19/12/2013 | Yazar: Kaos GL
Rahatlıkla denebilir ki devletin cezaevlerinde hayata geçirmek istediği her türlü uygulamanın temeli en nihayetinde zor’un kullanımına dayanmaktadır.
Güçlü Sevimli’nin bu yazısı Kaos GL Dergisi’nin 124. sayısında yayınlanmıştır.
19-22 Aralık 2000 tarihleri arasında aynı anda ülke çapında 20 ayrı cezaevindeki siyasi tutuklu ve hükümlülerin kaldığı bloklara operasyon düzenlendi. Operasyon sonucunda 28 tutuklu ve 2 asker olmak üzere toplam 30 kişi hayatını kaybetti. Operasyona “Hayata Dönüş” adı verildi. Operasyonlar gerçekleştiğinde iktidarda DSP-MHP-ANAP koalisyonu bulunuyordu. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit operasyonu, “ teröristleri kendi terörlerinden kurtarma” olarak tanımladı. 22 Aralık 2000’de “teröristler kendi terörlerinden kurtarıldı(!)” ve F Tipi Cezaevlerine konuldu.
19 Aralık 2000 “Hayata Dönüş” operasyonu, amacı ve ortaya çıkardığı sonuçları açısından bir bütün olarak devletin cezaevleri politikasının bir parçası olarak görünmektedir. Bu politika asıl olarak 12 Eylül 1980’den beri fiilen uygulanagelmiştir. “Hayata Dönüş” operasyonları başından sonuna kadar tek bir merkezden yönetilen operasyonlardır. Kapsamı ve büyüklüğü itibariyle, öncesinde ciddi bir hazırlığa işaret etmektedir. Bugüne kadarki mevcut cezaevleri operasyonlarının göstermelik dahi olsa dayandığı hukuki alt yapı, “Hayata Dönüş” operasyonlarında son derece zayıftır.
“Hayata Dönüş” operasyonlarında cezaevi idarelerinin, mülki amirlerin, cezaevi savcılarının somut ve hukuki hiçbir işlevi olmamıştır. Operasyonlar tamamen Türk Silahlı Kuvvetlerince planlanıp uygulanmıştır. Cezaevleri operasyonlarındaki temel hukuki tartışma olan idari görev-adli görev sorunsalı, “Hayata Dönüş” operasyonlarında çok anlamlı olmamıştır. Operasyonlara bu kez, “askeri görev” damgasını vurmuştur. Zira operasyonlar doğrudan Genelkurmaylıktan yönetilip organize edilmiştir.
Operasyonlar sonrasında ölümler ve yaralanmalarla ilgili olarak etkin bir hukuki soruşturma süreci yaşanmamıştır. Açılan birkaç davanın çoğu da operasyondan sağ olarak kurtulan tutuklu ve hükümlülerin sanık olduğu yargılamalardır. Operasyonlar sonrasında açılan davaların belki de tek olumlu yanı, operasyonlara ilişkin çeşitli bilgi ve belgelerin ortaya çıkabilmesi olmuştur. 19-22 Aralık 2000, Cumhuriyet tarihinin en büyük ve en kapsamlı cezaevleri operasyonu tarihi olmuştur. 22 Aralık 2000, pek çok açıdan artık yepyeni bir dönemin başlangıcıdır: F Tipi Dönemi. Bu dönem yalnızca cezaevlerini değil, bir bütün olarak muhalifler açısından tüm bir ülkeyi içine alan döneme işaret etmektedir.
Devletin cezaevlerinde siyasi tutuklulara yönelik bakış açısı ve cezaevleri politikası gereği olarak, cezaevleri her zaman zor’un sürekli ve geniş kullanım alanı bulduğu yerler olmuştur. Rahatlıkla denebilir ki devletin cezaevlerinde hayata geçirmek istediği her türlü uygulamanın temeli en nihayetinde zor’un kullanımına dayanmaktadır.
Devletin mevcut sistemi koruma amacı ile siyasi tutukluların varlığı, uzlaşamaz ve bir noktada buluşamaz. Siyasi tutukluların temel niteliği ve işlevi bunu belirlemektedir. Siyasi tutukluların, devletin korumak istediği sistem karşısındaki en ileri muhalif güç olması, her şeyin nedenini oluşturmaktadır. Devlet, muhalefeti bastırmak için o muhalefetin öncüleri olan siyasi tutukluları ortadan kaldırmak istemektedir. Böylece devlet ile siyasi tutuklular arasında sürekli bir irade savaşı yaşanmaktadır. Bu, yalnızca ülkemiz için geçerli bir durum değildir. Tarihte de benzer durumlar vardır. Cezaevleri her zaman muhalefetin öncülerinin tutulduğu yerlerdir. Örneğin Çarlık Rusyası döneminde Çarlık rejimi karşıtı olanlar, St. Petersburg’daki meşhur Peter Paul Kalesindeki cezaevine konulmuşlardır. Sisteme muhalif olan pek çok yazar, aydın ve gazeteci bu cezaevinde kalmıştır. Ekim 1917 Devrimine yaklaşılan süreçte ise cezaevi dolup taşmıştır.
Bu bakımdan 1900’lü yıllarda Bolşevikler, Peter Paul Kalesi düşmeden kurtulunmuş olunmaz saptamasında bulunmuşlardır. Benzer bir durum, Fransız Devrimi sürecinde Bastil Zindanı açısından da söz konusu olmuştur. Bilindiği üzere devrimi yapanlar Bastil Zindanını basıp, tüm tutukluları dışarı çıkarmışlardır. Böylece tarihte cezaevlerindeki siyasi tutukluların varlığı, sistem açısından sürekli bir tehdit görülmüştür. İşte devletin siyasi tutuklulara yönelik kullandığı zor bu noktada işlev görmekte, muhalefetin en ileri güçlerini ortadan kaldırmak veya geriletmek, cezaevlerinde zor’un rolünün çerçevesini çizmektedir. Bu durum bir nevi savaş konseptinde değerlendirilirse Clausewitz’in tanımı burada da geçerli olacaktır: “… savaş, hasmı irademizi yerine getirmeye zorlayan bir şiddet hareketidir.”[1]
Devletin cezaevlerinde yürürlüğe sokmak istediği her yeni uygulama siyasi tutuklulara zor kullanılarak hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Bu durum “Hayata Dönüş” operasyonları öncesinde koğuş sistemi için de böyledir; bugün daha da şiddetlenerek devam etmektedir. Burada zor kavramını yalnızca cezaevi operasyonları olarak görmemek gerekir. İrili ufaklı veya kapsamlı olması itibariyle cezaevi operasyonları zor’un genelde en üst seviyeye çıkmasıyla gerçekleştirilmiştir. Bu anlamıyla devletin cezaevlerinde siyasi tutuklulara yönelik kullandığı zor’un en üst seviyesi cezaevi operasyonları olmuştur. Buradaki zorun, kelimenin gerçek anlamının ötesinde aslında siyasal bir içeriği vardır. Zor’u kullanan devletken ve zor’un kullanılma amacı politikken zaten zor’un içeriği de siyasi olacaktır. Bu siyasal zor kimi kapsamlı ve büyük cezaevi operasyonlarında askeri bir yapıya dönüşmektedir.
19 Aralık 2000 tarihinde gerçekleştirilen “Hayata Dönüş” operasyonu öncesinde cezaevlerindeki siyasi tutuklular açlık grevi ve sonrasında da ölüm orucu direnişine başlamışlardı. “Hayata Dönüş” operasyonunun yapılma nedeni, inşası biten F Tipi Cezaevlerine siyasi tutukluların nakil edilmeleriydi. Bu durum aslında çok net bir şekilde mevcut ceza infaz rejiminin tamamen ve topyekün değiştirilmesi anlamına gelmektedir. Devlet kendisi açısından ‘cezaevleri sorununu’ geri dönüşümü olmayacak şekilde çözmek istemiştir. “Hayata Dönüş” operasyonu da bu amaca hizmet edecek kapsamda dizayn edilmiştir.
F Tipi Cezaevlerinin uygulamaya geçeceği belli olduktan sonra 20 Ekim 2000’de başlayan açlık grevleri, 19 Kasım 2000’de ölüm orucuna çevrildi. 20 Ekim 2000’de başlayıp 21 Ocak 2007’de sonlandırılan ölüm orucu direnişi[2] bu yönüyle tarihteki en uzun soluklu ölüm orucu direnişi olmuştur. 2000 ölüm orucu direnişi pek çok açıdan ilklere sahne olmuştur. Direnişte toplam 1000’e yakın insan ölüme yatmıştır. Direnişe sadece cezaevindeki siyasi tutuklular değil, dışarıdan da katılımlar söz konusu olmuştur. Tutuklu yakını aileleri, eşler ve çocukları da ölüm orucu eylemi yapmışlardır. Direnişin sonlandığı son süreçte müvekkilleri için Avukat Behiç Aşçı da ölüm orucuna yatmıştır. Ölüm orucu direnişinde 66 yaşında hayatını kaybeden ile 20 yaşında hayatını kaybedenler olmuştur. Böylece 2000 ölüm orucu direnişi, dünyada eşine çok az rastlanır bir sürecin adı olmuştur.
Siyasi tutuklular bakımından cezaevlerinde yapılabilecek en üst eylem biçimi olan ölüm oruçları, bu ülke topraklarında özellikle 1980’li yıllardan itibaren başvurulan bir direniş şekli olmuştur. 1984 ve 1996 ölüm orucu direnişleri bunların en başta gelenleri olmuştur. Bedenini ölüme yatırmak, her yönüyle çok zor ve ciddi irade gerektiren bir eylem tarzı olarak görünmektedir. Vicdanlara seslenen bir eylem olmakla birlikte asıl yönü bizatihi politik bir eylem olmasıdır. Böylelikle 2000 ölüm orucu direnişi bu yönlerin belki de en net hali ile ortaya çıktığı bir süreç olmuştur.
2000 ölüm orucu direnişi pratiği başkaca ülkelerdeki siyasi tutukluların politik tutukluluk mefhumu açısından mevcut konumlanışlarından da oldukça ileri ve farklı bir halden bahseder. Birçok Avrupa ülkesi politik tutukluluk konusuna uzaktır. Bazı ülkelerde politik tutukluluk da yok denecek kadar azdır. Ancak Anadolu topraklarındaki cezaevlerinde her zaman siyasi tutuklular olmuşlar ve sayıları da genel geçer belli bir sayının altına düşmemiştir. Bunun iki temel nedeni; ülkemizdeki devlet iktidarının niteliği ve ülkemizdeki politik tutukluların muhtevasıdır. Devlet iktidarının niteliği malum olmakla birlikte özellikle konu açısından ülkemizdeki politik tutukluluk çok önemli pratiklere, tecrübelere ve geleneklere sahiptir. Bu yönde kendine özgü bir kültürün oluştuğundan rahatlıkla bahsedilebilir.
Bu kültürün en önemli köşe taşları; cezaevlerinin genel mücadelenin devam ettiği yerler olarak görülmesi, sürekli bir eylem psikolojisi içinde olma ve politik kimliğin cezaevlerinde de aynen devam ettirilip kabul ettirilmesidir denebilir. En genel hatları ile çizmeye çalıştığımız bu kültür, ülkemizdeki politik tutukluların cezaevlerinde sürekli diri kalmalarını ve 7 yılı aşkın bir süre ölüm orucu direnişini devam ettirebilmelerinin altında yatan nedendir. Öyle ki, bir dönem ülkemizdeki politik tutuklular için “pire için yorgan yakarlar” deyimi dahi kullanılmıştır.
Belki de “pire için yorgan yakmak” bu ülkenin cezaevleri şartlarında kalan politik tutukluluğu en iyi tanımlayan betimlemedir. Bu hususu 2000 ölüm orucu sürecinde hayatını kaybeden politik tutuklu Sevgi Erdoğan çok güzel ifade etmiştir. Şöyle demiştir; “ Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, öyle bir devletle mücadele ediyoruz ki, en basit, temel ve insancıl hak ve taleplerimizi bile alabilmek için ölmek zorunda kalıyoruz. İşte biz böyle bir ülkede mücadele yürüten devrimcileriz.”
Bedeni ile direnmek bu ülke cezaevlerinde kalan politik tutukluların bir direniş geleneği ve zorunluluğu olmuştur. Cezaevlerindeki her hak ve kazanım politik tutuklular bakımından eylem, direniş, yaralanma ve ölüm pahasına alınabilmiştir. Bu süreç ve gelenek bugün halen hiç değişmeden F Tipi cezaevlerinde de devam etmektedir. Bu yönüyle bakıldığında “Hayata Dönüş” operasyonları belli açılardan bir son ve aynı zamanda bir başlangıç iken, bir yandan da aslında hiç değişmeyen bir sürecin farklı şekillerde devamıdır. Bu anlamıyla belki de “Hayata Dönüş” operasyonları, ülkemizde devletin siyasi tutuklulara bakışı kapsamında, cezaevleri tarihi sayfasına eklenmiş bir nottan ibarettir.
Bugün F Tipi Cezaevlerinde siyasi tutukluların operasyondan önce olduğu gibi, düşünceleri ile varolmaya devam etmeleri adeta bunun kanıtıdır. Başka bir ifade ile siyasi tutuklular açısından cezaevlerindeki süreç bugün de devam etmektedir. Değişen tek şey dün koğuşlarda; bugün ise F Tipi Cezaevlerinde olmalarıdır. Bu durum bir şiirde şu mısra ile dile getirilmiştir: “(…) işte buradayız, şimdi burada(…)”[3]
[1] Clausewitz. Savaş Üzerine. May Yayınları.Birinci Basım. Syf. 44.
[2]21 Ocak 2007’de Adalet Bakanlığı’nın 45/1 Genelgesi ile belli sayıda tutuklunun bir arada sohbet etmeleri düzenlenmiş ve ölüm orucu direnişçileri de bu düzenleme sonrasında, düzenlemenin takipçisi olacaklarını beyan ederek ölüm orucu direnişlerine ara verdiklerini deklare etmişlerdir.
[3] Grup Yorum. YÜRÜYÜŞ Albümü. “İşte Buradayız” İsimli Parça. Şiir; Ümit İLTER.
Etiketler: insan hakları