06/12/2014 | Yazar: Kaos GL

Queer Kuram her türlü iktidara karşı durur. Karşı duruş noktası konumlanmasına işaret eder.

Ne de kimlik’siz Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Queer Kuram her türlü iktidara karşı durur. Karşı duruş noktası konumlanmasına işaret eder. Yaratılan öznelliklerin, toplumsal öğrenmişliklerin, kültürel bilmişliklerin dağıtılması mücadelesini yürütür. Bu mücadelesi ve konumlanması yönüyle Queer Kuram bir potansiyeldir. Kimlikleri, normali, öznellikleri, iktidar ilişkilerini; bunları var eden ve yeniden üreten ideolojik aygıtları, bilgi yapılarını, ilişkileri ve temas hallerini bozuma uğratan bir potansiyeldir. Dolayısıyla Queer Kuram, tek bir mücadele alanına, tek bir kimlik kategorisine ve onun normal’in dışına itilişine karşı durur, bunu ‘normal’in dışında bırakılan tüm kimlik kategorileri için hayata geçirirken, diğer taraftan her bir kimliğin ‘normal’in dışında olma durumunu da kendi özgüllüğünde ele alır.
 
Hasan Kılıç Kaos GL Dergisi’nin Eylül-Ekim 2014 20. yıl özel sayısına yazdı:
 
Queer nedir; kapsamı ve karakteri, siyaset yapma ve var olabilme süreçlerine katkısı nedir; politika yapmanın sınırlarını hangi oranda genişletebilir; bireye/bireysele ve topluma/toplumsala dair söylemi nedir, nereye konumlandırılır; Queer Kuram’ın potansiyelini engelleyen şeyler ile potansiyelini açığa çıkaran şeyler arasındaki çizgi nasıl kurulur?
 
Tüm bu sorulara cevap verebilmek, Queer Kuram’ın ne olduğunu tanımlamak önemlidir. Queer Kuram’ın bireyler olarak bizlere ve toplum olarak bizlere ne gibi katkı sağlayabileceğini keşfedebilmek bu önemli tanımlamanın kapsamı ile doğrudan ilişkilidir. Bunun yanı sıra Queer Kuram’ın kendi içerisindeki tartışmalarda eksik olanlara dair belirlemeler yapmak ve Queer Kuram’ın eleştirisinin eleştirisini gerçekleştirmek hayati önemdedir.
 
Queer Kuram’ın tanımlandığı parametrelerin belirlenmesi, bunlarla kurduğu semantik ve tarihsel ilişki ile Queer Kuram’ın nereden ve nasıl yola çıktığının açığa çıkarılması ve sınırlarının bilinmesi, bize Queer Kuram çerçevesinde politika yapmanın imkânlarını da getirmektedir.
 
Queer Kuram ile siyaset üretmenin ilk olarak siyasal olanın ne olduğuna dair bir tanımlama içerisine girme mücadelesi olduğu gerçekliği önümüzde durmaktadır. Siyasal olanın tanımlanması, yönlerinin belirlenmesi, karakterinin açığa çıkarılması bize Queer Kuram’ın sınırlarının belirlenmesi ve doğalında ‘öteki’nin açığa çıkarılmasını gösterecektir. Sınırın dayandığı nokta; cinsel kimlik oluşturan, öznellik yaratan ve çağa müptela olan egemenlik ilişkilerinin başladığı noktadır. Bu noktanın enstrümanları iktidar, güç ve ‘hükümdar’dır. Nitekim modern devletin oluşumu ile beraber denetim ve kontrol toplumuna geçiş kapsamında cinsiyetin tekleştirilmesi sürecine değinmemek esastan bir eksiklik olacaktır.
 
Yaşamın kurgu olarak öznellikler dairesinde yer alması bireyin önceden çizilmiş kaderine işarettir. Bu kader egemenin ideolojik aygıtları ile ritüelleri ile her an yeniden üretilir. Yeniden üretim yaşam kuran boyuta ulaştıkça Queer Kuram’ın tanımına doğru yani gerçeğe, bireye, topluma ve ilişkilere temas etmesi; bir tür yeni öznellikler ve/veya kimliksizleşmeye doğru gitmesi ihtimali daralmaktadır. Nitekim iki sınır birbirlerine karşı politika ürettikçe yeni sınır ve hudutlar belirlenmektedir.
 
Öznellik yaratımı, egemenlik ilişkilerinin makro ve mikro anlamda belirlenmesi ve günümüze geldiğimizde yeni mücadele alanlarının ortaya çıkması, Queer Kuram’ın merkeze alınma potansiyelini belirleyen esasların başında gelmektedir. Öznellik yaratımı ve kabul ettirmesi ile bireyin yaşamına sirayet eden egemenin, insan sayısı ve ilişkisi kadar sonsuz görüntüsünün ortaya çıkması bu öznelliğin hangi üretim ilişkileri, nasıl bir sermaye birikim rejimi ve ne tür egemenlik ilişkilerine girdiğiyle doğrudan orantılıdır. Dolayısıyla Queer Kuram açısından en mühim mevzu bunları çözümlemek, bu çözümlemeye karşı merkezi bir direniş ve alternatif noktası haline gelebilmektir.
 
Bu makale boyunca toplum-kırıma yönelen egemenliğin karşısında direniş merkezi Queer Kuram’ın yerleştirilebilme ihtimalinin izleri sürülecektir. Queer Kuram’ın tanımındaki nüvelerin belirlenmesi, bu nüveler karşısında egemenin yaklaşımı, egemenin toplum-kırım politikalarındaki süreklilik, öznellik yaratımındaki devamlılık ve bunu sağlayan esas aygıtlardan biri olan devletin işlevi üzerine tartışmalar yürütülecektir. Devletin toplum-kırım ve yeni sömürgecilik çağında bireyin köleleştirilmesi sürecinde aldığı rol iyi incelenmeden, toplumsal düzeyde yarattığı tahribat açığa çıkarılmadan Queer Kuram’ın önemini kavramak güç olacaktır. Bu anlamda M. Foucault’un devlet kavramını polis doktrini ve devlet aklı gibi iki niteliğin yanında incelemesi ve dönem değiştikçe devletin kavramsal içeriğe ilişkin değişime uğradığını iddia etmesi devlet tartışmalarının ana ekseni olacaktır. Çağın değişmesi ile devletin değişmesi anlayışı çerçevesinde M. Foucault ve Carl Schmitt’in yakınlaşması ilginç bir yaklaşma olmakla beraber makalenin iddiası bu durumun eksik bir yakınlaşma yaklaşımı olduğunu anlatabilmektir. Çünkü iki yaklaşımda da dönüşümden bahsedilirken süreklilik-kopuş ilişkisi muğlâk bırakılmıştır. Buradan hareketle kaba iktidar ile bio-iktidar ya da sıvılaşmış iktidar arasındaki geçişte, ‘eski’ye dair öznellikleri yeniden üreten pratiklerin de bir sürekliliğe sahip olduğu Türkiye Cumhuriyeti devleti ve toplumu örneğindeki pratiklerle ortaya konmaya çalışılacaktır.
 
Yaratılan öznelliğe ve yeniden üretimine neden olacak olan pratiklerin Türkiye Cumhuriyeti özelinde örneklendirilmesi tartışmalara boyut katacaktır. Nihayet egemenliğin ve öznelliklerin böylesi bir kurguya sahip olduğu çağda, Queer Kuram’ın tanımı üzerinden, Queer Kuram’a ne kadar ihtiyacımız olduğu, yaşamı savunmak adına Queer Kuram üzerindeki tartışmaları ve pratiği yoğunlaştırmamız gerekliliği üzerine bir tartışma yürütülecektir.
  
Queer Kuram ve potansiyel
 
“Queer kuramı ne olduğuyla değil neye karşı olduğuyla kendini ortaya koyar.”
Sibel Yardımcı – Özlem Güçlü
 
Makalede kurgulanış biçimiyle Queer Kuram’ın geniş bir tanımlanışına ihtiyacımız var. Queer Kuram’ı bir alternatif mücadele ve yaşam modeli olarak sürekli kendisini de yenileyecek şekilde soyutlaştırılmaya ihtiyaç duyan bir tanım çerçevesinde ele almak bizleri Queer Kuram’daki potansiyeli açığa çıkamaya yönlendirecektir.
 
Nitekim Sibel Yardımcı ve Özlem Güçlü bizi bu konuda ileri taşıyabilecek uzun bir tanıma yer vermişlerdir. “Buradan önemli olan,queer kuramını LGBT’lere özgü bir kimlik politikası olarak okuma tuzağına düşmemektir – en azından bizim tercih ettiğimiz queer okuması buna direnmekte, daha ziyade bir kimliksizleşme önerisi olarak ortaya çıkmaktadır. Buna göre, queer kuramı ne olduğuyla değil neye karşı olduğuyla kendini ortaya koyar.
 
Cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsel pratiklerle ilgili her tür etikete, dolayısıyla da kimlik ve cinselliğin üzerine kurulduğu ‘apaçık’ her türlü kategoriye karşı durur. ‘Normali’, normalliği kuran normların kuruluş ve işleyiş yapısını sorgularken amacı kenarda kalanın merkeze çağrılması değil, bizzat merkezin darmaduman edilmesidir. Cinsiyetle ilgili algılarımıza damgasını vurmuş ikili düşünce yapılarına (cinsiyet/toplumsal cinsiyet; eşcinsellik/heteroseksüellik; kadınlık/erkeklik), bu yapıların beraberinde getirdiği uyumluluklara (kadın, kadın gibiyse erkeğe arzu duyar) karşı, cinsiyet/toplumsal cinsiyet /cinsel yönelim kimliklerinin hiçbirinin ‘doğal’ olmadığını, tarihsel, kültürel ve toplumsal olarak kurulduğunu ve dolayısıyla da iktidar ilişkilerinden bağımsız düşünülemeyeceğini savunur. Bu bağlamda, ana soruları cinsel kimliğin inşası, bu kimliklerin nasıl düzenlendiği ve bu kimliklerle özdeşleşmelerin bizi nasıl mümkün kıldığı ve kısıtladığı etrafında yoğunlaşır.” (Yardımcı-Güçlü, 2013: 18) Burada geniş bir tanıma sahip olmamıza rağmen şu noktaya kısaca değinmekte fayda var. Merkezlerin darmadağın edilmesi bahsinin yanında kimliksizleşme düşüncesini yerleştirmek, tanımdaki kapsamı itibariyle çelişkili bir duruma sebep olmaktadır. Çünkü kimliksizleşmenin kendisi bir merkez olarak esas alınmaktadır. Yani bir tür merkezileşme oluşturulup oluşturulmadığı izaha muhtaçtır. Neyse ki, tanıma yönelik bu eleştirinin yanı sıra bizi götürebileceği potansiyele dair bir iki saptama yapmakta fayda vardır. Bunlardan ilki ‘tuzağ’a dikkat çekmedir. Bu ‘tuzak’ Queer Kuram’ın salt LGBT’lere özgü bir kimlik politikasının olmadığının belirtilmesidir. Bu ‘tuzak’ alarmı ile beraber esasında Queer Kuram’ın tanımı ve imkânları genişletilmiş aynı zamanda Queer Kuram’a yöneltilen sorumluluk düzeyi artmıştır. Fakat yaygın Queer Kuram yaklaşımına denk düşen bu ‘tuzağ’a yönelik eleştirinin de bir eleştirisini gerçekleştirmek gerekmektedir. Şöyle ki; salt LGBT’lere özgü bir Queer Kuram’ı mahkûm etmeye çalışmanın kendisi de problemli bir yaklaşıma işaret etmektedir. Çünkü Queer Kuram’ın sınırları ve karakteri belirlenirken bir alarmizmin kendisi, yeni bir alarmizmi zorunlu kılmakta ve fasit dairenin oluşması ihtimalini güçlendirmektedir. Geniş kapsamlı tanımın nihayetinde bu tanımdan hareketle bizi daha doğrudan ilgilendiren hususa gelirsek; ‘normal’in oluşmasında yer alan iktidar ilişkileri ağı ve öznelliklerin yaratılması mevzusunda yer alan öğelerin çözümlenmesi ve bunların ‘öteki’ inşasının nasıl gerçekleştiğidir.
 
Temelde cinsiyet ve cinsellikle ilgili olsa da tüm sapkınlık kategorilerinin nasıl oluşturulduğu ve bunların yeniden üretimi, yeniçağlara öğretilmesi hususunu sorgulamak üzere Queer Kuram vardır. Dolayısıyla Queer Kuram metodolojik olarak ideolojiler, doktrinler, kültür, toplum, iktidar ve ilişki ağları içerisine girerek, bir yeniden düşündürme ve dönüştürme sürecinin aktörüdür. Bu temas etme an’ı ve hali Queer Kuram için en değerli momentlerden biridir. Nitekim temas etme anında ortaya çıkan dönüştürücü potansiyel hem karşılıklıdır hem de iktidara hizmet eden hâlihazırdaki öznelliği darmaduman edicidir.
 
Belirtmek gerekir ki, Queer Kuram’ın dönüşen ve dönüştürücü hali, sonu olan bir sürece işaret etmez. Normal inşası ve/veya varlığı sürdükçe Queer Kuram’ın dönüştürücülüğü de meydandadır. Çünkü toplumlar, öznellikler ve kültürler değiştikçe Queer Kuram’ın ‘asabiyesi’ne de ihtiyaç vardır. Ki, Colebrook bu süreci cinsel kimlikler üzerinden şu şekilde değerlendirir. “queer kuram daima normal olanı rahatsız etmeye devam edecektir ve eğer bir gün homoseksüellik ve biseksüellik meşru toplumsal modeller haline gelirse, bu queer’in işinin bittiği anlamına değil, aksine, zemininin başka yöne kaydığı anlamına gelir.” (Colebrook, 2011: 214)
 
Türkiye’de 2013 yılının yazında başlayan Gezi Direnişi’nin çok sesliliği, çok renkliliği ve temas etme halinin yarattığı dönüştürücü potansiyel Queer Kuram’ın can alıcı noktasına birçok yerinde örnek sunmuştur. Gezi Direnişi sırasında LGBT bireyi olan ve bunu toplumdan, arkadaşlarından saklayan herhangi bir örgütlü mücadelenin içerisinde bulunmamış biri Gezi direnişi sürecinin kendisi açısından nasıl bir dönüşüme sebep olduğunu şöyle anlatmıştı. “Gezi Direnişine kadar kimliğimi herkesten hatta çoğu zaman kendimden bile saklıyordum. Kendimden saklayamadığım tek vakit, İstiklal Caddesi’nde kalabalıklar içerisinde kendi kimliğimin ve içerisinde bulunduğum durumun göğsümün kafesine sığmaz biçimde beni alarm içerisine sokması zamanlarıydı. Direniş ilk başladığında, dışarında izlediğim eylemlerin içerisine nasıl girdiğimi hatırlamıyorum. Ama eylemlere girişim ile beraber dünya benim için başka bir yer oldu. Artık kendini kalabalıklar içerisinde yalnız biri olarak değil, örgütlü yapılarla tanışmış, Kürtlerle, solcularla birlikte mücadele eden özgüveni yerinde biri olarak tanımlıyorum.” (Kişisel Görüşme)
 
Bu temas etme hali, dönüşme ve dönüştürme hali, Queer Kuram’ın içerisinde bulunan potansiyeldir. Nitekim bu potansiyel Gezi Direnişi örneğinde cinsel kimlik üzerinden hayat bulmuşken, Arap halkının direnişine ilişkin anlatılan; işleri ve aile hayatı kötü giden bir berberin Tahrir’deki halk direnişi başladıktan sonra direnişçilere, berber dükkânını açması ve amatör cerrahlıkla direnişçilere yardım etmesi (Bora, 2013: 25-26) ile direnişin son bulması sonucu bu ‘ün’ü elde ederek tekrar iş hayatının düzelmesi ve aile hayatının mesuda ermesi hikâyesi de Queer Kuram’ın gündelik yaşama dair içerdiği potansiyele bir örnektir.
 
Tüm bunlardan hareketle, Queer Kuram her türlü iktidara karşı durur. Karşı duruş noktası konumlanmasına işaret eder. Yaratılan öznelliklerin, toplumsal öğrenmişliklerin, kültürel bilmişliklerin dağıtılması mücadelesini yürütür. Bu mücadelesi ve konumlanması yönüyle Queer Kuram bir potansiyeldir. Kimlikleri, normali, öznellikleri, iktidar ilişkilerini; bunları var eden ve yeniden üreten ideolojik aygıtları, bilgi yapılarını, ilişkileri ve temas hallerini bozuma uğratan bir potansiyeldir. Dolayısıyla Queer Kuram, tek bir mücadele alanına, tek bir kimlik kategorisine ve onun normal’in dışına itilişine karşı durur, bunu ‘normal’in dışında bırakılan tüm kimlik kategorileri için hayata geçirirken, diğer taraftan her bir kimliğin ‘normal’in dışında olma durumunu da kendi özgüllüğünde ele alır.
 
Queer Kuram’ın bu tanımı, işlevi, imkânları, karşısında konumlandıkları ve politika yapma sınırları bir bütün olarak belirli kurumsal yapılar ve olgularla karşılaşmaktadır. Bu durumun kendisi de bir temas anına işaret eder. Nitekim Queer Kuram’ın hayat bulmasını engelleyici bir işlev üstlenen devlet, bunların başında gelmektedir. Fakat burada sadece bir engelden bahsetmek doğru değildir. Nüve halinde de olsa yeni Queer potansiyellerin açığa çıkmasının imkânları da vardır. Öyle ki, yukarıda verdiğimiz iki örnekte de alanlara çıkan insanların devletin zor mekanizmasına dayalı birlikte mücadele yürütürken, Queer Kuram potansiyelini açığa çıkardıkları nettir. 
 
Devlet ve pratikleri
 
“Devlet bilinçaltıdır.  Bu ifade ne ruh çözüme ne de siyaset bilimine bir yenilik getirmeyi hedeflemektedir. Yalnızca bir ruh halini, seçim oyunlarıyla tıka basa dolu politik söylem karşısında, kuramsal siyasetin giderek baş döndürücü olan düzeni karşısında, siyasetin algılarımıza, duygularımıza, düşüncelerimize, düşlerimize damgasını vurduğu eğrilik karşısında duyulan tersinmez bir tiksintiyi ifade etme iddiasındadır.”
Rene Lourau
 
Devlet nedir? Bu sorunun cevabı ve iktidar ile hegemonya bağlamında devlet meselesinin analizi yapılmadan, var olan öznellikleri ve egemene hizmet ediş şekillerini açıklamak güç olacaktır. Devlete ilişkin farklı siyasal ideolojilerin farklı tanım ve çözümlemeleri mevcuttur. Marksist okuma, devleti burjuva sınıfının egemenlik aracı olarak görürken, liberaller minimum devlet ilkesi gereği devletin görev ve sorumluluklarının asgariye indirilmesi gerektiğine işaret eder, muhafazakâr okumada ise devlete kutsiyet atfedilerek düzenlemeci yönüne vurgu yapılır. Devlete karşı bireyin korunması işlevinin elzem olduğundan bahseder ve bu işlevi de ailenin yapması gerektiğine vurgu yapar.
 
Bu genel ve kaba açıklamalardan sonra makalemizin esas mevzusuna girecek şekilde devlet ve iktidar arasındaki ilişkiye dair M. Foucault’un söylediklerine bakmamız gerekmektedir. “Devlet iktidarının rasyonalitesi özellikle iki doktrinle formüle edilmişti. Devlet aklı ve polis teorisi. Biliyorum, bu iki ifade çok geçmeden daralmış ve kötü anlamlar yüklenmiştir. Gelgelelim, modern devletlerin oluştuğu yüz elli ya da iki yüz yıl boyunca, bu ifadelerin anlamı şimdikinden kesinlikle çok daha geniş kapsamlı olmuştur.”
 
“‘Devlet aklı’ doktrini, devlet yönetiminin ilke ve yöntemlerinin, diyelim Tanrı’nın dünyayı, babanın ailesini ya da bir amirin kendi topluluğunu yönetiş biçiminden nasıl farklı olduğunu tanımlamaya amaçlamaktaydı.”
 
“Polis doktrini ise devletin rasyonel faaliyetlerinin nesnesi olan şeylerin doğasını, peşinde olduğu amaçları ve söz konusu araçların gelen biçimini tanımlar.” (Foucault, 2011: 44) Devlet iktidarına ilişkin bu çözümlemeleri yapan M. Foucault günümüzde artık bu kavramların içeriğinin, karakterinin ve kapsamının dönüştüğünü ifade eder. Anlamın hükmetmenin teknik ve hedeflere doğru kaydığını ifade eder. (2011: 48)
 
M. Foucault’un burada bahsettiği kavramın ve ifade ettiği şeyin, dönüşüme uğraması kaçınılmazdır. Fakat burada bizim yürütmek istediğimiz tartışma şudur: devlet iktidarı ve onu ifade eden doktrinler dönüşürken, süreklilik ve kopuşlar nasıl gerçekleşmektedir?
 
İktidar teknikleri değişirken belirli bir zihniyet değişikliğini de içermektedir. Nitekim tekniğin değişmesinin paralelinde sermaye birikim rejiminin ve toplumların değişimleri de söz konusudur. Carl Schmitt’in şu çözümlemesi de devletin dönüşümüne işaret eder. Schmitt somut ve çağa bağlı olarak değerlendirdiği devletin dönüşümüne ilişkin şunları ifade etmektedir. “bu devlet, içeriden çoğulculaşma ve dışarıdan bütünleşme yoluyla kendini açmaktadır. Böylece yalnız devlet ve toplum değil, anayasa ve yasa da dönüşmektedir. Yani bir anlamda devlet-toplum, anayasa-yasanın değişmesi yeni bir çağın da müjdecisi konumuna gelmektedir.” (Schmitt, 2005: 254)
 
Şüphesiz burada veri alınan devlet, modern ulus devlettir. Modern ulus-devlet sonrasına değinmeden evvel, Queer Kuram bağlamında modern ulus devlet ile girilen ilişkiye değinmekte fayda vardır. Kimliklerin oluşturulması, bir yönetim aracı haline getirilmesi ve meşruiyet bağlarının yüklenmesi anlamında modern ulus devlet öğretici bir çağa ve somutluğa işaret eder. Nitekim modern ulus devlet ile beraber ulus mefhumu vücut bulmuş ve bir öznellik yaratmıştır. Öyle ki, bu öznellik modern ulus devlet çağı için sadece bir örneğe işaret eder. Genişletmek adına ikinci örneği şu cümlelerde vardır. “Devletlerin modernleşmesi sürecinde, bunlar cinselliklerini denetim altına almadıkları vakit hukuki olarak sodomite olmakla suçlanmaktaydılar. Dolayısıyla cinselliklerin sabitlenmesi gerekecekti.”
 
“Böylece çok cinsiyetli beden rededildi. Bundan böyle tek bedende tek cinsiyet mümkün olabilecekti. Medeni hukuka göre, herkes için tek bir cinsel kimlik belirlenecekti. Tıbbın ilk sorusu, artık, iki cinsiyetin yan yanalığı değil de, bunlardan hangisinin gerçek olduğu olacaktı. Eğer bir karışımdan söz edilmekteyse, o zaman gerçek cinsiyetin doğasına aykırılık ileri sürülecekti.” (Akay, 2013: 11)
 
Etnik kimliğe dayalı aidiyeti böylesi bir öznelliğe, cinsel kimlikleri de tıbbın konusunu yapmak kaydıyla bir öznelliğe yönelten modernitede, insan-merkez ve ötekinin sınırları çizilmiştir.
 
Rönesans ile birlikte vatandaş, karmaşık bir şekilde eğitilmiş ve ekonomik bir işlev edinmiş ‘polytechnic’ insan olarak görülür. (Özkazanç, 2011: 65) Dolayısıyla burada insanın öznelliği ve ‘öteki’nin öznelliği yeniden kurgulanır. Nitekim ilerleme Queer Kuram’ın tahayyül ettiği potansiyeli gerçekleştirmek üzere değil, iktidari bir şekilde ilerler. Koselleck ‘öteki’nin inşasının zaman içerisindeki değişimini şöyle tarihlendirmektedir. “Yunanlar ve Barbarlar arasındaki semantik karşıtlık yerini yeni isimlere bırakıyordu. Bunlar ister Normanlar olsun, ister Macarlar, Tatarlar, Türkler, Kızılderililer, Ruslar veya Almanlar, karşıt kavramların yapısı nakledilebilir nitelikteydi. Dilsel olarak bir kez yerine –karşıt kavramsallığa- oturtulmuş olan kavramın, ikon ve semantik olarak canlı bir şekilde yaşamaya devam ettiğini, her zaman kullanılabilir olduğunu söylemek mümkündür.”
 
“Hristiyanlığın zuhuruyla ortaya çıkan yeni bir düşman kavramı: Hristiyan olmayan lanetlidir. Ancak Hristiyan olan kurtuluşa erebilir, bu umudu taşıyabilir. Böylelikle zorunlu alternatifler zamansal bir kaçış hattına koyarlar. Henüz Hristiyan olmayanlar vardır: paganlar, kafirler, Yahudiler, Barbarlar gibi Helenler de misyonun hedefindedir. Fakat bu çok genel taslağın belli yerlerine teolojik hoşgörü çizgileri çekilebilir. Sadece savaş ve boyun eğdirme değil, kurtuluş ve selamet ümidi de, bir inançsız olarak düşmanı, sadece barbar düşmana kıyasla çok daha radikal bir ayrımcılığa tabi tutuyordu. Tanrının veya şeytanın işin içinde olduğu bir yerde, sahici düşman gerçekleştirilmesi gereken selametin bir gölge fenomenidir, sadece.”
 
“Modern Devrim ve yeniçağ savaşları tüm dünyeviliğine rağmen Hristiyanlığa ait kökenler olmaksızın düşünülemeyecek bir eskatolojik (Ahiret Bilimsel) kurtuluşu içerirler. Fakat yeniçağda insan bir üst makam olarak tanrının yerine geçtiği için düşman da kavram alanlarına dalmış ve yeni bir radikalleşme yaşamıştır. Bu durumda, üst-insan’ın düşmanı, aşağı-insan’dır.” (Koselleck, 2013: 286-189) Polytechnic yurttaşın Öteki tanımlaması modern dünya ile beraber yok edilmeye hazır hale gelmiş, aşağı-insan’dır. Onu aşağı-insan kılan ve bir şekilde yok olma zeminine getiren ise iktidarı oluşturan ve devamını sağlayan bilgi yapıları ve öznelliklerdir.
 
Modern dönemin yönetim aygıtı olan ulus-devlet tüm bu düşmanlıkların insanlar arasındaki ilişkilere sirayet etmesine vesile olur. Devlet; ritüelleri, planlamaları, etkinlikleri ile birlikte toplumun ve bireyin yaşamına girer, ideolojik argümanları ile zihinlerde yer edinir ve devlet gibi görmenin tesis edilmesine aracılık eder. Dolayısıyla devlet hem bir organizma hem de bir bilinçaltı haline gelir. Yani hem Foucault’un ifade ettiği devlet aklı ve polis doktrini hem de Schmitt’in belirttiği dönüşümün öncüsü bu sürecin mühürleri konumundadır. Çünkü beden de bilinçaltı da devletin tahakkümü altındadır.
 
Çağ değiştikçe, somut devlet farklı bir somutluğa erer. Böylece tahakküm biçimleri de teknikleri de meşru ideolojik zemin yaratan argümanları da değişir. Değişen bu olgularla beraber devlet kendini organizmada ve bilinçaltında yeniden üretir. Fakat burada dikkat çekilmesi gereken husus – ki bu husus Queer Kuram’ın potansiyelini daraltan husustur – eski’ye dair olan ideolojik zeminler, tahakküm biçimleri ve teknikler de kendilerini korumaya devam etmektedir. Dolayısıyla Queer Kuram açısından hem yeni bir mücadele alanı açılmakta hem de eski mücadele alanı devam etmektedir. Şöyle ki, eski’ye dair var olan öznellikler korunmaya çalışılırken, bir yandan dönüşüm gerçekleştirilmek istenmekte diğer taraftan ise yeni öznellikler inşa edilmeye çalışılmaktadır. Devlet; yaşamı kurar, yaşamı yeniden üretir ve tekniklerle onu içten düzenleyerek hükmeder. Bu öznelliklerin her birinin iktidarın tahakküm etmesi için birer araç oldukları göz önünde tutulduğunda, bu iktidara karşı duran Queer Kuram’ın da kendi konumlandırması karmaşık bir hal almaktadır.
 
Nitekim eski-yeni, dönüşen ve kalan kategorileri üzerinden bir devlet tartışmasına ilişkin Alev Özkazanç’ın söylediklerini incelemekte fayda vardır. “Devlet, bürokratizm ve merkezilik gibi eskiden gelen yapılar devam ederken, bunun üstüne yeni ve farklı ağlar eklenmiştir. Sistem genişlemiştir çünkü artık daha fazla sayıda insan sistemin içine çekilmekte, ağa takılmaktadır; denetim yoğunlaşmıştır çünkü hem eski ağlara takılanlar hem de yeniler önceki sisteme kıyasla daha yoğun bir müdahaleye maruz kalmaktadır; sistem farklılaşmıştır çünkü yeni ağ ve kurumlar eski denetim mekanizmalarının etkisiz hale gelmesinden çok, onlara eklemlenmektedir.” (Özkazanç, 2011: 123)
 
Devlet bir yandan var olan öznelliklerini güçlendirmekte, yeniden üretmektedir. Diğer yandan ise denetim ve kontrol toplumu yaratma sürecini işletmektedir. Nitekim modern ulus devlet formunda olan Türkiye Cumhuriyeti’nde resmi bayram ilan edilen tüm seküler bayramlarda yapılan törenlerin askeri geçitle başlaması ritüeli, ‘Her Türk asker doğar.’ Sloganının kitleler nezdinde yoğun işlenmesinin ve bunun bir algı oluşturmaya yönelik kullanımı süregiden ve Queer Kuram’ın tam da karşısında kendini konumlandırdığı militarist öznellikleri beslerken, özellikle son yıllarda kriminalize edilmiş mekânların dışında da MOBESE denilen kameraların yaygınlaşması bu tarz bir iktidarın yakın örnekleridir. Elbette bu iktidar etme biçimi sadece devlet ile birey/toplum arasında gerçekleşmemektedir. Çünkü belirttiğimiz üzere, devlet ideolojik aygıtlar ve öznellikler aracılığı ile bireyin bilinçaltına ve bedenine hükmeder. Dolayısıyla aynı teknikler bireyler arasında da yaşanır. Örneğin Sünni Müslüman kesimin yoğun yaşadığı ve bu niteliğe dair olan kültürel ritüellerin başat olduğu toplumlarda eskiye dair olan dini bayramlarda el öptürme merasimi devam ederken, teknolojinin gelişimine bağlı olarak akıllı telefonlardaki görüntülü arama özelliği ile el öptürülen çocuklar denetim altında tutulabilmektedir. Hem el öptürme ritüeli hem de görüntülü arama denetleyebilme ihtimalinin ikisi de bir tür iktidar ilişkisine işaret etmektedir.
 
Modern devletin gelişimi ve iktidar etme biçimlerinin çoklaşması süreci devam etmektedir. Nitekim modern ulus devletten post nasyonel bir çağa geçiş olduğu da belirgindir. Neo liberalizmin ekonomik veçhesini oluşturduğu bu çağda, eski’ye dair olan öznelliklerin bir kısmı aşılmayla karşı karşıyadır. Dolayısıyla yeni bir çağa girmekteyiz ve bu çağ Queer Kuram için de yeni siyaset yapma biçimleri, söylem ve argümanlarını zorunlu kılmaktadır. 
 
"Devlet devrimle yıkılabilecek bir şey değil, insanlar arasındaki ilişki tarzıdır. Devlet bu ilişki tarzıyla var olur, beslenir, güçlenir, sömürür ve öldürür. Devlet, otoriter ve hiyerarşik örgütlenmelerle iktidara talip olunarak değil, insanlar arasında devletin kendini yeniden üretmediği yeni ilişkiler özgürlükçü ve dayanışmacı yeni bir "hayat tarzı" kurularak yıkılabilir. Asıl olan "iktidarı almak" değil, gündelik hayat devrimleridir. Zira yaşanacak hayatlarımız vardır."
Abdulgaffar El Hayati
 
Ali Akay “İçinde bulunduğumuz dönemde trans-nasyonel bir sermaye (Batı’dan Asya’ya doğru kayan bir hareketlen),transversal bir mücadele biçimi (öteki küreselleşme hareketi gibi) ve transseksüel bir düşünce (queer sadece bir kimliğe değil bütün kimliklere hitap etmeye doğru gitmekte) hareketinin epistemesine girmekteyiz.” (Akay, 2013: 14) derken işaret ettiği nokta tam da bahsedildiği üzere Queer Kuram’a yüklenen büyük sorumluluğa işaret etmektedir. Nitekim makale kapsamında Queer Kuram’ın büyük sorumluluğunun önemli bir parçası da devlet ve devlet iktidarıdır.
 
Kaba iktidardan sıvılaşmış iktidara yani toplu-kırıma (Şerik, 2014) doğru yöneldiği açıkça belli olan egemenin, karşısında her bir öznelliği kimliksizleşmeye doğru götürme çabası gereklidir, kimliksizleşme yaklaşımını da eleştiriye tabi tutmak kaydıyla. Bunun yanı sıra bireycilik ekseninde gelişen bireyin bu sistemden korunması ile beraber toplumun korunması da önemli bir eşiğe işaret eder. Nitekim Queer Kuram’ın da toplumun korunmasına yönelik politikanın sınırlarını genişletme, mevcut toplumun dönüşümüne öncülük etme misyonu vardır.
 
Klasik siyasi parti vb. örgütlenmelerin ve Ortodoks ideolojik yorumlamaların yeni toplumsal hareketleri karşılamadığı, bu hareketlerin içerisinde bulunan kesimlerin ve bireylerin politik yaklaşımlarını karşılamadığı bu çağda, kimlik meselesinin yeniden tartışılmaya ihtiyacı olduğu açıktır. Queer Kuram buradan hem kurgulanmış kimliklerin belirli bir kategoride sahiplenilmesini hem de kimliklerin kurgularının eleştirel bir okumaya tabi tutulmasını içermektedir. Bu yönüyle Queer Kuram, bu çağın siyaseti açısından pek değerli bir tanımlama sahiptir. “Ne Kimlik’le ne de Kimlik’siz!”
 
Kimlik üzerine politika üreten devlet ve iktidarının hukuk, hal/vaziyet/durum ve egemenlik gibi üç forma sahip olması karşısında bireycilikten kurtarılmış özgür birey, hem hâlihazırdaki durumundan kurtarılmış hem de neo liberal biçimlendirmeye karşı konumlanmış toplum, iktidarı üretmeyen yatay ilişkiler Queer Kuram’ın yaratabileceği potansiyel içerisinde alternatifi arayış noktasını oluşturmaktadır. 
 
Kaynakça
Akay A. (2013) Queer Tahayyül, Sel Yayıncılık, İstanbul.
Bora T. (2013) Gezi Direnişi: Bir Yanımız Bahar Bahçe, Birikim Dergisi, 291-292. Sayı, İstanbul.
Colebrook C. (2011) Queer Kuramın Olasılığı Üzerine, Cogito Dergisi, Sayı 65-66, İstanbul.
Foucault M. (2011) Omnes Er Singulatim: Siyasi Aklın Eleştirisine Doğru, Özne ve İktidar içinde, Ayrıntı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul.
Koselleck R. (2013) Kavramlar Tarihi, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul.
Özkazanç A. (2011) Neo-Liberal Tezahürler, Dipnot Yayınları, Ankara.
Schmitt, C.(2005), “Somut ve Çağa Bağlı Bir Kavram Olarak Devlet”, Cemal Bali Akal (Derl), Devlet Kuram İçinde (s. 245-257), Dost Kitabevi, Ankara.
Şerik C. (2014) 21. Yüzyılın Sömürgeciliği: Toplum Kırım, Aram Yayınevi, Diyarbakır.
Yardımcı S. Güçlü Ö. (2013) Queer Tahayyül, Sel Yayıncılık, İstanbul. 

Etiketler: insan hakları, eğitim
2024