30/08/2011 | Yazar: KAOS GL

Bir kısmı projelerle, bir kısmı yasa değişiklikleriyle ilgili. Bir kısmı da iğne ile kuyu kazar gibi değişecek olan şeyler. Daha önemlisi bir zihniyet değişikliği yaratmak lazım.

‘Kadın ve Erkeklerle İlgili Bildiğimiz Her Şeyin Değişmesi Lazım’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Bir kısmı projelerle, bir kısmı yasa değişiklikleriyle ilgili. Bir kısmı da iğne ile kuyu kazar gibi değişecek olan şeyler. Daha önemlisi bir zihniyet değişikliği yaratmak lazım. Zihniyet değişikliği de sloganla olmaz. Bunun için yeni roman yazacaksın, yeni film çekeceksin, yeni beyaz dizi yazacaksın, romantik kalıpları da değiştireceksin. Kadın ve erkeklerle ilgili bildiğimiz her şeyin değişmesi lazım. 
 
Feminist yazar Ayşe Düzkan’a göre, bugünkü kadın hareketinin temel sorunu, “kendi gündemini ve kendi eylem biçimlerini oluşturamamak.” 1990’lı yıllarda yapılan “Mor iğne ve boşanma eylemleri”ni anımsatan Düzkan, kadın hareketi için “zihniyet yenilenmesine ihtiyaç var” diyor. Düzkan’a göre yenilenme için de, “Kadın ve erkekle ilgili bilinen her şeyin değişmesi gerekiyor. Romantik kalıplar bile değişmeli.”

Uzun yıllar kadın sorunu üzerine politikalar üreten, yazan, tartışan feminist yazar Ayşe Düzkan, kadın hareketinin dünü, bugünü ve geleceği üzerine ANF’nin sorularını yanıtladı.

Bugün açısından Türkiye’de bir kadın hareketinden bahsetmek mümkün mü? 
Mümkün ama çok etkisiz. Bu etkisizliği kadro sayısının azlığıyla ilgili değil. Çünkü kadın hareketinin çok etkin olduğu dönemlerdeki kadro sayısı daha azdı. Politik yetenek ve politik gündem yaratma konularında etkisiz olduğunu düşünüyorum. 

Kadro sayısından kaynaklı değilse, sorunun kaynağı nedir? 
İki nokta var. Birincisi, kendi gündemini oluşturma. İkincisi; kendi eylem biçimlerini yaratma. Bunu yapmanın yolu feminizm bence. Zaten çok az sayıda kadının etkili olduğu dönemlerde harekette belirleyici olanlar feministlerdi. O feministler de farklılardı bugünkülerden.

Nasıl bir farklılıktı bu? 
Başka konulardan haberdardılar. Tek inandıkları ideolojik feminizm değildi. Başka ezme-ezilme biçimlerinin farkındaydılar ama feminist bir hareket olarak gündemleri sadece kadınların meseleleriydi. Bugün ise durum farklı. Mesela taşeronlaştırma. Taşeronlaştırmaya karşı mücadele edilmeli. Ama bu mücadele kadın hareketinin belirleyici gündemi olamaz. Bu mücadele, emek hareketinin gündemidir. Aynı şeyi barış meselesi için de söyleyebiliriz. Solun genel gündemlerini kendi gündemin kılarak, bağımsız bir kadın hareketten söz etmek mümkün olmuyor. Şimdi böyle bir dönemden geçiyoruz. Her şey böyledir demiyorum, yanlış anlaşılmasın. Fakat şu an belirleyici eğilim bu. 

Ne değişti de böyle oldu? 
Mor iğne ya da dayağa karşı kampanyayı anımsayın. İlk yıllardı ve çok az kadınla yapılıyordu. Bugün ise hangi sendikaya gitsen kadın komisyonu, hangi karma örgüte gitsen kadın tartışması var. Kürt hareketi içinde kadınlar çok güçlü ayrı bir konum oluşturdu. Ancak bu tabloya karşı, çok güçlü muhafazakâr saldırının önünde duran kadınlar cephesinden bir tutum yok. 

Nasıl bu noktaya gelindi? 
Bazen hareketin içindeki dengeler çok belirleyici olabiliyor. Bazı insanlar yoruluyor. 2-3 kişi inisiyatif alabiliyor. Tabloyu tam göremiyorum. Çünkü, çok parçası olduğum bir süreç. İnsanın bu kadar parçası olduğu bir süreci objektif olarak değerlendirmesi çok güç. Bir süredir biraz da dışında kaldığım bir süreç. Ama baktığımda gördüğüm bu, bir muhafazakâr saldırıya karşı durulmuyor. 

Bu saldırıya karşı durulmamasının nedenleri neler olabilir? 
Bunda şunun etkisi oldu: Biz başörtülü kadınlara tabi ki destek verdik. Bu bir kadın meselesidir. Biz askeri vesayete tabi ki karşı çıkıyoruz. Fakat, orduyu savunanlarla –örneğin ÇYDD ile- yan yana düşmeme meselesi, sessiz kalmayı getirdi. 

Muhafazakârlaştırmanın toplumsal yaşamdaki görüntüleri neler? 
Diziler bile değişti. 1990’larda İkinci Bahar oynuyordu. Bu dizide, evlilik dışı çocuk, solcular vardı. Orta yaşlı bir kadın bir adama aşık oluyordu, sonra flört ediyordu, evleniyordu. Yoksul insanlardı üstelik bunlar. Şimdi pek televizyon izlemiyorum ancak ne zaman televizyonu açsam, nişanlanılıyor, tokat atılıyor, kürtajdan dönülüyor. Müzikten bir örnek vereyim. 1990’larda Orhan Atasoy’un Gemiler diye bir şarkısına yaptığı klip vardı. Bir kadın Kalamış sahilinde yürürken soyunuyor. Sonunda biz onun bir travesti olduğunu görüyoruz. 20 yıl öncesiydi. Şimdi böyle bir klip hiçbir tv kanalında oynatılamaz. Bazı kazanımlar geriye gitti. Evlilik dışı ilişki ve eşcinselliğin hor görüldüğü, küçümsendiği bir iklim yeniden yaratılıyor. Basında da müthişbir muhafazakârlık görüntüleri var. İkincisi de müthiş bir güzellik endüstrisi dayatması var. Bir selüloit terörü yok mu kadınlar üzerinde? Buna karşı eylem hiç aklına gelen var mı? Biz on sene önce modellik yarışmasını bastık. 

Bu durumda kadın hareketlerinin gündemine ilişkin daha derin bir tartışma mı yapmak gerekiyor? 
Evet. Mesela şu anda düğün endüstrisi oluşturuldu. Gazetelerin 20 sene önce evlilik eki yoktu. Bugün var. Büyük bir muhafazakâr saldırı var. Süsleneceksin, iyi bir koca bulacaksın ve evleneceksin. Başını da örteceksin. Başörtüsüyle ilgili olarak da dayatma var. Bunlar kadın hareketinin gündemine girmiyor henüz. Bir başka nokta, kadın hareketinin kendi eylem biçimleri vardı.

Eylem biçimlerine geçmeden önce, kadın hareketinin gündemine ilişkin başka bir şey soracağım. Kadın katliamları gibi bir sorun var. Çok acilen çözüm bekliyor. Bu nedenle kadın hareketinin gündemi açısından bir öncelik sıralaması yapılıyor olamaz mı? 
Bağlantılı. Kadınların mücadelesini kadına yönelik şiddet ile sınırlamak bir tuzak. Cinayetleri bir kenara koyuyorum. Orada çok acil bir durum var. Bekâr kadın nüfusunun da çok arttığını göz önünde bulundurmalıyız. Mesela bunlar kocasından dayak yemiyor ama binlerce sorunu var. Sadece uğranılan şiddet ile sınırladığınız zaman devrimci mücadele veremezsiniz. Sadece insan hakları isteyerek sınıf mücadelesi verilebilir mi? Verilemez. 

’Bu kadın cinayetleri neden oluyor?’ sorusunun yanıtı da çok önemli. Bu cinayetlerde muhafazakârlığın artmasının etkili olduğunu düşünmüyorum. Burada kadınların itaat etmemeleri ve itaat etmeyecek koşullara ulaşmaları önemli. Kadınlar artık daha rahat ayakta kalabiliyorlar. Eskiden dul ya da bekar bir kadının tek başına yaşaması daha zordu. Başka bazı dinamiklerle bu çok daha kolaylaştı. Başka bir alandan örnek verirsek, dünyanın her yerinde eşcinsel cinayetlerinin arttığı dönem, LGBT bireylerinin daha görünürlüklerinin arttığı ama henüz bütün haklarının kazanılmadığı dönemdir. Aynı şekilde kadın cinayetlerindeki bu artışın da bir ara dönem olduğunu düşünüyorum. Kadın hareketinin bu konudaki sloganının da, “Siz öldürseniz de, dövseniz de itaat etmeyeceğiz” olması gerektiğini düşünüyorum. “Kadın cinayetlerine hayır”, içeriksiz, tahlilsiz bir slogan. 

Ara dönemin kadınlar açısından sonuçları çok ağır. Ara dönemden çıkıldığında neler olabilir? 
Kadınlarla erkeklerin sınıf olduğunu düşünüyorum. Burada bir sınıf mücadelesi var. Bütün sınıf mücadelelerinde devrim için yola çıkanlar ya yenilir, ya yenilmez, devrim değil ama reform sağlar ya da devrimi yapar. Yenilebiliriz, muhafazakârlar kazanabilirler. Ancak doğru şeyler söylersen atılacak adımlar var. Kadınların hayatının değiştiği bir Türkiye olur. Kadın-erkek eşitliği sağlanamaz ama kadınların güvenliğinin, eğitim hakkının önünün açılması gerekir. Bir kısmı projelerle, bir kısmı yasa değişiklikleriyle ilgili. Bir kısmı da iğne ile kuyu kazar gibi değişecek olan şeyler. Daha önemlisi bir zihniyet değişikliği yaratmak lazım. Zihniyet değişikliği de sloganla olmaz. Bunun için yeni roman yazacaksın, yeni film çekeceksin, yeni beyaz dizi yazacaksın, romantik kalıpları da değiştireceksin. Kadın ve erkeklerle ilgili bildiğimiz her şeyin değişmesi lazım. 

Kendimize özgü eylemlerimiz var, dediniz. Neler vardı mesela? 
Örneğin“mor iğne” kampanyasıdır. Hâlâ hatırlanıyor.“Kadınlar taciz edilmeyi istemiyor” fikrini verdi. Bu bir gelenekti aslında. Anneannelerimiz yakalarının altında toplu iğne taşırdı. O geleneği görünür kıldık ve mor yani feminizmle tanımladık. “Mor iğne” denilince akılda kalır, politik mesajını verir. Bir başka eylem, boşanma eylemleriydi. ANAP hükümeti zamanında Aile Bakanlığı kuruluyordu. Kadınlar mahkemeye gittiler, “Eşimi çok seviyorum. Onunla yaşamayı sürdürmek istiyorum fakat ben bu yasa altında evli olmak istemiyorum” dediler ve boşanmak istediler. Çoğunu boşamadı hakimler. Ama çok başarılı bir eylemdi, çünkü kendini anlatıyordu. Üçüncüsü; meyhane ve kahvehane baskınları. O zamanlarda çok alay edildi. O günlerde kadınlar dışarıda içerdi ama sadece pahalı yerlerde. Birahanelere giremezdi. Bizim bastığımız meyhane tipi yerler oldu, artık o tip yerlere kadınlar girebiliyor. Çünkü cesaret almaya başladılar. Bir başka eylem; Elit Model baskını. Sonucunu da almış bir eylem oldu. 18 yaşından küçükleri yarışmaya almıyorlar, televizyonlardan da gösterilmedi. Derdini çok iyi anlattı, başka bir söze gerek kalmadı. Son zamandan bir örnek: “Sen eşit değiliz dedikçe, öldürülüyoruz” eylemi. Bu da çok güzel bir eylem. Yüzyüze geliyorsun, uzun laflara gerek yok, derdini anlatan bir eylemdi. 

Çıkış yolunu gören bir hareket var mı şu anda kadın hareketinde? 
Bu soruya kimi yanıtlarım var. Ancak ben şu anda tek başınayım. Bu durumda sadece soru sorabileceğimi düşünüyorum. Cevap örgütlü bulunur. Ben öyle bir örgütlülüğün bir parçası değilim. Bunun çeşitli sebepleri var. “Bensiz olmaz” diye düşünen bir insan da değilim. Özetle yanıtım şu; Yeni bir tazelenmeye ihtiyaç var. 

Dün ya da bugün, bu işin teorisine dair bir üretim var mı Türkiye’de? 
Yazmaya çalışanlar var, bazı şeyler de yazılıyor. Akademide neler yapılıyor çok bilmiyorum. Yazmak başka bir alan. Cesaret, akıl, emek gerektiriyor. Çok çarpıcı bir şey göremiyorum. Ama bütün dergileri düzenli okuyorum diyemem. 

Dün ya da bugün kadın özgürlük mücadelesi, aydın kadınların başını çektiği bir hareket olarak gelişti. Açık şiddetin mağduru olan kadınlar bu hareketin öznesi olmadı. Bu normal mi? 
Aslında tam olarak öyle değil. Biz eğer ’entelektüelsek’ kadın hareketi içinde olduk. Öyle değil geçmişimiz yoktu bizim. Kadın hareketinin bize kattıklarıyla biz yazmaya başladık. 

Sorumu şöyle sorayım, politikayla bir şekilde ilgili olan kadınlar, bu mücadelenin içinde yer almıyor mu? 
O bir sorun tabi. Bugünkü koşullarda normal. Ancak, Anadolu’ya gittiğinde durum değişiyor. Bir sürü şehirde kadın derneği oluyor. Onların çoğu da, politik kadınlar değil. Sonradan okumaya başlamışlar. Toplantılara ya da eylemlere gelen kadınların da solcu olduklarını düşünüyorum, entelektüel olduklarını kabul etmiyorum. Esas önemli olan şu: İşçi hareketi, her emekçiyi örgütlemeyi hedefler. Büyüyecek, belli bir güce erişince de yıkacak. Kadın hareketi böyle değildir. Kadın hareketi jakoben bir harekettir. Biz her kadının hayatını değiştirecek, etkileyecek bir şey yapmayı hedefleriz. O anlamda öncü bir harekettir. Öyle bir şey yaparsın ki, eylemlere hiç katılmamış kadınlar, ’sığınaklar varmış’ der. Bunun için kadınların illa da sığınakların kuruluşuna katılması gerekmiyor. Biz bütün kadın kitlelerini örgütlemeyeceğiz, bütün kadın kitlelerinin hayatını değiştireceğiz. “Herkes bize katılacak ve Kışlık Saray’a yürüyeceğiz”. Kadın hareketinin böyle bir kışlık sarayı yok. 

Kürt kadın hareketini konuşalım biraz. Kürt kadın hareketinde nasıl bir tablo görüyorsun? 
Her halkın uluslaşma süreci modernleşme üzerinden yürür. Modernleşme ise her şeyden önce kadınların nasıl yaşayacağına ilişkin bir konu ve her uluslaşma sürecinde kadınlar toplumsal hayatın içinde yer almaya başlar. Bu Türk uluslaşmasında da böyle olmuş. Hatta bir kadın partisi bile kurulmuş. Bütün devrim süreçlerinde kadınların sokağa çıktığına tarih tanıktır. Kürt hareketi için bunların ikisi de geçerli; hem devrimci bir süreçten geçiyor hem de uluslaşma söz konusu. Bunların Kürt kadınları üzerindeki yansıması müthiş oldu. Ortadoğu‘daki pek çok hareketten farklı olarak Kürt kadınları İslam’ın da perdesini yırttı ve hem kadın hareketinin dünyadaki deneyimlerinden yararlandı hem de kendi özgün örgütlenmelerini oluşturdu. Ancak sürecin tamamlanmasından sonra bu kadın örgütlenmelerinin nasıl ve ne kadar ayakta kalacağı konusu da çok önemli. Çünkü karma yapılanmalar içinden çıkan kadın örgütlenmelerinin, kritik noktalarda bağımsızlıklarını korumakla ilgili güçlükle karşılaştıkları ortada. Özellikle karma yapılar içinde, o yapıların mensubu olan, hele de önemli görevlerde bulunan erkeklere karşı tavır almak her zaman kolay olmayabiliyor. 

Öte yandan Kürt kadın hareketi özellikle gerilla içindeki kadınları yüceltti, bunların kendi halkı ve toplumu nezdinde önemsenmesini sağladı. Kadınların da erkekler gibi kahramanlaştırılması ’soframızdaki yeri öküzümüzünden sonra gelen’ toplumlarda büyük merhale. Ama politize olmamış, buna imkanı olmayan Kürt kadınların gündelik hayatını değiştirme konusunda atılan adımlar, gündelik şiddetin önlenmesi -belediyeler vb. kurumlardaki etkinlik de göz önüne alındığında- yeterli görünmüyor bana. Ama BDP’nin cinsiyetçilik ve heteroseksizm konusunda Türkiye’nin en ileri programına sahip parti olması muhakkak ki Kürt kadın hareketinin eseridir.

Son zamanlarda erkeklerin kadına yönelik şiddete karşı sokağa çıktıkları görülüyor. Bu eylemlerin kadına yönelik şiddet ile mücadelede yeri nedir? 
Her şeyden önce kadınların özgürlüğüyle ilgili taleplerin karma örgütlerin gündeminde olması olumlu bir durum. Ancak bu taleplerin nasıl bir tahlile dayandırılarak ele alındığını görmezden gelemeyiz. Salt erkeklerden oluşan toplulukların kadınlarla ilgili söz söylemesinde ise iki kritik noktayı göz önünde bulundurmak gerekiyor. Birincisi; karma örgütler için de geçerli; kendini kadın kurtuluş hareketinin yerine koyma hali. Kadın kurtuluş hareketi, öznesi, nesnesi, gündemi ve politikası kadınlardan oluşan bir harekettir. Erkeklerin yer aldığı ya da onlardan oluşan bir yapının onun yerini alması kadınların sömürülmesinde ve ezilmesinde erkeklerin rolünü yok sayma, küçümseme eğilimi taşıyor ki, bu başlı başına bir sorun. Patriyarkadan birincil çıkarı olanın, bu sistemin egemeninin erkekler olduğunu düşünüyorum. Ama bir an için başka bir tahlili kabul ettiğimizi varsayalım. Erkeklerin kadınlara yönelik baskıyı, bir başka egemen yani burjuvazi adına yürüttüğünü kabul etsek bile bu kadınların durumuyla ilgili hiçbir sorumluluklarının olmadığıanlamına gelir mi? Örneğin işkenceci devlet görevlileri, aslında kendilerinin mağduru olduğu bir sistemin yürütülmesi için bu işi yapıyor. Ama insan haklarıyla ilgili mitinglere gelmelerini kabul ediyor muyuz?

Diğer kritik nokta ise teorik. Ben maddeciyim, maddi durumların belirleyiciliğine inanırım. Söylemin, iddianın, sözün, idenin belirleyici olduğuna inanmam. Erkeklik durumunu sorguluyor olması -o sorgulamanın sınırlarından bağımsız olarak- bir erkeği erkekliğin egemenliğinden azade kılmaz. “Ben erkek değilim” diyen erkeklikten çıkmaz. Toplumsal yapı değişmeden kimsenin ne kadınlıktan ne erkeklikten kurtulması mümkün değil. Bu konuda yanılsama yaratan ifadeleri de endişe verici buluyorum.

Van’daki eylemde, “Kadın ahlakımızdır, kadın namusumuzdur” diye pankartlar taşındığını okudum. Bu pankartlar, eylemin samimiyetini ortadan kaldırmasa bile gölgeler. Erkeklerin bir konuda olsun ikinci planda kalmayı kabul etmelerini ve kadın kurtuluşu meselesini kadınlara bırakmalarını daha doğru buluyorum ve onlara "gölge etme başka ihsan istemez" demekten kendimi alamıyorum. 
 

Etiketler: kadın
nefret