11/08/2011 | Yazar: Kaos GL

‘Yoksulluk ve şiddet içinde yaşayan insanların en sonunda savaş açması bir sürpriz değil.’ İngiltere’deki isyan polis ablukasına rağmen yayılarak 7 şehre ulaştı.

‘Sınıfların Öfkesi Aynen Olduğu Gibidir: Çirkin ve Kontrol Dışı’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

İngiltere’de günlerdir süren isyan polisin ablukasına rağmen yayılarak 7 şehre ulaştı. Londra’nın Tottenham semtinde hafta sonu siyahi bir gencin polis tarafından vurulmasının ardından başlayan isyan dördüncü günü geride bıraktı.

İsyanı başlatan polis cinayetini soruşturan bağımsız komisyon yaptığı açıklamada, polis kurşunuyla hayatını kaybeden 4 çocuk babası Mark Duggan’ın polise karşı ateş açtığı yönünde kanıta ulaşılmadığını belirtti.
 
“Sınıfların öfkesi aynen olduğu gibidir: çirkin ve kontrol dışı”
 
Medya kaynakları Londra’da ve İngiltere genelindeki isyanlar için “anarşi”yi suçlarken Kuzey Londra Dayanışma Federasyonu, başkentte faaliyet gösteren bir anarşist örgüt olarak açıklamalarda bulundu.
 
North London Solidarity Federation (Kuzey Londra Dayanışma Federasyonu)’nun libcom.org’da yer alan açıklamasını, Onur Erem, BirGün için çevirdi.
 
Açıklamada şu görüşlere yer verildi:
 
Son yıllarda isyanlar Londra’nın bazı bölgelerine, dükkânlara, evlere ve arabalara belirgin zararlar verdi. Soldan gelen sesler bunun hiç azalmayan yoksulluğun bir sonucu olduğunu söylüyor. Sağcılara göre ise gangsterler ve toplum düşmanı kesimler trajediden ekmek yiyor. İkisinin de haklı olduğu noktalar var. Son günlerde gördüğümüz yağmalar ve isyanlar karmaşık bir olgu ve birçok akımı içerisinde bulunduruyor. Britanya toplumunun en alt kesimleri için uygulanan desteklerin azaltıldığını, bu insanların uçurumdan aşağı itilip, düşmekteyken de polis tarafından dövüldüğünü göz önünde bulundurunca, isyanların şu an olması bir sürpriz değil. Ancak bu durum, evlerin yakılmasını ve çalışan insanların dehşete düşürülmesini haklı kılmaz. Bunları her kim yaptıysa desteği hak etmez.
Sınıfların öfkesi aynen olduğu gibidir: çirkin ve kontrol dışı. Ancak tahmin edilemez değildir. Britanya toplumsal sorunlarını onyıllardır sakladı, silahlı adamlarla vahşi bir şekilde bastırdı. Banliyölerde doğanlara, daha iyi bir yaşam sürmek ve oradan çıkmak için hiç bir şans verilmedi – polis otosunun arkasında elleri kelepçeli bir şekilde çıkmak hariç. 1980′lerde benzer sorunlar Toxteth’e neden oldu. 1990′larda Poll Tax isyanlarına yol açtı. Şimdi aynı isyanlarla karşı karşıyayız – çünkü sorunlar devam etmekle kalmadı, daha da kötüleşti.
 
Polis şiddeti İngiltere’nin her tarafında günlük hayatın bir parçası
 
Polis şiddeti İngiltere’nin her tarafında günlük hayatın bir parçası. Zar zor geçinmeyi sağlayan toplumsal yardım sistemleri azaltıldı ve yok edildi. Yoksul bölgelere para girişini sağlayan devlet destekli iş fırsatları artık sağlanmazken kiraların sürekli artması sonucunda, çok aza sahip olan insanların artık kaybedecek hiçbir şeyi kalmadı. Hiçbir şey. Bütün bu olan biten sırasında medyanın kendi üstlendiği rolü de küçümsememek lazım. Tottenham’daki olaylar başlamadan önce yapılan “barışçıl protesto” tartışmalarına hiç yer vermeyen medya, protestocuların polis karakolu önünde sessiz bir eylem yapması durumunda yine hiçbir şey olmamış gibi davranacaktı. Polis şiddeti ve buna karşı protesto her zaman olur. Ancak sadece karşı taraf da şiddetle cevap verdiğinde medya olan bitene yer verme ihtiyacı hisseder.
 
Yani yoksulluk ve şiddet içinde yaşayan insanların en sonunda savaş açması bir sürpriz değil. Aynı şekilde insanların birkaç aylık kiralarını ödemelerini sağlayacak plazma televizyonları çalarken dükkânların raflarındaki kitaplara dokunmamaları da şaşırtmıyor. Çoğu yurttaş için bu yağma, sonuçsuz iş başvurularıyla geçirecekleri önümüzdeki yıllar içerisinde görüp görebilecekleri tek servet paylaşımı olacak.
 
“Peki, 1980′lerden günümüze ne değişti?”
 
İsyancıların “kendi topluluklarına” saldırmakta oldukları hakkında çok şey söylendi. Ancak isyanlar bir “sosyal vakum”un içinde gerçekleşmez. 80′lerdeki isyanlar daha çok hedefe yoğunlaşmışlardı; yoksullara dokunmadan sınıf ve ırk baskısının sembollerine saldırıyorlardı: polis, karakol ve mağazalar. Peki 1980′lerden günümüze ne değişti? Peş peşe gelen hükümetler işçi sınıfı dayanışması ve kimliği kavramlarını yok etmek için büyük çabalar harcadılar. Bunun sonucunda isyancıların sınıfımızın diğer üyelerine zarar vermeleri bir sürpriz olabilir mi? Dayanışma Federasyonu işyeri mücadelesi aracılığıyla direniş üzerine temellenmiştir. Biz yağmanın bir parçası değiliz, düşünmeden konuşan sağcılar veya duygudaş olup yine de isyancıları ayıplayan solcular gibi davranamayız. Bu yüzden hayatları boyunca sahip olmaları engellenen servetleri yağmalayarak evlerine götüren tanımadığımız insanları ne kınayabiliriz, ne de onları hoş görebiliriz.
 
Devrimciler olarak, masum insanlara ve çalışan insanlara yapılan saldırılara göz yummamız mümkün değil. Dükkânların üst katlarındaki evlerle birlikte yakılması, insanların ulaşım araçlarına zarar verilmesi, soygunlar ve benzerleri, kendimize yapılmış bir saldırıdır. Bu yüzden hükümetin “tasarruf” planları, ev sahiplerinin kazık kiraları ve işverenlerin emeğimizi sömürmesine karşı direndiğimiz gibi bu saldırılara da aynı güçle direnmeliyiz. Bu gece ve bu isyanlar sürdükçe, insanlar bir araya gelerek kendilerini, evlerini ve topluluklarını tehdit eden şiddete karşı kendilerini savunmalılar.
 
İsyancıların meşru öfkesi kolektif ve demokratik yollarla, diğer işçilere zarar vermeye değil, kapitalizme atfedilen eşitsizlik ve sömürüye yönlendirilirse çok daha güçlü olacaktır.
 

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam