25/05/2012 | Yazar: Kaos GL

‘AKP, Erdoğanizasyon doğrultusunda delikanlı, sağa sola caka satan ve ezilmiş kesimler için bir gün olmayı hedefledikleri ezen imajıdır.’

‘Muhalefetin Muhafazakârlaşması İktidarın Hoşuna Gider’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
“AKP, Erdoğanizasyon doğrultusunda delikanlı, sağa sola caka satan ve ezilmiş kesimler için bir gün olmayı hedefledikleri ezen imajıdır.”
 
Akşam gazetesinden Özlem Akarsu Çelik ‘Sessiz Şiddet’ kitabının yazarları Prof. Simten Coşar ile Prof. Gamze Yücesan Özdemir’le konuştu. 23-24 Mayıs’ta iki bölüm halinde yayımlanan söyleşinin tamamını yayınlıyoruz.

Başkent Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi-Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Coşar ile Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi- Gazetecilik Bölümü öğretim üyesi Özdemir anlatıyor…
Muhafazakârlaşıyor muyuz, dindarlaşıyor muyuz?
S.C. Dindarlaşarak muhafazakârlaşıyoruz. Muhafazakârlaşmak, her şeyden önce, hep olduğu varsayıldığı için toplumsal açıdan ortak bir ahlaki değerler kümesine bağlılığı dayattığı ölçüde ve Türkiye’de, maalesef, dinle ilişkisiz, alternatif ahlaki değerler sistemi genelgeçerleşmediği için Sünni Müslümanlaşarak muhafazakârlaşıyoruz.

G.Y.Ö. AKP’nin İslamcılık odaklı eleştirilerinden ziyade neoliberalizm ve daha kaba deyişiyle piyasalaşma odaklı eleştirileri önemli. Zira AKP’nin dahil olmakla kalmayıp savunucusu olduğu piyasa ilişkileri içinde dindarlaşma pek mümkün değildir. Tümüyle piyasa ilişkilerinin savunucusu olarak yola çıktığınızda rekabet, hırs, piyasa, kâr ve tüketim gibi değerlerin acımasız dünyasındasınızdır ve burada ’azla yetinme, nefsine hakim olma, tevekkül etme’ gibi değerlerin yeri yoktur. AKP ilk değerlerin yılmaz savunucusudur. Dolayısıyla, dini değerlerin savunucusu olamaz. Din, gündelik yaşam pratiklerinin referansı haline gelmiştir ama bu dindarlaşma mıdır, sanmıyorum. Son yıllarda yaşanan, gündelik yaşama dair emeğin kendi ortak dil ve değerlerinin yok edildiği, yağma edildiği bir ortamda, boşalan gündelik hayat kültürünün dini referanslarla dolmasıdır.

Estetik değerlerin yeni İslami elitle dönüşüme uğraması Beyaz Türkler’e göre ’paçozlaşma’ (Alev Alatlı), bazı muhafazakâr entelektüellere göre ise ’zevk hezimeti’ (Hilmi Yavuz) Bu değişim kimi rahatsız ediyor?
S.C.
Bu değerlendirmeler ahlakla estetik arasındaki ilişkinin otoriteryen, dışlayıcı ve nitekim muhafazakâr bir zeminde nasıl kurulduğunun en açık örnekleri. Her iki değerlendirme de muhafazakâr. Sermayeyi tamamen bir tarafa bırakıp görünüşü ön plana çıkartmak ve bunu ’göz beğenisi’ üzerinden reddetmek tam da neoliberalizmin massederek (emerek) etkisiz kılma pratiklerine bir örnek olsa gerek. Nitekim estetikteki değişim, toplumun sadece entelektüel açıdan değil aynı zamanda yaşam tarzı açısından üstünlük payesini elinden kaçırmış olan kesimlerini, radikal addedilen İslamcı çevreleri ve tabii ki sermayenin el değiştirmesi sürecinde pay alamamış grupları rahatsız eder.

AK Parti, sendikasızlaşmaya ve taşeronlaşmaya rağmen emekçi kesimden nasıl oy alıyor?
G.Y.Ö.
Yurtdışından gelen arkadaşım İstanbul havaalanından Taksim’e gelene kadar gördüğü semtler arası derin uçurumlar sonrasında bana sormuştu, ’Bu ülkede neden devrim olmuyor?’ Devrimin tahlilini yapmak ne kadar zorsa 10 yıldır iktidarda olan bir partinin oylarını neden artırdığını açıklamak da o kadar zor. İki noktanın altını çizmek istiyorum: Çalışanların ortak hareket edebilme imkânının yok edilmesi ve gündelik hayat kültüründen sol değerlerin silinmesi. Bence AKP’ye oy kazandıran bu iki süreçtir. Emekçi kesimler sol siyasetle, sol gündelik hayat deneyimleriyle buluşamadığı ölçüde ’ezen-ezilen olmayan eşit bir dünya’ hayal etmekte zorlanırlar. ’Ezen-ezilenin olmadığı’ bir dünya düşünemiyorsak o zaman ezen ve ezilen olacaktır. Şu an itibarıyla, geniş emekçi kesimlerin düşünce ve duygu dünyasında ezen ve ezilen ikiliği vardır. ’Ezen’ iktidarlar içinde de en hakikisi, en harbisi AKP’dir. AKP, Erdoğanizasyon doğrultusunda delikanlı, sağa sola caka satan ve ezilmiş kesimler için bir gün olmayı hedefledikleri ezen imajıdır.

Türkiye’de sol liberaller/liberal solcular neden sol’a düşman?
G.Y.Ö:
Sol liberaller bir muhalefet örgütlemek istiyorlar; insani karakterli, güler yüzlü, hakkaniyetli bir kapitalizm arayışındalar. Kapitalizmle, piyasayla, kapitalizmin üretim ilişkileri ile sorunları yok gözüküyor. Kapitalizmin, kapitalist üretim ilişkilerinin içinde kalarak, onların kuramsal çerçevelerini kullanarak muhalefet yapmak oldukça zahmetli ve dertli bir iş. Dolayısıyla sol liberaller ’nevrotik’ bir duruş içerisindeler. Elinizdeki imkânlarla endişelerinizle baş edemezsiniz ve nevrotik bir kişilik sergilemeye başlarsınız. Sol liberaller de kapitalizme, piyasa mekanizmasına sadık kalarak muhalefet etme endişelerini karşılayamamaktalar. Bu nevrotik durum, sola karşı saldırganlığa ve düşmanlığa dönüşmekte.

Son yıllarda sosyal politikaların yerini neden hayır işleri aldı?
S. C.
’Sosyal adalet’ nosyonunun, dolayısıyla sosyal adaletin tesisine yönelik politikaların neoliberal düşünce ve pratikte doğrudan reddedildiğini söylemek gerekir. Bazı durumlarda neoliberal tercihler, kaybedenlerin kaybetmesi kadar doğal bir durum olmadığı, kazananların bundan sorumlu tutulmasının adaletsizlik olduğu tezine dayanabiliyor. Bazı durumlarda ise belki de kaybedenlerin gazabı riski göz önüne alınıp destek mekanizmaları olarak gönüllü yardımlar, mahalli örgütlenmeler vasıtasıyla kurulan yardım ağları, din temelli organizasyonların sağladıkları yardımlara işaret ediliyor. Bu açıdan Türkiye yine yalnız değil. Neoliberalizm, sosyal olanın olmadığı tezini içerdiği ölçüde, herkes toplumsal ve siyasal alanda kendinden ve ailesinden sorumlu addediliyor.
Öte yandan bu soğuk mönüye din soslu bir ısıtma niteliğinde hayırseverlik değeri ekleniyor.
***
Toplum için giderek sıradanlaşan şiddetin sorumlusu kim/ne?
S.C
Şiddetin farklı biçimleri birbirini besliyor. Yapısal şiddet böyle bir şey ve yapısal olarak çözüme kavuşturulamadıkça bölünerek, parçalanarak artar. ’Bunun sorumlusu kim’ sorusuna yanıtım, ’hepimiz’. ’Şiddetin kaynağı ne?’ sorusuna yanıt arasak daha iyi olur. Hanedeki şiddetle sokaktaki şiddet ve ’sıradan’ insan ile ’kanaat önderi’nin dilindeki şiddet arasındaki bağlantıyı görmek mümkün. Sömürü üzerinden işlemeye mahkûm olduğu için kapitalizm kendi içinde şiddetin en mükemmel örneklerini sunar. Muhafazakârlığın tercihi otoriteryen politikalardan yana olduğu ölçüde şiddetsizlik kaygısından bahsedilemez. Patriarka, hâlihazırda bir cinsiyetin diğer cinsiyet üzerindeki tahakkümüne dayandığı ölçüde şiddet doludur. Bu üç bileşenin (kapitalizm, muhafazakârlık, patriarka) günümüz dünyasındaki taşıyıcısı olan neoliberal politikalar şiddetten azade olamaz.

AK Parti’yi tahlil ederken çıkış noktanız neden neoliberal politikalar oldu?
S. C.
AKP’nin oluşumu ve varoluşu neoliberalizmin içerisinden gerçekleşti, gerçekleşiyor. Parti ve çekirdek kadroları siyasal İslam’ın içerisinden gelmiş olsalar da İslam’la ilişkilenme biçimleri neoliberal dönemlere uygun bir şekilde değişti. Bu ilişkilenmede İslam neoliberalizmi dönüştürmedi, tam tersi gerçekleşti.
Zaten olagelenin bir ’medeniyetler çatışması’ değil, sermaye üzerinden iktidar çatışması olduğu bilgisiyle baktığınızda 1980 sonrası Türkiye’sinde neoliberal yapı içerisinden milliyetçiliğin, muhafazakârlığın, İslamcılığın dâhil edilerek dönüştürülmesi rahatlıkla izlenebilir. AKP örneği ise 2000’lerin doygun neoliberal ortamında siyasal İslam’ın sermaye hâkimiyetini kurabildiği iktidar mekânı olarak karşımıza çıkıyor.

G.Y.Ö. 1990’lar sonrası değişen dünya ekonomisi ve neoliberal ekonomi politikalarında, Türkiye burjuvazisi içinde filizlenen fraksiyon Anadolu sermayesi, ’Anadolu Kaplanları’ olarak da adlandırıldı. Bu sermaye fraksiyonu İslamcı genç kadrolarla buluştu.

1 Mayıs’ta boy gösteren ’Antikapitalist Müslümanlar’ siyasi iktidarı rahatsız etti mi?
S. C.
AKP iktidarının, maniple edeceği, liberal ve demokrat olduğu iddialarını kökten sarsmayacak muhalefetten rahatsız olduğunu düşünmüyorum. Neoliberal dünyada anti-kapitalizmin, geniş çevrelerde en iyi haliyle nostaljik en kötü haliyle ütopyacı bir duruşla ilişkilendirildiğini, bu açıdan marjinlere itildiğini düşünüyorum. AKP özelinde bu hareket marjinlere itilmeye direnç gösterdiği an rahatsızlık verici olacaktır.

G. Y. Ö. Antikapitalist Müslüman gençler iktidarı rahatsız etmez hatta hoşuna bile gider zira muhalefetin içine kendi söylemlerinin eklemlenmesidir bir bakıma. Diğer bir deyişle muhalefet alanının da belli ölçülerde muhafazakârlaşmasıdır. Muhalefetin muhafazakârlaşması daha çok emek siyasetini düşündürür çünkü siyasal iktidar bu yıl 1 Mayıs’ı çok fazla resmi söylemin içine çekti. Her yer süslendi. Bu kadar kabul görmüş bir 1 Mayıs can sıkıcı olabiliyor.

Başbakan kadınlara neden ısrarla ’3 çocuk doğurun’ diyor?
S. C.
Muhafazakâr düşünce, kadınların ve erkeklerin rollerinin heteroseksist bir perspektiften dağıtımı konusunda nettir. Kadın ailededir; ailenin içerisinden tanımlanır. İş neoliberal yapılar içerisinde ve neoliberal politika tercihleriyle muhafazakâr olmaya geldiğinde biraz daha karmaşıklaşıyor. Bir yandan kadın-erkek fırsat eşitliğine hoşgörü, aynı zamanda muhafazakâr değerlerinizi kollamanız ve feministleri ’marjinal kadınlar’ olarak nitelendirmeniz gerekiyor. Ya da bir yanda ’esnetilmesi’ gerektiğini iddia ettiğiniz emek piyasasında kadın iş gücünün çok daha kârlı sonuçlar doğuracağını biliyorsunuz diğer yandan muhafazakâr değerler setiniz kadınların aile içerisinde sabitlenmesini gerektiriyor. Ancak bugünkü şartlar altında bu ikilikten çıkmanız gerekmiyor. Zira ilk örnekte kadın-erkek fırsat eşitliğini hukuksal düzeyde sağlamaya yönelik adımlar atarken diğer yandan sosyal politikaları aile politikalarına dönüştürerek kadınları ve erkekleri heteronormatif aileye bağlı kalmaya ’teşvik’ edebiliyorsunuz. Ya da ev eksenli çalışma koşullarını ’bireysel haklar ve özgürlükler’ çerçevesine yerleştirerek hane-iş yeri birlikteliği yaratabiliyorsunuz.
 
Prof. Simten Coşar ile Prof. Gamze Yücesan Özdemir’in editörlüğünü yaptıkları, Silent Violence: Neoliberalism, Islamist Politics and the AKP Years in Turkey (Sessiz Şiddet: Neoliberalizm, İslamcı Siyaset ve Türkiye’de AKP’li Yıllar) adlı kitap İngilizce olarak yayınlandı. Yakında Türkçe’ye çevrilecek olan kitap, öncüllerinden farklı bir yol izleyerek AK Parti’nin (dış politikadan sosyal politikaya, cinsiyetçi uygulamalardan kültürel politikalara kadar) birçok alandaki icraatlarında neoliberalizmin izini sürüyor.

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam