17/03/2016 | Yazar: Kaos GL
Lezbiyen Biseksüel Feministler yayınladıkları "Lubunyayım deyip geçme, bir düşün!" ile harekette "taraf tutmadan" başka bir deyişle "ama onlar arkadaşımız" demeden söylem analizi yaparken feminist perspektiften nasıl bakılabileceğine işaret ediyor.

Lezbiyen Biseksüel Feministler yayınladıkları "Lubunyayım deyip geçme, bir düşün!" ile harekette "taraf tutmadan" başka bir deyişle "ama onlar arkadaşımız" demeden söylem analizi yaparken feminist perspektiften nasıl bakılabileceğine işaret ediyor.
*Kolektif tartışma notlarından derlenmiştir.
Lezbiyen Biseksüel Feministler olarak bir araya geldiğimiz ilk haftalarda en çok tekrar ettiğimiz konulardan biri, feminist hareketin heteroseksizmle mücadeleyi beklediğimiz kadar öncelememesi, LGBTİ hareketinin ise feminist politikayı ihtiyaç duyduğumuz kadar gündemine almamasıydı. Bu iki hareketin kesişim kümesi olarak çift yönlü bu eksiklik üzerine söz üretmek ve bu sözü kamusallaştırmak önemli bir motivasyondu bizim için. Bülten fikri ortaya ilk çıktığında üzerine yazmanın elzem olduğunu düşündüğümüz konulardan biri LGBTİ hareketindeki lezbiyen biseksüel görünmezliği ve LGBTİ sosyal ortamlarda tanık olduğumuz, maruz kaldığımız cinsiyetçi hareketler, sözler ve şakalardı. Daha fazla bu konunun etrafından dolanmadan, mevzuyu ikili üçlü konuşmalarla geçiştirmeden bir atölye örgütleyelim ve duruma dair gözlem ve deneyimlerimizi konuşalım istedik. Bu yazı kapsamında, öncelikle lezbiyen biseksüel kadınlar olarak erkek egemen kamusal alana erişmekte yaşadığımız sorunları ele alacağız. Ardından LGBTİ hareket içerisindeki görünmezliğimizi tartışacağız.
Görünmenin, sesini duyurabilmenin, belli mekanlarda ve belli zamanlarda var olabilmenin, lezbiyen biseksüel kadınların/ transların hayatında nasıl mücadelelere işaret ettiğini çokça konuştuk. Gey gece kulüpleri tam kapasite sabaha kadar çalışabiliyorken sayıca oldukça kısıtlı olan lezbiyen biseksüel kadınların/ transların sosyalleştiği bar ve kulüpleri dolduran kitle sayıca çok daha az. Her ilde eşcinsel erkeklerin birbirini bulduğu belli mekanlar, parklar, bölgeler varken eşcinsel kadınların böyle kamusal mekanları yoktu – varsa da biz bilmiyorduk. Bunun sebeplerinden söz açıldığında ise başlıca söylenenlerden biri, tahmin edersiniz ki lezbiyen biseksüel kadınların/transların, sınıfsal olarak dezavantajlı olmaları ve bu sebeple kulüplerde eğlenmeyi maddi olarak karşılayamamalarıydı.
Sınıfsal farkın yanı sıra, binlerce yıllık kamusal alan tarihine baktığımızda, erkekler tarafından erkekler için yaratılmış bir dünya ile karşılaştığımız için, cinsiyetlere göre değişen toplumsal imkanların veya imkansızlıkların gey/biseksüel erkeklerle lezbiyen/biseksüel kadınlar arasında farklı toplumsal deneyimler yaratması şaşırtıcı değil elbette. İnsanlar anatomilerindeki farklılıklar neden gösterilerek doğdukları andan itibaren, hatta henüz doğmadan, farklı muameleye maruz kalıyor. İnsanların iki cinsiyete ayrıldığını varsayan ve birini ötekinden kıymetli gören ataerkil bakış açısı, kamusal alan söz konusu olduğunda erkeklere “dükkan senin” derken kadınlara “hop nereye” diyor. Kadınlar “hop nereye” cümlesini aileden ve kamusal alanı kendi çöplüğü bellemiş erkeklerden, sevgiliden kocadan duymaya çok alışık. Ailesi ile yaşayan bir kadının, ailesiyle yaşayan bir erkeğe göre eve daha erken dönme zorunluluğuna sahip olması çok muhtemel. Ya da evli bir gey/biseksüel erkeğin eşine hesap vermek zorunda hissetmeden gey mekanlara gidebilmesi çok muhtemel iken evli bir lezbiyen/biseksüel kadın için bu çok daha zor. Ezcümle, kamusal alanda eşcinsel/biseksüellerin buluşmasının genellikle geceleri gerçekleştiği düşünülürse, bu mekanlarda lezbiyen/biseksüel kadın görünmezliğini kamusal alandaki kadın görünmezliğinden bağımsız düşünmek oldukça zor. Bununla ilgili bir diğer ilginç anekdot ise lezbiyen-biseksüel gece kulüplerinin cuma cumartesi gecesi Taksim’in bir çok mekanı henüz geceye hazırlanıyorken partilemeye başlamasıydı. Gece 12’yi geçmeden, şehrin Taksim’den uzak semtlerine otobüsler bitmeden vakitlice dönmek zorunda olan LBler, kadınların kamusal alanı ve gece hayatını farklı bir zamansallıkta deneyimlediklerine de işaret ediyordu. Bütün bunlar çok daha geniş ölçekte, barlarda sokakta şehirde LB görünmezliğine dairdi. Fakat bizim asıl konuşmak istediğimiz LGBTİ sosyal ortamlarda ve LGBTİ hareket içindeki görünmezliğimizdi.
Örgütlerin kurulduğu ilk yıllarda, toplantılarda ve etkinliklerde eşcinsel erkeklerin sayıca fazla olduğunu, o döneme tanıklık etmiş arkadaşlardan sıkça duyuyoruz. Bu durum ister istemez eşcinsel erkek deneyimini, cinselliğini, dilini ve alt kültürünü mümkün kılarken, LB kadınların deneyimini ve sözünü arka plana itti. Seneler içinde farklı öz örgütlülüklerle LB’ler bir araya gelip deneyim paylaşıp söz üretmiş olsalar da, karma bir film gösteriminde filmin lezbiyen filmi olduğunu öğrenen geylerin salonu akın akın terkettiği sahneler o dönem harekete emek veren lezbiyen biseksüel kadınların hala hatırında. Bu notları düşerken amacımız gey erkeklerin lezbiyen biseksüel kadınların deneyimini ve cinselliğini umursamadığı gibi büyük ve genelleyici bir çıkarım yapmak değil. Fakat bugün hala hareketteki lezbiyen biseksüel feministleri ortamın dışına iten, cinsiyetçi olduğunu düşündüğümüz hakim davranışlar var. Mesela laf sokmalı – madi, koli atmalı [1] – iletişim şekli gerçekten bu performansa ayak uydurabilenlerin sesini duyurmasına, bir sürü insanın da sessizleşmesine sebep olabiliyor. Seks işçisi trans kadınların kendi aralarında iletişmek, başkaları tarafından anlaşılmamak üzere kullandığı lubunca bugün harekette sıkça kullanılan bir alt kültür dili. Trans kadınların ve geylerin sokak deneyiminden beslenen ve sokakta var olabilmeye dair bir direnişe de işaret eden, mizahi bir tonu olan, özgüven gerektiren bu iletişim şeklini tek başına mahkum etmek büyük haksızlık olur. Laçosuna yaptığı madilik, o an orada o adamı afallatarak trans kadınların sokakta kendilerine alan açmasının bir yolu olabiliyor. Fakat bu iletişim şeklinin kiminle ve hangi zeminde icra edildiğine göre değiştiğini ve bazen cinsiyetçi bir yere tekabül edebildiğini söylemek de bizim ihtiyacını duyduğumuz feminist bir müdahale. Kulüpte dans eden uzun saçlı lezbiyen arkadaşınıza ‘ay bu ne saç böyle kezban gibi hiç sevmem’ demek, salt cümlede geçen lubunca bir sözcük sebebiyle ‘komik ve eleştirel bir performansa’ dönüşmüyor mesela. ‘Lezbiyen sıkıcılığı’na dair şakalar yapmak da öyle…
Sokakta bir adamdan duysak ortalığı yıkacağımız cinsiyetçi bir söz, birlikte örgütlendiğimiz insanlar tarafından sarfedildiğinde neden bizi afallatıyor ve feminist reflekslerimiz yavaşlıyor? Adı ‘madilik’ diye mi? ‘Lubunya kültürü bu, denir böyle şeyler’ diye mi? ‘Ay gey mizahı işte onlar da böyle kuruyorlar eleştirelliklerini’ diye mi? Yoksa fazla hassaslaşıp tat kaçırmayalım onlar da heteroseksizmin mağduru, hareketten ‘politik’ arkadaşlarımız diye mi?
Kulağa klişe de gelse lezbiyen cinselliğini küçümseyen, beden-normatif şakalar yapan ve bunu daha çok kadınların bedeni üzerinden yapan, penetrasyonsuz seksle ilgili ‘Ay canım koli kesemedik resmen lezbiyen seksti’ minvalli cümleler kuran eşcinsel erkekler bir şehir efsanesi değil. Harekette mevcutlar. Kültürel ve politik sermayesi olan bir kesim için ise kuirin hayatlarımıza – biraz da yarım yamalak bir şekilde – hızla girmesiyle bütün bu kadın düşmanı eylemler ve söylemler entellektüel argümanlarla örtülebiliyor. Kuirin ‘akışkanlığını’, pastişini, parodisini anlamayanlar olarak ya biyolojik indirgemeci ya da 80’ler lezbiyeni diye yaftalanabiliyoruz. Böyle anlarda, sokaktaki gerçekliği, sistematik cinsiyetçi şiddeti ve kuirin feminist literatüre çok şey borçlu olduğunu unutmadan tartışma yürütmek çok daha yapıcı olur diye düşünüyoruz.
Bitirirken bir kere daha tekrar etme ihtiyacı duyuyoruz: yukarıda sıraladığımız ve dert ettiğimiz durumları bu yazı vesilesiyle paylaşma amacımız “lezbiyen biseksüel görünmezliğinin sebebi eşcinsel erkeklerin kadın düşmanlığı” gibi çarpık bir çıkarımda bulunmak değil. LB görünmezliği ile hâkim olan LGBTİ alt kültürü ve sosyalliğinin cinsiyetçi hallerinin birbirinden bağımsız olmadığını, ilişkili olduğunu düşünüyoruz. Eşcinsel bir erkek olmak, lubunya olmak, heteroseksizmin mağduru olmak, LGBTİ aktivisti olmak gibi var oluşlar cinsiyetçilikle hesaplaşmayı beraberinde getirmiyor. Farklı coğrafyalarda ve zamanlarda bir sürü lezbiyen biseksüel feminist grup bu mevzuyu tartışmaya açmış ve gelen tepkiler inanılmaz derecede benzer olmuş. Mesela (çoğunlukla eşcinsel erkekler) cinsiyetçilikle hesaplaşmaya çağrılmalarını kendi mağduriyetlerinin görünmemesi olarak tercüme etmişler, ‘peki ya homofobik kadınlar?’ diye sormuş, lezbiyen/biseksüel görünmezliğinin konfor sağladığını dahi iddia edip kendilerinin böyle bir “lüksü” olamadığını söylemişler. Bu metin ile umduğumuz, bütün bu klişelerden, mağduriyet yarışından, suçlama-savunma ikiliğinden uzak, yapıcı bir diyalog kurabilmek ve Türkiye’de LGBTİ hareketinin politik zeminini ve ittifaklarını güçlendirecek bir tartışma örebilmek. Kısacası, geldi yine ‘tat kaçıran’ lezbiyen biseksüel feministler ve LGBTİ harekete bunu tartıştırmadan da gitmeyecekler…
[1] lubunca laf atarak sataşmak
Lezbiyen Biseksüel Feministler'in internet sitesine buradan ulaşabilirsiniz.
Etiketler: kadın