11/01/2007 | Yazar: Kaos GL

'Bir kadın manifestosu' olarak adlandırılan 'Muinar'ın yazarı Latife Tekin'le genç yazar Sema Kaygusuz görüştü. Tekin, 'Hiçbir destan, masal, dağları eritmiş kadınlardan söz etmiyor. Kadınlar doğaya ilişmediler. Irmakların yerini değiştirip dağları yıkmaya kalkışmadılar. 'Muinar', erkekleri dünya suçlusu ilan ediyor. Dünyaya tecavüzden tutuklanması gereken bir cins erkekler' diyor.

Muinar, 'Dünya canlıdır ve dişidir' diyor Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

'Bir kadın manifestosu' olarak adlandırılan 'Muinar'ın yazarı Latife Tekin'le genç yazar Sema Kaygusuz görüştü. Tekin, 'Hiçbir destan, masal, dağları eritmiş kadınlardan söz etmiyor. Kadınlar doğaya ilişmediler. Irmakların yerini değiştirip dağları yıkmaya kalkışmadılar. 'Muinar', erkekleri dünya suçlusu ilan ediyor. Dünyaya tecavüzden tutuklanması gereken bir cins erkekler' diyor.

KAOS GL

Sema Kaygusuz

Latife Tekin'in, 'Sevgili Arsız Ölüm'le başlayan etkileyici serüveni, bu kez bilinmedik bir yöne doğruldu. Hiç olmayan bir yere... Kendisiyle son romanı 'Muinar' üstüne söyleştik. Onun içinde uyanan bilge kocakarı sanki hâlâ orda, Latife'nin sesinden konuşmayı sürdürüyordu. Doğrusunu isterseniz kiminle konuştuğumu zaman zaman ben de karıştırdım. Büyük olasılıkla ikisi de ordaydı.

Sevgili Latife, 'Unutma Bahçesi'ne nokta koyduğun yerde karşımıza 'Muinar'la çıktın. İkisi arasındaki bağlantıdan söz eder misin?

Muinar, yerle gök arasında, boşlukta yakaladı beni, 'Unutma Bahçesi'nden hemen sonra, daha öncesinde etrafımda dolanmış, varlığını mutlulukla taşıyamayacağıma karar verip geri çekilmişti, ruhlar, kitap okuyor anlaşılan, "Unutacağımız hiçbir şey kalmayana dek her şeyi unutabilsek, Tanrı'yla karşılaşacağız, ama unutamıyoruz oraya kadar bir türlü." 'Unutma Bahçesi'nden bir cümle bu, 'Muinar' romanımı, cümlelerimi ciddiye alıp harekete geçti.

Kaç bin yaşındaki bir kocakarıyla söyleşmek nasıl bir şey? Bu kadar yaşlı bir kadınla didişmeyi nasıl göze aldığını merak ediyorum.

Ürktüğüm için önceleri yok saymaya çalıştım onu, 10 bin yaşında filan olmalıydı, derin geçmişin uçurumuna yuvarlanırım diye korktum, dinledikçe merak uyandı içimde, korkum hafifledi giderek, bizim havamızda, bugünden ses vererek konuşuyordu çünkü, hayat doluydu üstelik, eğlenceli masallar anlatıyordu, uzak yakın geçmişin bilgisi, görgüsüyle şimdiki zamanı neşelendiren bir ruh sızmıştı içime, romana başlamadan önce, bir sabah, daha sonra hiç unutmadığım bir düşünceyle uyanmıştım uykumdan, dünyada varolmuş ilk kadınla aynı yaştayım ben! Sandığımdan çok daha yaşlıyım, dünya elime doğmuş ve ben dünyanın eline doğmuşum, 'Muinar'la yaşıt sayılırdık, saati kolumdan çözüp öyle yazmaya koyuldum bu kitabı.

Muinar ile yazar Elime arasındaki ilişkiye zoraki diyemeyiz değil mi? Bana daha çok emrivaki bir ilişki gibi geldi.

Muinar, ses vermeye başladığında, niyetinin beni öldürmek olduğunu düşündüm doğal olarak, başka hangi niyetle içime sızmış olabilir, yaşama hakkımı savunup direnmeye çalıştım, yapabileceğim fazla bir şey yoktu, yakalanıp tutulacak bir varlık değil, görünmez, ölümsüz bir kadının ruhu, anlattıklarına kulağımı kapatırsam rüyalarımı karıştırıp uzak düşlere sürüklüyor beni, 2 bin, 3 bin yıl önce Anadolu'da yaşamış bir kadının, taş döşeli sokaklardan, yağmur altında ağlayarak süzülüp gittiğini görüyorum, bir an yüzü ışıyor işte, o yüzün benim yüzüm olduğu duygusuyla ürperiyorum, tehditle, zorbalıkla, bakışımı, düşüncelerimi şaşırtıp oyunlar oynayarak varlığına alıştırdı beni.



Muinar biraz da yaşlılık fikriyle doğmuş olmalı. Yaşlanmakla ilgili ne düşünüyorsun?

Yaşlanmaya başladığımı, kollarımdan, ayaklarımdan, kalbimden önce, gözlerim bana söyledi, kendimden gençleri seçip ayırmaya başladım, oysa daha önceleri, kendimden yaşlıları seçip ayırırdı gözlerim, 30'lu yaşlarımda, böyle bir bakış bükülmesinden geçtim. Kendimi gençlerin değil, yaşlanmaya başlayan insanların yanında hisseder olduğum o günlerde duygularımı yazdığım bir defterim vardı. Notlara dayanarak bir öykü yazmıştım. Her sabah doğduğumuzu, akşam yaşlandığımızı ve gece öldüğümüzü, sonra sabah yeniden doğduğumuzu, bize verilen her günün bir ömür olduğunu söyleyen bir öykü... Yol kısalınca, insan sapıp çıkıyor yoldan, öyle yaptım ben de, zaman yok demeye başladım, yaşlanacağımızı düşündüğümüz için yaşlanıyoruz, öyle düşünmesek, ne zaman var, ne de yaşlanmak....

Fernando Pessoa'nın bir cümlesi var: "İnsan bugün, dün hissettiği gibi hissediyorsa, hissetmek olanaksızdır." Sen yaşadığın her ruhsal çalkantıyı, her bilinç değişimini olduğu gibi okura aktaran dürüst bir yazarsın. Hissetmek de ustalık istiyor. Muinar hangi sezgiyle açığa çıktı?

İnsan zihin müptelası bir yaratık, en yıkıcı bağımlılığımız bu, o kendi kendine bir şeylere inanır, bir şeylerle çatışır, açık kalmış televizyon gibi görüntüler yansıtmaya, söylemeye, düşünmeye, duygulanmaya devam eder, kinlenir, öfkeye kapılır... Siz uyur uyanırsınız, o durmaz çalışır öyle, gözünüzü sabaha açarsınız, on gün önce kızdığınız birine laf yetiştirdiğini duyarsınız onun. Biraz olgunlaşabildiysem, zihnime karşı, hiçkimse olmaya doğru olgunlaştım, benim ruhum, zihin engelini aşmak istiyordu, zihin denen şeyden, insanın bir aygıtı mı, aleti mi neyse, sıyırmak istiyordu yakasını. Kendimi bildim bileli, kendimden yoksun olmak istedim ben, yoksun kalmak, sonsuz titreşimli doğaya açılıp silinerek her şey olmak...

Muinar, aklı doğanın karşıtı olarak gören zihniyete karşı neredeyse meydan okuyor. Bu meydan okuyuşu biraz daha açıklar mısın?

İnsanlar, dünyanın cansız olduğuna nasıl karar verdiler, dönüp sezmeye çalışıyorum bunu. Üstünde yaşadığımız gezegenin kendisinin cansız olduğuna inanıyoruz, bundan hiç kuşkumuz yok, doğru bir düşünce mi bu, nasıl emin olmuşuz bundan o kadar, dünya boşlukta dönüp duran cansız bir gezegen mi? Topraktan hayat fışkırıyor, bitkiler ve ağaçlar canlı, biz insanlar canlıyız, ama toprak cansızdır diyoruz, kayalar ve taşlar cansızdır; su, hayat kaynağımız, ama suyun kendisi cansızdır, canlı olan acı çeker, cansız olan acıyı bilmez... Su acıyı bilmez, kayalar çığlık atmaz, içi sızlamaz dağların... Bana sorarsanız, insan, doğaya saldırdı, gezegeni yağmalamaya başladı ve saldırganlığını meşru kılmak için de kafasında böyle bir ayrım yaptı. Ben canlıyım, dünya cansız diye diye felakete sürükledi dünyayı. Muinar, daha fazlasını söylüyor, 'Dünya canlıdır ve dişidir' diyor, 'hayatı canlı cansız diye bölüp canlıdan yana vicdan tesis etmiş olanlar, aletler yaparak doğaya saldırmış olan erkeklerdir.' Hiçbir destan, masal, dağları eritmiş kadınlardan söz etmiyor, ormanları baltalamış kadınlardan, kadınlar doğaya ilişmediler, dünyanın aynısı, kız kardeşi olarak yaşayageldiler, ırmakların yerini değiştirip dağları yıkmaya kalkışmadılar yani. Muinar, erkekleri dünya suçlusu ilan ediyor, dünyaya tecavüzden tutuklanması gereken cins!

Muinar'ın politik yanına değinelim biraz. Kitabın bir kadın manifestosu olduğunu apaçık söylüyorsun. Romandaki doğaya dönüş önerisi eko-feminizmle birebir denk düşüyor. Ama başka şeyler de var. Hızlanma, gündelik hayatın içinde rol alma gibi... Biraz daha açar mısın bu manifestoyu?

Eko-feministlerin, eko-anarşistlerin ne söylemeye çalıştıklarını az çok biliyorum, o cephede canlı bir tartışma sürüp gidiyor. Dünyanın geleceği için savaşacaksak, doğayı göz ardı edemeyeceğimizin derin bir uyanışla farkına vardık. Tartışmaları izlemeye çalışıyorum ama ben romanlar yazarak, cümle cümle kendimden öğrendim bildiklerimi, bundan 10 yıl önce. 'Ormanda Ölüm Yokmuş'u yazmaya başladığımda, kitabımla yalnız kalacağımı düşünüyordum, yolum, ormandan unutmaya açıldı, aslolana ulaşmak için, zihin engelini aşmak gerektiğinin fark etmiştim, sonra işte Muinar üstüme aktı boşlukta. 'Kadın için hız almak iyidir' diyor, erkek yavaşlasın, kadın hızlansın... Hatta dursun erkek, fazla koştu, savruldu... Kadın-erkek meselesi, yüzleşilmesi zor, ağır bir politik meseledir zaten.
Muinar'a deli diyemeyiz, ama delimsek bir yanı olduğu aşikâr. Bilinçle bilinçdışılık arasındaki salınım tüm romana hakim. Okurken bir deli arıyor insan, ama herkes alabildiğine hınzır ve fazlasıyla şakacı. Egemen kültürü muzipçe alaya almışsın. Bu alayın ciddiyetinden söz edelim biraz.

Muinar, Kültür Faşistleri! diyecek hale gelmiş, dilinin kemiği yok, delirenlerin, bugün içine sıkıştığımız hayatı tam da olduğu gibi, tüm sefaleti ve ağırlığıyla görüp hissetmediklerini kim söyleyebilir. Katlanamayanları, deli sayıp dışlamak akıllı düzen kölelerinin işine geliyor. Bilinç dediğimiz şeyin, yeni baştan tanımlanması gerekiyor bana kalırsa, bilinç dışılık diyegeldiğimiz şey, bilincin ta kendisidir belki de.

Sevgili Latife, kendi zamanını yaratan bir yazar olarak, kendi roman anlayışını nereye oturtuyorsun.

Kendi zamanımı yarattığımdan pek emin değilim, kendimden yoksun kalma arzusuyla doluyken, bunu yapıyor olabilir miyim, ben her şeyi boşluğa savurmak istiyorum. Dünyada yaşamak zorunda bırakıldığımız hayata inanmıyorum, bana baştan sona yanlış olmuş gibi geliyor. Gökdelenlere inanmıyorum, otobanlara, yarış otomobillerine, füzelere, hükümetlere, paraya, ticarete, kentlere inanmıyorum, romanım, kendine yer istemiyor, doğada kendiliğinden varolan her şeye karşı içimde bir sıcaklık, insanın yaptığı her şeye karşı da kuşku ve soğukluk var, cümlelerim, insanın yarattığı yaşam alanlarının uzağına çekiliyor.

*Yazar Sema Kaygusuz'un, Sandık Lekesi, Doyma Noktası ve Esir Sözler Kuyusu adlı üç öykü kitabı var. Yazarın geçen yıl çıkan ilk romanı Yere Düşen Dualar, beğeni topladı, yakında Fransa’da da yayımlanacak.

Konuyla ilgili diğer haberler:

[[*Tekin'den bir kadın manifestosu]]

Etiketler: kültür sanat
İstihdam