10/05/2017 | Yazar: Aslı Alpar

Ressam Nazım Ünal Yılmaz yarın İstanbul’da açılacak ‘Sibel Güzellik Salonu’ndaki işlerini kaosGL.org’a anlattı...

‘Sibel bir Cross Dresser, alt karakterim’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Ressam Nazım Ünal Yılmaz yarın İstanbul'da açılacak “Sibel Güzellik Salonu”ndaki işlerini kaosGL.org'a anlattı...

Özlem Ünlü ile Galeri OJ’da açtıkları duo sergi için söyleştiğimiz Nazım Ünal Yılmaz’la bu defa 11 Mayıs’ta açılacak “Sibel Güzellik Salonu” isimli sergisi hakkında görüştük. Yılmaz ile bazı kadınların geldiği, Sibel Güzellik Salonundaki işlerini, üretim sürecini, sanata bakışını, motivasyonlarını konuştuk.

Yılmaz, otobiyografik bir öz taşıması gerektiğine inandığı işlerini üretirken artan kadın cinayetleri ve transfobi, takipsizlikle anlamsızlıkla sonuçlanan adalet arayışlarına paralel artan hıncının halet-i ruhiyesi olduğunu söylüyor.

“Yüzeyin ortasında bir imgeyi izleyicinin gözüne sokmamak gibi prensiplerim var”

Sevişemediğim Gelenek Benim Değildir isimli sergi için görüştüğümüzde “Queer veya değil, sanat bir direniştir” demiştin ve queer sanatın kurumsallaşan sanat piyasasında alternatif bir dil yarattığının altını çizmiştin. “Sibel Güzellik Salonu”nu da alternatif bir dil peşinde misin?

Açıkçası neyin neye ne kadar alternatif olduğunun ölçütünü bu platformda, bu söyleşi ile belirlemek zor, ancak daha spesifik bir coğrafya ve kültür dünyasından konuşuyorsak, yani Türkiye ve onun sanat piyasası, evet yaptığım isi bazı açılardan alternatif olarak görüyorum. İlk olarak pratiğimi buradaki ana akım sanat piyasasının pedagojik, belgeselci, dekoratif ya da tasarıma dönük, üretim sürecini sadece değerli(!) ve esoterik bir zanaata indirgeyen yaklaşımdan kısmen ayrı görüyorum.

Sen alternatif bir dil deyince, ben de çağrışan, alternatif bir bicim düşüncesi ki biçimsel yenilik arayışında hiç olmadım. Queer ya da feminist sanatta alternatif bir dil/bicim yaratan usta isimler her ne kadar olmuşsa da, alternatif varoluş hikâyeleri sunmuş olması feminist ya da queer sanatın asil katalizörüydü. Evet, Sibel Güzellik Salonu´nda geleneksel malzemeyi olduğu kadar güncel sanattan aşina olduğumuz gündelik objeleri de kullanarak işler ürettim. Tuvaller arasında da biçimsel bir birlik pek yok ancak yine de hepsinin benim olduğunu nerde görürlerse görsünler herkes çok iyi bilecek. Bunu biraz Pessoa’nın birçok kitabı başka isimlerle ve dahası başka biçimlerle ama yazarın hep aynı duyarlılık ustalığıyla yazmış olmasına benzetiyorum ve istediğim de bu açıkçası. İçimdeki birçok sanatçıyı uyandırmak, hepsine söz vermek ki “Sibel” de bunlardan biri; bir Cross Dresser, alt karakterim.

Öte yandan feminist eleştiriyi, queer teoriyi göz ardı etmeyerek kompozisyonlarımı oluşturmaya dikkat ediyorum. Yani kadın bedenini bir imge olarak hala suiistimal etmemek, bakışı kendi kendime ve izleyiciye yöneltmek, teşhirci-röntgenci, etken-edilgen rolleriyle oynamak, arsız bir itirafçılık, yüzeyin ortasında bir imgeyi izleyicinin gözüne sokmamak gibi prensiplerim var.

“Serginin ismi makyaj masasındayken pezevenk sevgilisi tarafından sırtından bıçaklanan bir transın gazetede okuduğum haberine dayanıyor.”

“Sibel Güzellik Salonu” Türkiye’deki ikinci kişisel sergin. Buradaki işleri nasıl bir haleti ruhiye ile ürettin?

Bu sergideki işleri aslında dört yıl önce üretmeye başladım, o zaman olacak bir sergi içindi ve o sergi olmadığı için ve ben de bu isleri hiç sergileyemediğim için, -çünkü İstanbul’da bırakıp gitmiştim kendilerini- bu serginin motivasyonu bugüne kadar gelişerek devam etti. Aslında serginin ilk işi, sergiye ismini de veren “Sibel´in Öldürülmesi” adlı resimdi ve beş yıl önce makyaj masasındayken pezevenk sevgilisi tarafından sırtından bıçaklanan trans bir bireyin gazetede okuduğum haberine dayanıyordu. Artan kadın cinayetleri ve transfobi, takipsizlikle anlamsızlıkla sonuçlanan adalet arayışlarına paralel artan hıncım halet-i ruhiyemdi. Trabzon’da büyürken, özellikle de ait olduğum kuşak itibariyle, TV’de, kültürel dünyamda görünürlüğü olan eşcinseller Zeki Mürenler, Bülent Ersoy’du, bilirsiniz nice geyin kırsaldan İstanbul’a trans ya da CD olarak gelmesi rastlantı değildir ve ben de bu algı dünyasından payıma düseni almıştım, dolayısıyla özdeşlik kurmakta çok zorlanmıyordum. “Karı kılıklı” diye dalga geçilerek, gizli gizli annemin kıyafetlerini giyip çok çirkin bir kadın olacağımı düşünerek büyüdüm ancak trans bireylerin maruz kaldıkları şiddetin yanında benim yediğim bir iki dayağın sözü bile edilemez.

Serginin isminden hareketle “güzel” olan nedir, “güzeli” kim işaretler ya da biri belirler mi?

Neyin güzel olduğunu belirlemek zor, sanıldığı gibi göreli bir beğeniyi ifade etmediği gibi, tarafsız, sömürüden, erkek iktidarından da bağımsız bir olgu değildir, ancak güzel olanda beni en çok ilgilendiren şey, güzeli iyi ve kötünün ötesinde karmaşık bir olgu olarak görmem. Sergi ismine gelince aslında orda dikkat çekmek istediğim güzel olgusu değil, güzellik salonlarının sosyal anlamlarıydı…

“Sanat satın alanlar sadece evlerini değil kendilerini ve toplumdaki konumlarını da süslüyorlar.”

Güzellik satan bir mekânda “Müşteri” olmak ile sanat piyasasına bir gönderme mi var?

Tabi var çünkü sanat satın alanlar sadece evlerini değil kendilerini ve toplumdaki konumlarını da süslüyorlar, bu kötü bir şey değil ancak farkındalık bence her zaman insanın vicdanini rahatsız eden bir durum. Nasıl ki düğüne giderken kafasını bir sepete, gözlerini birbirinin aynisi araba farlarına dönüştüren kadınlara sitem edemem, koleksiyonuyla doldurduğu toplantı salonunda özgüvenle misafirlerini ağırlayan koleksiyonere de kızamam.

“Sanatımın otobiyografik de olması gerektiğini düşünüyorum, ötesi samimiyetsiz geliyor.”

Hangi teknikleri tercih ettin “Sibel Güzellik Salonu” için?

Manikür pedikür, seramik, metal, yağlıboya ve tekstil.

Gelecek projelerin neler, sanatta “cinsellik, arzu”yu ele almaya devam edecek misin?

Öyle pek planlı programlı bir insan değilim, Berlin’de ve Viyana’da bazı projeler var ancak yaptığım işe de çok içgüdüsel yaklaşıyorum, öncesinden bir kavramsal çerçeve belirlemek gibi alışkanlıklarım yok, sadece otobiyografik de olması gerektiğini düşünüyorum, ötesi samimiyetsiz geliyor. Cinsellik, arzu vs. çok temel duygular ve üstüne koskocaman toplumsal kurgular oturtuluyor, ele almamak elde değil ancak hayvan varoluşuyla kendimi (insanı) kıyaslamak, uzaya dair olasılıklar ve bu olasılıkların yarattığı yeni metafizik, kafamı her geçen gün daha çok meşgul eden diğer mevzular.

Nazım Ünal Yılmaz’ın eserleriyle “Sibel Güzellik Salonu” 11 Mayıs-10 Haziran tarihleri arasında Sanatorium’da sanatseverleri bekliyor olacak. Sergiyi etkinlik sayfasından da takip edebilirsiniz.


Etiketler: kültür sanat
nefret