03/09/2012 | Yazar: Kaos GL

‘Muhafazakârlığın seküler hayata taarruz ettiği, onun alanını daralttığı bir dönemden geçiyoruz. Bunun endişeli modern olmakla alakası yok.’

‘Yeni Muhafazakâr Türkiye’de LGBT’lere Yer Verilmek İstenmiyor! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

“Muhafazakârlığın seküler hayata taarruz ettiği, onun alanını daralttığı bir dönemden geçiyoruz. Bunun endişeli modern olmakla alakası yok.”

Cumhuriyet Gazetesi hazırladığı “Ötekileştiren zihniyet muhafazakârlık” yazı dizisinde Kaos GL Derneğinden Remzi Altunpolat’la görüştü.

Cumhuriyet’ten Esra Açıkgöz ile Mustafa Kemal Erdemol’un sorularını cevaplayan Kaos GL sözcüsü Remzi Altunpolat, muhafazakârlığın seküler hayata taarruz ettiği, onun alanını daralttığı bir dönemden geçtiğimizi belirtti.
“Öteki” olmak sadece milli ya da dini farklılıklarla sınırlı değil, cinsel farklılıklar da muhafazakâr politikaların hedefinde. Zaten “eşcinselliği hastalık, translığı sapkınlık” olarak gören bir toplumsal algının yoğun olduğu bir ülkede, politikalarla da iyice derinleştiriliyor bu düşmanlık. Sonuç, sadece cinsel kimliklerine sahip çıktıkları için öldürülen onlarca insan. Üstelik sesleri bile duyulmuyor. Muhafazakâr politikaların cinsel kimlikler üzerindeki etkisini Kaos GL sözcüsü Remzi Altunpolat anlatıyor...
 
Türkiye’de çoğu konuyla ilgili yapılan her tartışma bir şekilde ona çıkıyor. Hakkında anketler yapılıyor ve bu anketlerin kimi zaman birbirini çürüten, kimi zaman destekleyen nitelikteki sonuçları günlerce tartışılıyor. Sizce Türkiye giderek daha mı muhafazakârlaşıyor?
 
Türk Sağı’nın asli bileşenlerinden biri olan Muhafazakârlık, çok partili hayata geçişten bu yana Türkiye siyasetinde etkili olmuş eklektik bir fikriyat. Ancak bugünü farklı kılan şey; AKP iktidarı ile birlikte muhafazakârlığın doğrudan yönetim pratikleri ile desteklenen, toplumsalın bütününü kuşatıcı egemen ideoloji haline gelmesi. Hatta birinci cumhuriyetin sona erdiğini, AKP’nin bir “Osmanlı Cumhuriyeti” inşa etmeye çalıştığını kabul edecek olursak, bu yeni rejimin resmi ideolojisi muhafazakârlık. Bu anlamda giderek daha fazla dinsel olana atıfla tanımlanan muhafazakârlığın seküler hayata taarruz ettiği, onun alanını daralttığı bir dönemden geçiyoruz. Bunun endişeli modern olmakla alakası yok. Emekçi ve ezilen kesimleri sarıp sarmalayan muhafazakâr ideoloji itaat ve tevekkül üreten bir kültürün yaygınlık kazanmasına sebep oluyor. Bu durum, aynı zamanda muazzam bir otoriterleşmeyi de beraberinde getiriyor. AKP’nin ilk yıllarında dolaşıma soktuğu ama artık pek ihtiyacı kalmamış olacak ki şimdi tedavülden kalkmış olan muhafazakâr demokrasi kavramının nasıl bir oksimoron olduğunu açığa çıkarıyor.
Başbakanın üç çocuk emri, çıkarmaya çalıştığı kürtaj yasağı, vb. alepleri hayatta nasıl tezahür ediyor?
 
Muhafazakârlık toplumun temel yapıtaşı olarak gördüğü aileye; toplumsal hayattaki sürekliliğin sağlanması ve yekpare bir bütün, bir organizma olarak tasavvur ettiği milletin mevcudiyetini sürdürmesi açısından merkezi bir önem atfeder.  Bu bağlamda ailenin korunması adına kürtaj yahut daha fazla sayıda çocuk muhafazakâr politikanın avadanlığında az ya da çok yer işgal eder. Ancak başbakanın üç çocuk ve kürtaj yasağı üzerinden kurduğu dil, bunun ötesinde adeta Faşizmin aileyi ve çocuk doğurmayı yücelten, kadın bedenini sadece buna hasreden biyo-politik söylemine benzemektedir. Muhafazakârlık reel politikaya dair söz üretirken hiç değil mi akli bir temellendirmeye ihtiyaç duyar, faşizmin ise böyle bir aklileştirmeye ihtiyacı yoktur. Muhafazakârlık ile faşizan otoriteryenlik arasındaki salınımda başbakanın bu söyleminin geniş kitleleri etkilememesi ve onlar nezdinde rıza üretilmemesi mümkün değil. En azından başbakanın kürtaj çıkışının fiilen pek çok kadının yasal bile olsa kürtaj yaptırmaktan çekinmesine, hastanelerin kürtaj yapmayı kolayca kabule yanaşmamasına yol açacağı açık. Böylelikle yasal olarak mevcut bulunsa bile fiilen kürtajın önüne geçilmiş olacak. Diğer yandan kendi bedenleri üzerinde söz söylemekten alı koyan bu girişimler karşısında kadın hareketinin sessiz kalmadığını ve kalmayacağını da görmek gerek.
 
Bu muhafazakârlaşma cinsel kimliklere, erkeklik hallerine nasıl etki ediyor sizce? Muhafazakârlaşma en çok da "öteki"ler için tehlike yaratıyor; Türk, Sünni, erkek olmayanlar için... Bu durum LGBT bireylere de yaşam alanı bırakmıyor. Nelerle karşılaşılıyor mesela?
 
“İlahi olarak belirlenmiş, değişmeyen insan doğası” kavramına inanan muhafazakâr akıl; cinsiyeti özcü bir biçimde kodlayarak, kadın-erkek ve çocuklar arasında asimetriye dayalı heteroseksüel aileyi toplumun temeline koyar. Heteroseksüelliğin “normal” ve “yegâne” varoluş kabul edildiği bu anlam dünyasında heteroseksüalite dışındaki cinsel kimliklere yer yoktur. Eşcinsellik, biseksüellik, transseksüellik gibi cinsel kimlikler fıtrata aykırı, toplumsal düzenin temellerini sarsan, milli bünyeye yabancı ve adeta kesilip atılması gereken birer “ur” gibi görülürler. Zira heteroseksüalite dışındaki cinsel kimlikler muhafazakâr ahlâka, verili sistemin ilânihaye devam etmesine kaynak teşkil edecek aile kurumuna güçlü bir itiraz olma noktasında devrimci bir işlev görürler.
 
Bugün Türkiye’de daha önce görmezden gelinen yahut yok sayılan eşcinsel, biseksüel ve transseksüel kimlikler; LGBT hareketinin yıllara dayanan kararlı mücadelesi neticesinde artık inkâr edilemeyecek bir realite haline gelmişlerdir. Türkiye’nin muhafazakârlaşması bağlamında bu durumun daha önce bu hususta pek kelam etmeyen muhafazakâr cenahta tepki doğurması kaçınılmazdı, nitekim öyle de oldu. Geçtiğimiz yıllarda Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan Selma Aliye Kavaf’ın eşcinselliği hastalık olarak gördüğünü ifade etmesi vesilesiyle gündeme gelen eşcinselliğin günah mı hastalık mı olduğuna dair tartışmalar, Kavaf’a destek amacıyla pek çok Muhafazakâr-İslamcı örgütün bir araya gelerek basın açıklaması yapması, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun eşcinsel haklarını tanımalarının mümkün olmadığına dair açıklamaları, yeni anayasayı kaleme alan alt komisyon çalışmaları sırasında özellikle AKP’li üyelerin sert direnişi “Yeni Muhafazakâr Türkiye”de LGBT’lere yer verilmek istenmediğini açık bir biçimde gösteriyor. Bundan cesaret alan daha radikal İslamcı çevreler, örneğin Saadet Partisi ile organik bağları bulunan Anadolu Gençlik Derneği “Zina Yeniden Suç Sayılsın, Eşcinsellik Ahlâksızlıktır” kampanyasını başlatabiliyor; Akit gazetesi hemen her gün gazetecilik etiği bir yana asgarî insani değerleri bile göz ardı ederek eşcinsellere yönelik nefret söylemi üretiyor. Pierre Loti Tepesi’nin adının değiştirilmesini isteyen AKP’li milletvekili makul bir gerekçe bulamayınca yazarın eşcinsel olduğu bahanesine sarılıyor. Devlet kurumları da boş durmuyor tabi. 12 Eylül 2010 referandumu sonrasında yeniden şekillendirilen Yargıtay yakında verdiği bir kararla anal ilişkiyi doğal olmayan cinsel ilişki biçimi sayarak eşcinselliği fiilen suç haline getirecek yolların kilometre taşlarını döşüyor.
Sorunuzun muhafazakârlaşmanın erkeklik hallerine nasıl etki ettiği ile ilgili kısmına gelecek olursak; muhafazakârlık aileyi toplumun direği görüyorsa babayı da ailenin direği olarak görür. Bu bağlamda muhafazakâr tahayyülde erkeklik hegemonik erkeklikle örtüşür; muhafazakârlığın aileye ve erkeğe biçtiği rol hegemonik erkekliği yeniden üretir ve tahkim eder. Söz konusu erkek Türk, Sünni ve heteroseksüel erkektir. Bu erkek sterotipinin dışındaki bütün erkekler ya buna uymaya, tabi olmaya zorlanır yahut eşcinseller başta olmak üzere toplumun marjına atılır. Eşcinsellik bir erkeklik –dolayısıyla erk- kaybı olarak kadınsılaşma korkusunu hep en derininde hissetmiş Türk milliyetçi-muhafazakârının gözünde asla kabul edilemeyecek lanetli bir kimliktir.
 
Sizin yaşamda muhafazakârlığa çarptığınız, tanık olduğunuz anlar var mı? 
 
Seküler yaşam tarzının hâkim olduğu bir semtte yaşadığım için çok fazla sayıda örnekle karşılaşmıyorum belki ama örneğin Ramazan ayında hemen her lokantanın iftar saatlerine göre hizmet veriyor olması, o saate yakın bir saatte tesadüfen o lokantaya oturan bir kimseyi bekletmesi muhafazakârlaşmaya dair basit ama çok göze çarpmayan bir örnek. Örnekleri çoğaltmak, başka örnekler de vermek mümkün. Asıl sorun olan ise dinsel- geleneksel refaranslara dayanmayan bir yaşantının belli merkezlere, belli mekânlara, belli semtlere hapsolması yani gettolaşma. 

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam