından ve dünyanın tanınmış hukukçularından biri.

ÖHÇ: Evet insan hakları hukukçularından biri, şu anda Essex Üniversitesi İnsan Hakları Merkezi’nin müdürlüğünü yürütüyor. Bize ortak bir sunum yaptılar, Kevin daha çok Osman Murat Ülke’yi anlattı, Tony Fisher de AİHM’de Osman’ın davasına ilişkin nasıl bir süreç izlendiği ve şu anda bulunduğu sürece dair bilgi verdi. Sözü daha sonra Osman Can aldı, Osman Can da anayasanın pozitif bir bakış açısıyla yorumlandığında vicdani ret hakkını tanıyıp tanımadığı üzerinde durdu. Bir de anayasada askerlik hizmetini düzenleyen 72. maddedeki ‘vatan hizmeti’ kavramının neyi ifade ettiğini anlattı bize anayasal açıdan. Çok güzel bir sunumdu.

Osman Murat Ülke’nin Türkiye’deki avukatı Hülya Üçpınar da bize Türkiye’nin iç hukukunda, TCK’de, Askeri Ceza Kanunu’nda vicdani reddin nasıl düzenlendiğini, ‘halkı askerlikten soğutma suçu’, ‘emre itaatsizlik’ gibi kavramlar üzerinde durarak özetledi.

ÖM: Hülya Üçpınar aynı zamanda bizim de programcımız, geçmiş yayın dönemlerinde, ‘Hikâyenin Kadın Hali’, adlı programı yayınlanıyordu, şu anda yok ama tekrar başlayacak.

ÖHÇ: Konferans’ın sonunda büyük bir forum yaptık, bu forumda da kolaylaştırıcılar olarak Ayşe Gül Altınay ve Coşkun Üsterci bulundu. Forumda iki günün değerlendirmesi yapıldı.

ÖM: Ayşe Gül Altınay da bizim programcımız.

ÖHÇ: Konferans’ı bu forumla sonlandırdık. Katılım, nicelik ve nitelik anlamında gerçekten çok iyiydi. Çok değişik kesimlerden insanlar yer alıyordu. Ben akademik olarak da vicdani retle ilgilenen bir insanım, doktoramı vicdani ret üstüne yapıyorum ve pek çok şey öğrendim bu konferanstan. Çok değişik tecrübeler bir araya gelmişti, pek çok değişik ülkelerden insanlar vardı. Ortak tecrübelerin, bilgilerin paylaşılması anlamında konferans muhteşemdi.

ÖM: Konferansta verilen tebliğlerin, tartışmaların kayıtları yapıldı, bunun bir kitaba dönüştürülmesi planı var mı?

ÖHÇ: Kesinlikle var, çünkü vicdani ret hakkında ciddi anlamda bir kaynak sıkıntımız var Türkiye’de. Bu konferans bir anlamda buna hizmet edecek ve kısa bir dönem içinde, 2-3 aylık bir süreç içinde, burada sunulmuş olan tebliğleri bir kitap halinde daha geniş bir kitleye sunma imkânı bulacağız. Böyle bir düşüncemiz var, bu yönde de çalışmalarımız başladı.

ÖM: Çok teşekkür ederiz gerçekten, gayet aydınlatıcı oldu, kitabı da merakla beklediğimizi ve bize ulaşır ulaşmaz onun üzerinde de tekrar konuşmak istediğimizi söyleyelim.

ÖHÇ: Ben çok teşekkür ediyorum, Açık Radyo’ya, bizi buraya davet ettiniz ve kendimizi ifade edebilme şansı bulduk.

*1 Şubat 2007 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.

Kaynak: Açık Radyo, 19 Şubat 2007



Etiketler: insan hakları, askerlik
nefret