29/11/2014 | Yazar: Kaos GL

Boğaziçi Üniversitesi’nde ‘Türkiye artık göçmenler ülkesi’ başlıklı bir panel yapıldı.

‘Türkiye artık göçmenler ülkesi’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Boğaziçi Üniversitesi’nde “Türkiye artık göçmenler ülkesi” başlıklı bir panel yapıldı, alanda çalışan aktivistler deneyimlerini aktardı.
 
Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü ile Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Haftası etkinlikleri çerçevesinde 26 Kasım 2014 Çarşamba günü “Türkiye Artık Göçmenler Ülkesi” panelini düzenledi.
 
Panelin öncesinde BGST Dansçıları’ndan Banu Açıkdeniz, Gülcan Küçük, Zilan Kaki; Tiyatro Boğaziçi’nden Aysel Yıldırım, BGST’li müzisyenlerden Rümeysa Çamdereli’nin yer aldığı Ağaç/Dar adlı gösteri sahne aldı. Boğaziçi Üniversitesi Demir Demirgil Salonu’nda gerçekleşen panele Hamiş Suriye Kültür Evi’nden Şenay Özden, Caritas Mülteci Servisi’nden Chiara Rambaldi, aktivist/yazar Nurcan Baysal ve Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Sağlık Meclisi’nden Zahide Daş konuşmacı olarak katılırken, panelin moderasyonunu Kültür ve Feminist Yaklaşımlar Dergisi’nden Zeynep Kutluata yaptı.
 
Göçmenlere karşı artan ırkçılık ve cinsiyetçilik yerine insani dayanışmayı ön plana çıkarmalıyız
 
Feminist Yaklaşımlar Dergisi’nden moderatör Zeynep Kutluata konuşmasına Suriye’den gelen göçmenler üzerine sayısal veriler vererek başladı. Resmi rakamlarla bir milyon altı yüz bin göçmen ve mülteci olduğu söylenirken tahmini rakamların iki milyonun üzerinde olduğunu belirtti. Üç yıldan beri süren bu savaşta Suriye’den ilk olarak gelen Sünni Arap göçmenlerin devlete bağlı AFAD kamplarına, daha sonrasında gelen Ezidi ve Kobanêlilerin belediye kamplarına, Ermenilerin Türkiye’deki tek Ermeni köyü olan Vakıflı Köy’e yerleştiğini, buralardan hiçbirine yerleşemeyen çok sayıda göçmeninse Türkiye’nin birçok iline dağıldığını anlattı. Bu süreçte göçmenlere bakış açısının ırkçı ve kutuplaştırıcı bir yola girdiğini belirtirken, göçmenlere karşı artan her türlü ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin karşısında insani dayanışmanın ön plana çıkarılmasının öneminden söz etti.
 
Suriyeli göçmenlere dair insan hakları temelli bir söylem toplumda gelişmedi
 
Hamiş Suriye Kültür Evi’nden Şenay Özden konuşmasına Türkiye’de göçmenlik ve mülteciliğin hukuksal boyutlarını anlatarak başladı. 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin ve 1967 Protokolü’nün imzacısı olan Türkiye’nin hala coğrafi kısıtlamalar doğrultusunda Avrupa dışındaki coğrafyalardan gelen göçmenlerin mülteci statüsünde değerlendirilmediğini açıkladı. Türkiye’deki üç farklı mültecilik uygulaması üzerine konuşan Özden; birinci kategoride Avrupa’dan gelen mültecilerin, ikinci kategoride Avrupa dışından gelen ve üçüncü bir ülkeye geçene kadar Türkiye’de uydu kentlerde bekleyen şartlı mültecilerin, üçüncü kategorideyse ülkelerine dönme durumunda hayati tehlikesi olan göçmenlerin bulunduklarını anlattı. Özden Türkiye’ye gelen Suriyelilerin bunların hiçbirine dahil edilmediğini ve Suriyelilere kitlesel sığınmacı gözüyle bakıldığını ifade etti. Fakat geçtiğimiz Ekim ayıyla beraber çıkan bir genelgeyle Suriyeli sığınmacılar için Geçici Koruma Kanunu’nun yürürlüğe girdiğini belirtip bu statü altında Suriye vatandaşlarının, vatansızların ve mültecilerin bu kapsama girebildiğini söyledi. Sivil siyasetin konuya müdahil olmasıyla olumlu karşılanan bu genelgenin, ne zamana dek, hangi koşullar altında sürdürüleceği veya sonlandırılacağının belirtilmemesinin ise sorun yarattığını söyledi.
 
Bunun dışında Antep’teki saha çalışmalarından gözlem ve deneyimlerini aktaran Özden, artan ırkçılık ve şiddet ortamından bahsetti. Özellikle Anteplilerin göçmenlere karşı misafir olarak baktığını ve bunun ırkçı birtakım tepkilere yol açtığını söyleyen Özden, bu yüzden göçmenlere karşı insan hakları temelli bir yaklaşımın geliştirilemediğini anlattı. Şehrin merkezine uzak, tecrit ortamının ve iş bulma olanaklarının kısıtlı olduğu kamplardan bahseden Özden, Suriyeli göçmenlerin de bu kamplarda yaşamak istemediklerini belirtti. Göçmenlerin de şikayetlerine değinen Şenay Özden, Suriyelilerin özellikle Türkiye’deki insanların mezhepçi ve hiyerarşik yaklaşımlarından şikayetçi olduklarını belirtti. Türkiyelilerin Suriyelilere mezhepleri üzerinden sınıflandırması ve yine Türkiyelilerin yardımcı olmak isteseler dahi kurdukları ilişkide Suriyelilere acıyarak yaklaşmalarının bir hiyerarşi yarattığını anlattı.
 
Sığınmacılar İstanbul’un farklı semtlerinde kalabalık evlerde yaşıyor
 
Konuşmasına Caritas Mülteci Servisi hakkında kısa bir bilgilendirmeyle başlayan Chiara Rambaldi, Caritas’ın 1991 yılından beri mülteci ve göçmenlerin acil ihtiyaçlarını hiyerarşik bir ilişki kurmaksızın karşılamak için çalışan bir servis olduğunu söyledi. Konuşmasına İstanbul’daki göçmenlere dair deneyimlerini aktararak devam eden Rambaldi, Suriyeli, Iraklı, İranlı ve Afgan göçmenlerin kalabalık aileler olarak İstanbul’un birçok semtine dağıldığını söyledi. Göçmenlerin karşılaştığı problemlerin bazılarını çalışma izni almanın zorluğu, kayıt dışı çalışma ve emek sömürüsü, özellikle kadınların cinsel tacize maruz kalması, insan ticareti, dil farklılığı sebebiyle kamusal alandaki ilişkilerin kısıtlı olması, bilgi eksikliği, sağlık ve eğitim hizmetlerine erişimin yetersiz olması olarak sıraladı. Bu sorunların ortadan kalkabilmesi için dayanışma ağlarının ve hukuki desteğin önemine vurgu yapan Chiara Rambaldi, kadınlara ve çocuklara yönelik özel koruma kanunlarının çıkarılması ve sığınmacılara çalışma, kalıcı ikamet ve vatandaşlık hakkı verilmesi gerektiğini söyledi.
 
Ezidiler ve Kobanêliler AFAD kamplarına gitmek istemiyor
 
Kobanê ve özellikle Ezidi kamplarından gözlemlerini aktaran aktivist/yazar Nurcan Baysal, öncelikle Zaho ve Duhak’ta Ezidiler’in inşaatlarda, sokaklarda, okullarda veya köprü altlarında kötü koşullarda barındıklarını ve tek bir Birleşmiş Milletler (BM) kampı olduğunu anlattı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi tarafından Ezidiler’e kuru gıda ve ücretsiz sağlık hizmeti sağlandığını, ancak bölgenin bakabileceğinden fazla sayıda göçmen olmasının kötü koşulların üstesinden gelinememesine sebep olduğunu söyledi. Konuşmasına Türkiye’deki Ezidi kamplarının durumlarını anlatarak devam eden Baysal, küçük bir oran da olsa Şengal’e geri dönen veya akrabaların yanına giden Ezidiler olduğundan rakamsal değerlerin değişken olduğunu ifade etti. Midyat’taki Ezidi kampı haricindeki kampların bölge belediyeleri tarafından idare edildiğini ve özellikle küçük belediyelerin maddi gücünün yetersiz olması sebebiyle kampların nispeten daha büyük bütçeli belediyeler altında birleştirilmeye çalışıldığını söyledi. Kamplardaki sosyal yaşamdan da bahseden Baysal,  kamplara dışarıdan hazır yemek getirmek yerine kampların içinde kurulan mutfaklardan,  kadın ve çocuk çalışmalarının kurulmasından ve STK’ların bu ortama artan dahiliyetinden bahsetti.
 
Ardından Kobane kamplarına dair gözlemlerini aktaran Baysal, Suruç’un her yerinde Kobane’den gelenlere rastlanabildiğini ve sığınmacıların devlete güven duymadıkları için AFAD kamplarına gitmek istemediklerini söyledi. Konuşmasının devamında Ezidiler’in de yaşadıkları katliamın ardından Müslümanlara karşı duydukları güvensizlik sebebiyle yine AFAD kamplarına gitmediklerini anlattı. Ezidiler’in şuanda Şengal’e dönmek istemediklerini ve mümkünse Avrupa’ya çıkmak istediklerini belirten Baysal, Kürt Siyasal Hareketi’ninse Ezidi kültürünün yok olmasına engel olmak için Ezidileri bir arada tutmak istediğini ve mümkün olduğunca Şengal’e geri göndermek istediğini, yine bu amaçla Türkiye’deki eski Ezidi köylerini yeniden yerleşime açarak veya yeni ekolojik köyler kurarak Ezidiler’in oralara yerleştirilmesinin planlandığını ifade etti. Kamplardaki eksiklikleri de çadır ihtiyacı, sosyal çalışmalar, eğitim, izolasyon malzemeleri ve psikolojik destek olarak sıralayan Baysal, yurtiçi ve yurtdışı yardım kampanyalarının desteklenmesi ve buradaki durumun rapor haline gelmesi gerektiğine vurgu yaparak konuşmasını bitirdi.
 
Suruç çadır kentlerinde göçmen kadınlardan oluşan amatör sağlıkçılar çalışmalarına başladı
 
Demokratik Toplum Kongresi Sağlık Meclisi’nden Zahide Daş da Suruç’ta kurulan çadır kentlerden ve çadır kentlerde halen devam eden çeşitli poliklinik ve sağlık hizmetleri hakkında bilgi verdi. Poliklinik hizmetlerinin koruyucu ve tedavi edici hizmetleri kapsadığını belirten Daş, ilk göç dalgasıyla beraber Suruç Devlet Hastanesi’nde de SES, TTB ve DTK Sağlık meclisi üzerinden gönüllü olarak çalışmaya başlayan özellikle cerrahi ekipler olduğuna değindi. Kamplardaki fiziki koşullardan da bahseden Zahide Daş, beslenme yetersizliğinin ve hijyenik olmayan ortamların önemli sorunlardan bazıları olduğunu ifade etti. Ardından çadır kentlerde oluşturdukları sağlık komitelerini ve kadınlarla yaptıkları sokak toplantılarını anlattı. Sokak toplantıları sırasında çadır kentin sakinlerinden oluşan bir sağlık meclisi yaratmak için özellikle kadınlardan oluşan amatör sağlıkçılar grubu kurduklarını söyledi. Yeni doğan sayısının fazla olduğuna da dikkat çeken Zahide Daş, birçok annenin sütü kesildiğinden bu çadır kentlerin özellikle proteinden zengin gıda desteğine ihtiyaç duyduğunu vurguladı.
 
Panelde konuşmacıların ardından izleyicilerin sorularına yer verildi. “Geçici koruma statüsü ve mülteci statüsü arasında ne gibi farklılıklar var? Geçici koruma altındakiler ne gibi hizmetlerden faydalanıyor?” şeklindeki soruya karşılık Şenay Özden, “Geçici koruma altında olanları düşündüğümüzde ilk olarak kamp dışında kalanlara hükümetten hiçbir yardım yok ya STK’ların yardımıyla ya da tamamen kendi başlarına kalıyorlar. Sağlık hizmetlerine katılım konusundaysa sadece geçici koruma altındakiler Türkiyeliler’in ödediği bir tedavi parası ödeyerek tedavi olabiliyor, çocuklar devlet okullarına kayıt olabiliyor ancak bu aynı zamanda bir anadilde eğitim sorununu beraberinde getiriyor ve son olarak bir Suriyeli yurtdışına çıkmak istediğinde izin almak zorunda kalıyor.” şeklinde cevap verdi.
 
Bir başka soruysa işsizliğin bu kadar yüksek olduğu bir ülkede göçmenlere verilecek bir çalışma izni acaba bir istihdam garantisi yaratabilir mi üzerineydi. Şenay Özden bu soruya, Antep’te artan göçmen sayısıyla beraber çeşitlenen hizmet sektörlerinden ve iş imkanlarından bahsedip ekonomiyi tek yönlü ve işsizlik yüzdesi üzerinden anlayamayacağımız yorumunu yaptı.
 
Bir başka soru Kürdistan bölgesindeki Ezidi ve Suruç kamplarında kadın örgütlerinin nasıl faaliyetler gösterdiklerine dairdi. Hem Zahide Daş’ın hem de Nurcan Baysal’ın değindiği nokta bölgede çalışan kadın örgütlerinin diğer bütün yerel STK’ların olduğu gibi gelen göçmen sayısına kıyasla sınırlı sayıda olduğu üzerineydi. Fakat genel olarak kadın örgütlerinin Kürt bölgelerinde Ezidi ve Kobanêlilier’in kaldıkları kamplardaki kadınlarla sokak toplantıları ve eğitim çalışmaları düzenlediklerini belirten konuşmacılar, bunun ataerkiyle çeşitli karşılaşma ve kırılma noktaları yarattığından bahsetti.
 
Haber: Büşra Üner, Ronay Bakan 

Etiketler: insan hakları, mülteci
İstihdam