12/01/2016 | Yazar: Kaos GL

Suzanna’nın 10. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda yer alan "Neyse, portakal zaten turuncudur" isimli öyküsü: ‘Önce içine doğar gibi oldu o sesler. Sonra tane tane konuşmalara döndü. Kaybolur gibi oldular, daha da artarak, uğultularla kuvvetle geri döndüler."

Neyse, portakal zaten turuncudur Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Suzanna'nın 10. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda yer alan "Neyse, portakal zaten turuncudur" isimli öyküsü: “Önce içine doğar gibi oldu o sesler. Sonra tane tane konuşmalara döndü.  Kaybolur gibi oldular, daha da artarak, uğultularla kuvvetle geri döndüler."

- Ne olur söyle sussunlar! Duymak istemiyorum, daha çok korkuyorum.

- Ne olduğunu anlatmak ister misin?

- Anlatacağım ama izin vermiyorlar. Susmuyorlar.

- Kim susmuyor abla? Ne diyorlar?

- Sesler, susmuyorlar Aslı. Ne olur söyle sussunlar!

- Tamam, ablacım ben buradayım, korkma, ağlama daha fazla. Hadi yavaşça yataktan kalk. Sana çok güzel bir kahvaltı hazırladım. Hem bizimkiler de evde yok; güzel güzel yer, sohbet ederiz. İster misin?

- Hıhı, isterim. Tamam.

- Ben yukarı çıkıyorum sen de gel olur mu?

- Olur.

Tam yukarı çıkmıştı ki bir çığlık: "ASLIIIII!" Koşarak indi aşağıya. Ablası yatakta donmuş kalmıştı. Çıkamıyordu. Belli kalkmak için çabalamış ama olmamıştı. Kolları havada ayakları kasılmış bir şekilde duruyordu öylece. Ağlıyordu. “Kalkamıyorum, kalkamıyorum Aslı.”

- Tamam, abla sakin ol. Ben buradayım. Tut ellerimden hadi, yavaşça kalkalım. Yavaş yavaş kalkalım olur mu? Hadi ver ellerini. Gel böyle, evet. Tamam, ben buradayım. Beraber çıkacağız.

Her şey ders çalışmak için tekrar okula dönmesi ve o diplomayı almak için vermesi gereken iki sınavı için çabalarken, inatlaşırken olmuştu. Bir anda ne yapacağını bilemeyip en yakın gördüğü kardeşini aradı ve dedi ki: “Ders çalışmama izin vermiyorlar Aslı.”

- Kim izin vermiyor abla? Anlamadım?

- Sesler. Sesler duyuyorum Aslı. Ders çalışmama engel oluyorlar.

Size ablamın hikâyesini anlatmaya çalışacağım. Bu dünyadaki varoluşunun yirmi yedinci yılına geldiğinde hâli buydu. Sesler duyuyor, ders çalışamıyor, sanrılar görüyor ve yine ders çalışamıyor. Bir an evvel mezun olup para kazanmaya başlamalıydı çünkü babası daha fazla para gönderemezdi. Yük olmaktan çıkıp artık onlara “destek” olması gerekiyordu. Gurur vermesi gerekiyordu. Artık babasının özgürlüğünü kısıtlamaması gerekiyordu. Çünkü babası üç çocuğa bir memur maaşı ile bakamıyordu. Zor geliyordu. Artık kendi kazandığı parayı yine kendisi doya doya gönlünce harcamak istiyordu. Sorumluluklarından bıkmıştı. Ve baskı… “Mezun ol”, “artık bitir de gel”, “oyalanma bir an evvel bitir de gel.”  

Sonu gelmek bilmeyen taleplerin altından nasıl kalkılırdı? Bilemedi. Aslında o, küçük de olsa sinyaller vermişti. Bunları kaldıramıyordu. Zor geliyordu. Sonu gelmek bilmeyen Rus eserlerine gömülüp kalmıştı. Coğrafyası gibi kasvetli dili ve edebiyatıyla ruhunu, enerjisini yeterince çekmişti okuduğu bölüm. Buna okul okumanın getirdiği ekstra yüklerde eklenince bocaladı, kaldıramadı. Yaz tatillerinde bile aile ekonomisine destek olmak ya da en azından kendi için yapılacak harcamaları kendi karşılamak için okuldan erken gelip çalışırdı. Tüm bunları yaparken okulunu da asmamalıydı. Bütünleme sınavlarına girmeliydi. Küçük kız kardeşine ihtiyaçlarını almalıydı. Ola ki birine âşık olursa da geceleri eve geç gelmemeli, gelse de uzun uzun telefonda konuşmamalıydı. Evin içinde babası duymamalı, balkonda konuşsa komşular duymamalıydı. Tüm bunların üzerine sevdiği onu terk etse, bir anda ortadan kaybolsa ve hiç ulaşılamasa dahi güçlü olmalıydı. Öyle uzun uzun ağlayıp, depresyonlara girip kendini kaybetmeye gerek yoktu.

Tüm bunlarla baş edemeyip sigarayı dostu bellese ondan beteri olmazdı. Çantası karıştırılır, üzeri koklanır adeta içlerinden birer polis çıkardı. Yabancı sayılmazlardı nasıl olsa babaları vardı: ‘koskoca polis.’ Hele ki biraz olsun alkollü bir mekânda arkadaşlarıyla uzun uzun takılmaya kalkışsın, eve geç geldiğinde her türlü azarı işitmeye hak kazanmış olurdu. Nefes alacak hiçbir yeri yoktu. Kaçamadı. Ona öğretilen ve sıkı sıkı bağlı kalması gereken kurallarla dışarıdaki hayat taban tabana zıttı. Nereye kaçsa bilemedi. Halâ güçlüydü. Abla gibi abla olmalıydı. Güçlü durmalı dertlerini geriye atmayı bilmeliydi. Olgun olmalıydı. Daha üç yaşından beri bu telkin edilmemiş miydi zaten ona? “Sen artık ablasın, biraz olgun ol.”

Önce içine doğar gibi oldu o sesler. Sonra tane tane konuşmalara döndü.  Kaybolur gibi oldular, daha da artarak, uğultularla kuvvetle geri döndüler. Sonra uzun uzun çınlamalar. Bir sabah tüm o yıllar boyunca içine attığı çocukluğuyla karşımdaydı işte. Yataktan kalkamamalar, bebekler gibi bir noktaya takılıp tebessüm etmeler... Tüm çıplak gerçekliklere inat o bambaşka şeyler gördü, bambaşka sesleri dinledi. Çünkü bu dünya karşısında öylece kalakalmıştı o, bitmek tükenmek bilmeyen gerçekliklerin karşısında. Uzun ve anlamsız bir diyaloğun sonunda şöyle demişti: “Neyse, portakal zaten turuncudur.”


Etiketler: kadın
İstihdam