17/01/2017 | Yazar: Kaos GL
Görevlerinden ihraç edilen Barış Akademisyenleri Prof. Melek Göregenli ve Prof. Nilgün Toker, Cumhuriyet’e konuştu.

Görevlerinden ihraç edilen Barış Akademisyenleri Prof. Melek Göregenli ve Prof. Nilgün Toker, Cumhuriyet’e konuştu: “Tarihi yazanlar ‘öğrenilmiş çaresizlik’ sarmalını kırabilen ve her kırılışın o incecik tık sesinde dünyayı değiştirebildiklerini görenlerdir” ve “Faşizm, kurumsuzluk, hukuksuzluk, standartsızlık, belirsizlik sürdürülebilir değildir”…
Cumhuriyet gazetesinden Pınar Öğünç, Barış Akademisyenleri bildirisine imza attıkları gerekçesiyle KHK ile görevlerinden ihraç edilen Prof. Melek Göregenli ve Prof. Nilgün Toker Kılınç ile söyleşti. Aynı zamanda Kaos GL Danışma Kurulu üyeleri de olan Göregenli ve Toker, Öğünç’ün sorularını yanıtladı.
“Mesele cezalandırma biçiminin acımasızlığı”
“Barış imzacısı arkadaşlarımın isimlerini görmek büyük acı ama biz birbirimize tutunmayı önceden öğrenmiş insanlarız, çoğumuzun ilk devlet dersi değil bu” diyen Göregenli şöyle dedi:
“İşsiz kalmaktan korkmayacak kadar zengin ya da kahraman değiliz ama mesele cezalandırma biçiminin acımasızlığı. Temel yurttaşlık hakkı olan çalışma hakkını aniden elinden almak; hem de binlerce insanın bulunduğu bir listeden adınızı arayarak öğrenebildiğiniz bir yöntemle. Tarih sanırım bunu yazacak.
“Açık ya da örtük şiddetle bir "yeni" hayatın hukuku, nizamı, medyası, bilimi, sivil ya da değil militarizmi inşa ediliyor. Buna "milli iradenin” tesisi süsü verilmesi, halkın büyük bölümünün varsayılan onayı, ne bu sürecin doğasını değiştirebilir ne de onu meşrulaştırır. Halkın tamamı onaylasa da bu, o nizamı meşru kılmaz çünkü onay dediğiniz şey o kadar çok faktöre bağlıdır ki; çoğunlukla çaresizliğe, seçeneklerin farkında olmamaya, dünyayı çok az ölçütle değerlendirebilme imkânına, acımasız ekonomik koşullara, kaderciliğe, kendi gücünü idrak edememeye ve her zaman şiddete.”
Tarihi yazanlar ve her kırılışın incecik tık sesi…
Göregenli “umuda” ilişkin soruyu ise şöyle yanıtladı:
“Tarihi değiştirecek olan kendi halindeki insanlar, maceralarını ve yeni hayatlarını yaşarken kurar. Tarihi yazanlar "öğrenilmiş çaresizlik" sarmalını kırabilen ve her kırılışın o incecik tık sesinde dünyayı değiştirebildiklerini görenlerdir. Bu tık sesleri, Türkiye'de de kadınlar, Kürtler, eşcinseller, Aleviler ve niceleri için, hizaya getirilmek istendikleri o tekçi tasavvura aldırmadan çıkardıkları gürültüye dönüşüyor. Umut gelecekteki bir iyiliğe aitse ve bugünümüzü etkisizleştiriyorsa, umudu değil, bugünümüzü yaşamaya değer kılan küçücük tık seslerini yaratmayı tercih edebiliriz.”
Sadakat ve biat!
Nilgün Toker ise yaşananları şöyle tanımladı:
“Bu olup bitenler, otokrat devletin yeni durumlar karşısında aldığı klasik otokrat bir tutum değil. Çünkü otoriteryanizm bir yönetim biçimidir; bu biçimi nesnelleştirdiği hukuku, kurumları vardır. Şimdi söz konusu olan siyasal teorinin faşizm ya da totalitarizm olarak adlandırdığına yakın. Faşizm bir yönetim biçimi değil, devlete el koyanların bu gücü edimselleştirme tarzıdır. Hukuku, kurumları ortadan kaldırma yoluyla iş görür ve esasen belirsizlik yaratma gücünde kendisini açığa vurur. Hiçbir standardı, normu kalmamış bir toplumun tek davranma kalıbı vardır: Sadakat ve biat. Bunu bir kişiye bağlılık şeklinde anlamamak gerek. Kanaatler alanını tümüyle ortadan kaldıran, doğruluğundan sual edilemez bir hakikate bağlanma halidir faşizm ve totalitarizm. Buna onay vermeyenin düşman ilan edilerek onlara yönelik tutumun savaş ve seferberlik kavramlarıyla belirlendiği bir ortamda oldu tüm bunlar işte.”
“Faşizm ve hukuksuzluk sürdürülebilir değil”
Toker, önümüzdeki günlerin neleri işaret ettiğini ise şöyle anlattı:
“Faşizm, kurumsuzluk, hukuksuzluk, standartsızlık, belirsizlik sürdürülebilir değildir. İnsanlar bir savaş referansıyla bu belirsizliğe izni bir yere kadar sündürebilirler ama nihayetinde belirlilik isterler. Bu nedenle faşizm kendisini bir diktatörlük rejimiyle tahkim edecek muhtemelen. Onun hukuku ve kurumları yaratılacak. Şu anda içine girdiğimiz “yeni” durum bu gibi. Bir korkum var, faşizm aynı zamanda toplumu iradesizleştirme demek olduğundan, toplumun bu çıkmazdan kendi kapasitesiyle çıkması mümkün mü? Bu sorunun yanıtı bu toplumda iradesi ele geçirilemeyenlerin var olup olamayacağına, onların çoğalıp çoğalamamasına bağlı. Ben umudun, istemenin kendisi olduğunu düşünenlerdenim. İsteme, bu isteğin gerçekleşmesine irade göstermedir umut. Ben umut ediyorum.”
Söyleşinin tamamını Cumhuriyet gazetesinden okuyabilirsiniz.
Etiketler: insan hakları, eğitim