01/10/2012 | Yazar: Kaos GL

Polisiye yazarı Mehmet Murat Somer’in yeni romanı ’Pembe Tütülü Amiral’ bu hafta çıkıyor. Kahramanlar yine tanıdık; eşcinseller, trans bireyler... Olay yeriyse farklı: Askeriye...

‘Suçu ’beyaz’ Türklere yıkmayı seviyorum’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Akşam Gazetesi'nden Eyüp Tatlıpınar'ın Mehmet Murat Somer ile yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz:
 
Polisiye yazarı Mehmet Murat Somer’in yeni romanı ’Pembe Tütülü Amiral’ bu hafta çıkıyor. Kahramanlar yine tanıdık; eşcinseller, trans bireyler... Olay yeriyse farklı: Askeriye... ’Dünyada bilmem kaçıncı büyük ordu diye övünüyorsan, içi de büyüktür. ’Kaynayanların’ çeşidi de çoktur’ diyor Somer. ’Beyaz’ Türklerin medyada hep ’iyi’ gösterilmesine içerliyor.
 
’Hop Çiki Yaya’ serisiyle tanıdığımız, kahramanlarını translardan, eşcinsellerden seçen polisiye yazarı Mehmet Murat Somer, yeni romanı ’Pembe Tütülü Amiral’le bu hafta karşımıza çıkıyor. Sel Yayıncılık’tan çıkan roman; evli ve çocuklu bir amiralin, Abant’taki bir otelde genç erkek sevgilisinin yanında ölmesiyle başlıyor ve sayfalar ilerledikçe ölümün yankısı büyüyor...
 
Askerlik ve eşcinsellik... Takdir edersiniz ki ilgi çekici bir konu. Sürekli seyahat halinde bulunan Somer’le, kendisini İstanbul’da yakaladığımız kısa bir anda, yeni romanını ve konusunun çağrıştırdıklarını konuştuk.
 
İKİ YIL YAYINCI ARADI
2010 tarihli bir haberde görmüştüm; ’Pembe Tütülü Amiral’i o zaman bitirdiğinizi yazıyordu. Yayınlamak için neden bu kadar beklediniz?
Romanımı 2009’da tamamladım. 2010’un başından beri yayıncı bekliyor. Okuyup beğenen, hatta basmak üzere anlaşma imzalayıp sonra yan çizen, yerine başka kitabımı basıp bunu baştan savan yayınevleri oldu. Yayıncı bulmakta zorlandık. Daha önceki ’Peygamber Cinayetleri’ romanımın basımı da benzer şartlarda beklemişti. O nedenle tevekkül ve biraz da vazgeçmişlikle beklemedeydim.
 
Konunuzun ’dikenli’ olmasının etkisiydi galiba...
Konu mu dikenli, ben mi dikenliyim, yoksa bazı yayıncılarımız mı hassas bilemiyorum. Bir taraftan bakınca yüz binlerce ders kitabı basan bir yayıncı ya da belli çevrelere yakın birileri, ufak da olsa baş ağrısı, kaşıntı konusu istemiyorlar. Hak veriyorum. Sonuçta ticaret böyle bir şey. Kimseyi suçlayamam ama mimlerim. Ne işe yarayacaksa?
 
Romanlarınızda translara, eşcinsellere yer verdiğiniz için halen tepki alıyor musunuz?
Aldım, alıyorum... Olumlusu da var, olumsuzu da... Kimilerinin kara listesindeyim, kiminin başucu yazarı... Hayatımda olumsuzluklara pek yüz veren biri değilim. Hoşlandıklarımı kayda alıyorum, diğerleri geldiği gibi geçiyor.
 
Yeni romanınızın askerlik ve eşcinsellik konularını bir araya getirdiğini duyunca; ’Mehmet Murat Somer yeni bir tabu konuya el atmış’ cümlesi aklımdan geçti...
Yeni tabu falan aradığım yok açıkçası ama bir şeylere de dokunmayı seviyorum. Hiçbir şeye dokunmayacaksam, yazdıklarım en azından bazı okuyucuların zihninde bir şeyleri biraz olsun esnetmeyecekse neden yazayım ki? Rahatım yerinde, gezip, tozup, yer içer, yatar keyfime bakarım. Üstelik günümüzde askerlik konusunda gazetelere, medyaya biraz göz atınca; söylenenler, yazılanlar... Bir fantezi hiciv roman fazla ya da eksik, neyi etkiler ki? Kurgu ile gerçeğin ayrımını birileri anlar diye bekliyorum. Hoş, televizyon dizilerini belgeselmiş gibi seyredenler var ama olsun.
 
Romanınızı yazarken ’Bu konu konjonktüre uyar, dikkat çeker, iyi satar’ biçiminde düşünmediniz mi?
Keşke öyle yaklaşsam, değil mi? Ne güzel ticari romanlar yazıp köşe olsam... Genelde kafamın takıldığı toplumsal ikiyüzlülüklere dokunmayı, mıncıklamayı seviyorum diyeyim. Yazdıklarım, konjonktüre uygun olsa, basacak cesur bir yayıncı bulmak için bu kadar beklemezdi sanıyorum. Yeri gelmişken, yayıncıma cesareti ve duruşu için teşekkür ederim.
 
ASKERİ ÜNİFORMA FETİŞSE...
 
İskender Pala’dan danışmanlık desteği almışsınız. Romanınızın ilk sayfalarında ’en abuk teknik soruları bile tebessümle yanıtladığı için’ ona da teşekkür ediyorsunuz. Ne tür ’abuk’ sorular sordunuz Pala’ya?
Buradan sevgili İskender Pala’ya bir kez daha selam ve teşekkürlerimi göndereyim. Eski bir deniz subayı olarak, kırmadı beni, zamanını ayırdı, teknik sorularımı sabırla cevapladı; ne olabilir ne olmaz konusunda kafamdakileri netleştirdi. Onun askerlik anılarını anlattığı kitabı da işime yaradı.
 
Eşcinsellikle askerlik, yaygın imaj açısından pek yan yana düşünülemeyen iki kavram... Eşcinsel askerlerin, yüksek rütbelilerin sayısı fazla mıdır? Bilginiz, duyumunuz, gözleminiz var mı bu konuda?
Askerlik müessesi dünyanın her yerinde, kapsadığı binlerce insanla bir mikro toplum... İçinde yok yok. Gerçekleri nasıldır bilemem ama her cins fanteziye ve kurmacaya açık. ’Dünyanın bilmem kaçıncı en büyük ordusu’ diye övünüyorlarsa, dıştan görünüşü kadar içi de büyüktür. Kaynayanların çeşidi de çoktur... Öyle olmasa tuhaf olurdu. Dünyanın her yerinde askerlik, asker üniforması aynı zamanda bir fetiş konusu. Hepsi uydurma, hepsi asılsız değildir diye umuyorum. Birinci ağızdan dinlediğim anılar da var ama açıklamak münasebetsiz olur.
 
ATLA KURT, VUR MEHMET!
 
Araştırmalarınız, soruşturmalarınız, kişisel gözlemleriniz sonucu askerlik hakkında ilginç bulduğunuz şeylerle karşılaştınız mı?
E haliye... Özet olarak söylersem; birey yok, kurum var anlayışı, kişiliksizleştirme süreci... Yeni değil elbette ama bana insani olmaktan çok, cins köpek eğitimi gibi geliyor. Hani iyi cins köpekler benzer durumda hep aynı tepkiyi aynı şekilde verir ya... Atla Kurt, vur Mehmet! İnsanı araç olarak görünce kaçınılmaz bir tercihtir belki de. Ben diğer taraftan bakmayı tercih ediyorum.
 
Güncel politikayla ilgilenir misiniz? Askerlik kurumu, demokrasi, darbe konuları epey bir zamandır tartışılıyor...
Anlamaya çalışmaktan epeydir vazgeçtim. Hayretle izliyorum. Dünyada anlamadığım bir dolu şey var. Türkiye’nin toplumsal tepki ve tepkisizliği de bunlardan biri benim için. Mesela ihtilal gibi bir Balyoz davası sonuçlandı, çıkan ses minik bir ’tıs’.
 
Romanlarınızın kahramanları genellikle kültürlü, eğitimli, elit kişiler. ’Polisiye vaka’ konusundaki yaygın imajla çelişkili gibi görünüyor...
’Hop Çiki Yaya’ların başkarakterlerinden Gönül, ’Üç Pastoral ve Pastorize Tablo’daki hemen herkes, ’Pembe Tütülü Amiral’deki gençler; onlara kültürlü, eğitimli, elit demeyelim... Lakin toplumsal algının zıddını hedeflediğimi de söylemeliyim. Yani bize medya yoluyla aktarılan, suçluların hep marjinal, iyilerinse hep ’temiz’, ’beyaz’ toplumsal sınıfa ait olmaları... Şaka gibi geliyor bana. Kendi adıma hayatın merkezini o çemberin kenarına yerleştirip merkezi farklı kılmak hoşuma gidiyor. Suçu ’beyaz’lara yıkmayı, onların da karanlık olabileceğini anlatmayı seviyorum.
 
TANINMAK YERİNE DİKİZLENMEYİ TERCİH EDERİM
 
Mühendislik öğrenimi görmüşsünüz üniversitede. Bu durum yazarlığınıza etki eder mi?
Yıllar evvel mühendislik okuyup endüstri mühendisi olmuştum. Romanlarımı da, senaryolarımı da kesinlikle aritmetikle yazıyorum. Gerçekten! Bir Excell tablosu oluşturup belirliyorum; hangi bölümde ne olacak, kim ne zaman girecek, ne zaman çıkacak, karakterler nasıl açılacak, ayrıntılar ne zaman gelecek, hangi bölümde neler olacak, bağlantısı nereye gidecek, hızı, ritmi nasıl değişecek...
 
Kitaplarınızın yurtdışında yayınlanmasıyla ilgili haberlere rastlıyoruz bazen. Nedir son durum?
Özellikle Fransa, İngiltere gibi ülkelerde burada olduğundan daha meşhur olduğumu söylüyorlar. Belli bir aralıkla şimdilik ’Hop Çiki Yaya’ polisiyeleri dizisi başta ABD, İngiltere, Fransa, İspanya, İtalya, Yunanistan, İsveç gibi ülkelerde yayınlanmaya devam ediyor. Fransa 4’üncü kitapla önde, İngiltere 4’üncüyü yakında basacak, ABD’de 3’üncüsü yayınlandı. Devam ediyor.
 
HA TÜRKİYE, HA SENEGAL EDEBİYATI
 
Başarınızı borçlu olduğunuz belli durumlar ya da kişiler var mı?
Yurtdışında ilgi görmem ve basılmamın yegane nedeni müdürüm Barbaros Altuğ ve başarılı ajanlık çalışmasıdır. Ha, tabii bir de sevgili Orhan Pamuk’un Nobel almasıyla Türk yazarlarına araladığı kapıyı inkar edemem. Belli bir merakı tetikledi. Yoksa ha Pakistan, ha Senegal edebiyatı... Türkiye’deki yazına ilgi o kadardı. ’Thank you so much Orhan! We are all grateful to you!’ (Çok teşekkürler Orhan! Hepimiz sana minnettarız!)
 
Bir söyleşinizde gördüm; bazen sizi sokakta tanıyanlar çıktığında ’Özür dilerim ben o değilim’ diyormuşsunuz. Adınızın önüne ’ünlü’ sıfatının eklenmesi, daha fazla kişi tarafından tanınma fikri size çekici gelmiyor mu?
Meşhur olmak, sokakta tanınmak bana kişisel olarak iyi gelmiyor. Ayrıca eğitim ve görgü olarak da bunu ayıp bulanlardanım. Galiba tanınıp göz önünde olmak yerine, anonim kalıp dikizlemeyi ve izlemeyi tercih ediyorum.
 
SİNEMAYA AÇIĞIM AMA...
 
Bazı haberlerde romanlarınızın filme çekileceğini görüyoruz... Gelişmeleri alabilir miyiz?
Film teklifi geliyor tabii. Yurtiçinde de, yurtdışında da... Niyetlenenlere genelde yeşil ışık yakıyorum. Heyhat! Bugüne kadar hepsi fantezi boyutunda kaldı. En son Umur Turagay fantezi yapıyordu; birkaç zaman sürdü, sonra sustu. Herhalde rafa ya da derin dondurucuya kalkmıştır proje. Şimdi İsveç’ten bir teklif var. Üstelik de tanıştığım bir yönetmen. Bakalım... Kısmet ve para işi! Biraz da cesaret...
 
’Pembe Tütülü Amiral’i sinemaya aktarılma konusunda iyi bir aday olarak görüyor musunuz?
Yapmak isteyen olursa hemen gelsin... Tabii şartlarım var. Oyuncu seçiminde kimin kanepesinin kullanılacağı gibi...
 
(Eyüp Tatlıpınar - Akşam)

Etiketler: kültür sanat
İstihdam