17/10/2024 | Yazar: Oğulcan Özgenç
Psikiyatrist Prof. Dr. Selçuk Candansayar ile Türkiye’de artan “onarım terapisi” adı verilen işkenceyi, LGBTİ+’lar üzerindeki etkilerini ve ruh sağlığı uzmanlarının yaklaşımlarını konuştuk.
LGBTİ+’ların cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerini hedef alan “onarım terapisi” son zamanlarda artıyor. Bilimdışı, etik olmayan ve birçok saygın sağlık kurumu tarafından işkence olarak değerlendirilen “onarım terapisi” uygulamasında cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin terapi yoluyla “değiştirilebileceği” iddia ediliyor.
Söz konusu uygulamanın temelleri heteroseksüelliğin tek doğal ve meşru cinsel yönelim; cisgender olmanın ise tek doğru ve meşru cinsiyet kimliği olduğunu öne sürüyor.
Ruh sağlığı uzmanlarının müdahalesi ile cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin değiştirilebileceğini savunan “onarım terapisi”nin ne olduğunu, LGBTİ+’lar üzerinde yarattığı ruh sağlığı sorunlarını ve uzmanların söz konusu işkence uygulamasına nasıl yaklaşması gerektiğini Psikiyatrist Prof. Dr. Selçuk Candansayar ile konuştuk.
"Onarım terapisi” artan LGBTİ+ karşıtlığı ile yeniden gündeme geldi. Nedir onarım terapisi?
Onarım, dönüştürme ya da yeniden yönelimlendirme gibi adlandırmalar kullanılan müdahale yöntemi, cinsel yönelimi heteroseksüel olmayan insanların yeniden heteroseksüel olmalarını sağlama iddiasındaki bir uygulamadır. Bir tedavi ya da psikoterapi yöntemi olarak adlandırmak mümkün değildir. Çünkü gerek Dünya Sağlık Örgütü gerek Amerikan Tıp Birliği ve Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika ülkelerinin psikiyatri ve psikoloji dernekleri bu yöntemi tıbbi, psikolojik bir yöntem olarak tanımlamamaktadırlar. 1973 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği’nin heteroseksüel olmayan cinsel yönelimleri psikiyatrik hastalık kategorisinden çıkarması sonrası uluslararası hastalık sınıflandırma sistemleri de cinsel yönelimi bir psikiyatrik hastalık değil, olağan insan çeşitliliği olarak değerlendirmişlerdi. Böylece 20. yüzyıl başından bu yana binlerce LGBTİ+’nın psikoterapiden, elektroşok tedavilerine, davranışçı kaçındırma müdahalelerinden, ilaç tedavilerine kadar bir yararı olmak şöyle dursun, ciddi ruhsal ve bedensel örselenmelere maruz kalmalarına neden olan “eşcinsellik tedavisi” bitmişti. Araştırmalar özellikle 1950’li yıllarda uygulanan eşcinselliği giderme tedavilerinin sadece LGBTİ+’ları değil bu tedavileri uygulamak zorunda bırakılan psikiyatr ve klinik psikologları da ruhsal açıdan örselediğini göstermektedir.
“Onarım terapileri ilk ortaya çıktığından bu yana ırkçılık ve yeni sağcılıkla iç içe yayılmakta”
Yaklaşık 20 yıllık bir sessizlikten sonra 1991 yılında ABD’li bir psikolog olan Joseph Nicolosi, heteroseksüel olmayan ve bu durumdan rahatsız olup kendi istekleriyle heteroseksüelliğe “geri dönmek” isteyen bireylere onarım psikoterapisi (reparative therapy) yöntemi ile psikoterapi yapabildiğini iddia etti. Bir yıl sonra 1992 yılında ikisi de psikiyatrist olan Benjamin Kaufman ve Charles Socarides ile birlikte Ulusal Eşcinsellik Araştırma ve Tedavi Birliği (NARTH, National Association for Research and Therapy of Homsexuality) adı altında bir yapı kurdular. İddiaları, kimseyi zorla tedavi etmedikleri, özgür iradeleriyle yeniden heteroseksüel olmaya dönmek isteyen insanların yardım alma hakları olduğuydu. Resmi olarak eşcinsellik hastalıktır diyemiyorlardı çünkü sınıflama sistemleri bunu kabul etmiyordu. Bu sorunu aşmak için “biz heteroseksüel olmayı kendileri isteyen insanlara yardım ediyoruz, diyorlardı. NARTH, insanın kendi doğasına uyumlu yaşama hakkının olduğunu, şu ya da bu nedenle doğasından uzaklaşan ve bundan rahatsızlık duyan bir insana yardım etmenin de suç olamayacağını savunuyordu. Terapi yönteminin onarım, dönüşüm ve yeniden yönelimlendirim sıfatlarıyla tanımlanması da bu yüzdendir. Nicolosi ve arkadaşlarına göre cinsellik biyolojik cinsiyetle uyumlu olduğunda “doğaldı”. NARTH ekibinin üçü de bağnaz hristiyanlardı ve ABD’deki LGBTİ+ karşıtı dinci örgütlenmelerle bağları vardı ve fon alıyorlardı. Onarım terapileri ortaya çıkmalarından itibaren modern bilimsel psikiyatri ve psikoloji disiplinleri ve meslek örgütlerince bilimdışı olarak görüldü. Ancak görünürde bir zorla tedavi olmadığı için de engel olunamadı. Tabii ki herhangi bir sonuç alınması mümkün değildi ve 2000lerin başlarında gözden ve gündemden düştüler. Ancak 2008 küresel krizi sonrası yükselen muhafazakarlık, sağcılık, dincilik, ırkçılık ve kadın düşmanlığı dalgası, özellikle Trump döneminde artan homofobi onarım terapicilerini yeniden cesaretlendirdi.
Onarım terapileri ilk ortaya çıktığından bu yana ve dünyada yayıldığı ülkelerde hemen çoğunlukla fundementalist dinci bağnazlık, ırkçılık ve yeni sağcılıkla iç içe yayılmaktadır. İlgi çekici ve anlaşılır şekilde örneğin Türkiye’ de onarım terapisini savunan ve uygulayanların dinciliği yüksek ve mesleklerini dini inançlarına göre uygulayan ruh sağlığı çalışanları olduğunu görmekteyiz. Üç tek tanrılı dinin bağnazları onarım terapisine inanmakta ve uygulamaya çalışmaktadır.
Onarım terapisinin uygulanması ne tür ruh sağlığı sorunlarına yol açıyor?
Aile, arkadaşlar, grup ve toplum tarafından reddedilen, ayrımcılığa, baskıya, dışlamaya maruz bırakılan LGBTİ+’larda bu ayrımcı ve baskıcı uygulamaların ağır ruh sağlığı sorunlarına neden olduğunu biliyoruz. Genç LGBTİ+’lar akranlarına göre daha fazla özkıyım girişiminde bulunuyor ve daha fazla depresyona yakalanıyor, 3 kat fazla madde kullanıyor ve 3 kat fazla cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanıyor. Tüm bu sorunlar LGBTİ+ oldukları için değil, ayrımcılığa, dışlamaya, baskıya maruz kaldıkları için ortaya çıkıyor.
Bu konuda yapılmış çok çalışma var. Aile zorlamasıyla ya da homofobik bir dünyada yaşamanın zorluklarından haklı olarak yorulup acaba heteroseksüel olabilir miyim diye onarım terapisine başvuran LGBTİ+’larda ciddi ruhsal ve bedensel sorunlara neden oluyor. Kendi istekleriyle onarım terapisine başvuran LGBTİ+’lar üzerinde yapılan bir çalışma hiçbirinin cinsel yöneliminin değişmediğini ama hepsinin tedavide utanç duygusunu çok yoğun yaşadıkları ve ruhsal olarak örselendiklerini gösteriyor.
“Yeni faşizm dalgası, heteronormativiteyi kışkırtıyor”
Onarım terapisini savunan ruh sağlığı uzmanlarının yaklaşımı bilimsel ve etik mi? Artan LGBTİ+ karşıtlığı karşısında ruh sağlığı uzmanları “onarım terapisi”ne nasıl yaklaşmalı? Neler yapmalı?
Maalesef dünyada ve ülkemizde yapılan çalışmalar ruh sağlığı çalışanları, özellikle psikologlar arasında onarım terapisini “doğru bulanların” oranının yükseldiğini gösteriyor. İtalya’da yapılan bir araştırma psikologlar arasında yüzde 30 oranına yaklaştığını gösteriyor. Bu araştırmalarda da onarım terapisini savunanların ırkçı ve dinci ilaçlarının da daha derin olduğu bulgulanıyor. Dünyada yükselen “yeni faşizm dalgası” yeni sağcılık, yeni muhafazakarlık, yeni dindarlık gibi adlandırmalar altında homofobi, heteroseksizm ve heteronormativiteyi de kışkırtıyor ve ruh sağlığı çalışanları arasında da bu görüşler yayılıyor.
Modern bilimsel tıp ve psikiyatri ve psikoloji disiplini cinsel yönelim çeşitliliğinin bir anormallik ya da hastalık olmadığı konusunda hemfikir. Bu karara öznel politik görüşleriyle ulaşmadılar; ampirik çalışmalar, çok fazla acıya neden olan tedavi girişimleri, bilimsel araştırmalar sonucu heteroseksüellik dışı cinsel yönelimlerin “doğal” ve “normal” farklılıklar olduğunu bulguladıkları için hastalık sınıflandırmasından çıkardılar.
Onarım terapisini savunanlar ise bilimden değil dini inançtan beslenerek, heteroseksüelliği bir norm olarak kabul ettikleri için heteroseksüel olmayanları anormal ve hasta olarak görüyorlar. İki yaklaşım arasındaki temel fark bu. Heteroseksüellik dışı cinsel yönelimin hastalık olmadığını kabul edenlerin hepsi seküler, çağdaş ruh sağlığı çalışanı değil, ama onarım terapilerini savunanların tümü dinci, ırkçı, sağcı insanlar.
Dikkat edilirse iktidarda sağcı otoriter yönetimlerin olduğu ülkelerde hükümetler, LGBTİ+’ların eşitlik hakkını savunan kurumlar, kuruluşlar, enstitüler, üniversite merkezlerini bilimsel bir gerekçeyle değil politik gerekçeyle kapatıyorlar. LGBTİ+ olmanın hastalık, anormallik, ahlaki tercih olduğunu savunanlar da argümanlarını bilimsel alandan değil dini ya da politik alandan verebiliyorlar.
“Ülkemizde dini referanslarla onarım terapisini savunan psikiyatr ve psikologlar var”
LGBTİ+ karşıtlığının tıbbi bilimsel bir gerekçesinin olmadığını dinci, sağcı politik hareketlerin ideolojisinin bileşeni olduğunu aklımızdan hiç çıkarmamamız gerekiyor. Dünyada ve ülkemizde psikiyatri ve psikoloji meslek örgütleri bu alanda çok duyarlı ve bilinçliler. Sağlık Bakanlığı da Dünya Sağlık Örgütü’nün hastalık sınıflamasını kullandığı için LGBTİ+ olmak resmi olarak hastalık olarak kodlanamıyor.
Sayısı çok olmasa da ülkemizde de hemen tümü dini referanslarla onarım terapisini savunan psikiyatr ve psikologlar var. Onlardan daha önemli olan bir sorun var ki o da genç kuşaklar. LGBTİ+ karşıtlığı hükümetler eliyle pompalanıyor ve genç kuşaklar dincileştirilmiş homofobik bir eğitim sistemine maruz kalıyorlar. Tıp, psikiyatri ve psikoloji eğitimlerine homofobik kışkırtmalar altında eğimlendirilmiş olarak geliyorlar. Bu sayı maalesef her geçen gün artıyor. LGBTİ+ örgütleri de neredeyse seslerini çıkaramaz oldukları bir baskı ve tehdit altında var kalmaya çabalıyorlar. Bu yüzden tıp fakülteleri ve diğer fakültelerin psikoloji bölümlerinde, psikiyatri ihtisası ve klinik psikoloji yüksek lisans ve doktora programlarında, sosyal hizmet ve psikolojik danışma ve rehberlik bölümlerinde çalışan öğretim üyelerine, meslek profesyonellerine ve ruh sağlığı meslek örgütlerine büyük bir görev düşüyor. Aynı şekilde üniversite öncesi eğitimi sağlayan öğretmen sendikalarına da sorumluluk alma zorunluluğu var. Yalnızca bilimsel ve etik olmak bu alanda yetmiyor aynı zamanda bilimsel ve etik olanın politik mücadelesinin de yapılması gerekiyor.
Etiketler: insan hakları, nefret suçları, sağlık, din/inanç, siyaset, cinsellik, özel haber