30/09/2022 | Yazar: Gözde Demirbilek
Birine daha o sormadan ne olduğunu söylemeyi hayal etmekte güçlük çekiyorum. “Eksik” ya da “bozukluk” olduğunu söylemek konusunda ekstra rahatsızlık duyardım.
Bu yazı Emma Barnes’in 18 Eylül 2022’de yayınladığı “Neuroqueer liberation will save us all” başlıklı yazısının Türkçeleştirmesidir. Barnes, Medium profilinde kendini “Otistik, transeksüel, hayatta kalan, kölelik karşıtı ve onurlu” olarak tanımlıyor.
TikTok, patoloji, sömürgecilik ve kapitalizmin birbiriyle ne ilgisi var?
Önce tıp ve patoloji paradigması: You Might Be Autistic, patoloji paradigmasında neyin eksik olduğunu çok net bir şekilde ortaya koyuyor:
“Bazı ruh sağlığı uzmanlarının otistik özellikleri patolojikleştirdiğini ve değerini düşürdüğünü fark ettiyseniz, otistik olabilirsiniz. Aynı zamanda otistik olan bir ruh sağlığı uzmanı olarak, ‘paylaşılan özellik’ ile nörotipikleştirilmiş bir ‘semptom’ arasındaki farkı paylaşmak istiyorum.”
You Might Be Autistic, floodun devamında doktorlar tarafından nörokuirler hakkında yapılan hatalı yargıların bir listesini çıkarıyor ve teşhislerin düzeltilmesi için bilgi sağlıyor. Hangi bilginin yardımcı olduğuna dikkat edin, bu karşılaştırmalardan bir tanesi şöyle:
“Semptom: Soruları doğrudan yanıtlamakta güçlük çeker ve konu etrafında konuşmaya başlar.
Paylaşılan özellik: Soru yalnızca evet ya da hayır yanıtına izin verdiğinde bu beni hayal kırıklığına uğratıyor, çok sayıda olasılık görüyorum.”
You Might Be Autistic, deneyime dayanan bilgiler veriyor. Otistik kelimeler! Tıbbın sadece “dışarıdan” doğrulandığı (özellikle de zengin beyaz cis erkek çocukları gözlemlenerek) yerde nörokuirler olarak şimdi kendimiz hakkında konuşuyoruz.
Aktarılan patoloji değil paylaşılan deneyim, hepimizi özgürleştirir.
Birine daha o sormadan ne olduğunu söylemeyi hayal etmekte güçlük çekiyorum. “Eksik” ya da “bozukluk” olduğunu söylemek konusunda ekstra rahatsızlık duyardım. Yine de bazı meslekler bunu kendilerine rol biçiyorlar. İşte patoloji, işte psikiyatri, işte sömürgecilik.
“TikTok bana otizm verdi”, alay eden bir tişörtte yazıyor. Kendimizi gördüğümüzde tanırız, tıbbi teşhislerde kendimizi görmüyoruz. Kendimizi TikTok, Instagram ve Twitter’da görüyoruz. Kendimizi özel ilgi alanlarımızdaki buluşmalarda, dans pistlerinde görüyoruz.
Psikiyatrinin taksonomisi bizi tanımlar ve bakımı izole eder. Teşhis bize bir eliyle “Yalnız değilsiniz” diyerek umut verici bir kucaklama verir ama teslim edemez. Muhteşem. Diğer eliyle “İçeri gelin ve benimle konuşun” diyerek ameliyathanenin kapısını arkamızdan kilitler. Görünürde nörokinlerimizin hiçbiri yok. Birbirimizle bağ kurmak ve kolektifleşmek yerine bekleme odasında sessizce birbirimizin yanından geçip gidiyoruz. İçeri girdikten sonra yine yalnızız, elimizdeki küçücük serveti zenginlere devrediyoruz ve sorunun kendimiz olduğuna daha da ikna oluyoruz. Bu ilaçları alırsak veya bilişsel davranışçı terapi ya da diyalektik davranış terapisi alırsak değişebiliriz. Yardım için çaresiziz. Güveniyoruz.
Nöronormatif toplum cehennemin yedi dairesidir: Duyusal, sosyal, planlı, dur durak bilmeyen, dinamik, teknolojik, doğası gereği olmayan, NORMATİF! Tamam sekiz. Yardıma ihtiyacımız var ama tıptan değil. Herkesten.
Nöroçeşitli insanlar kapitalist kömür madenindeki kanaryalardır. Biz hastalık ya da deva değiliz, termometreyiz. Süpermarkette erir miyiz? Etrafı ölçüyoruz. Çığırışlarımız hepimizi neyin pişireceğini söylüyor. Tıpkı bizi bunaltan ışıklar, müzikler ve tabelalar gibi kapitalizm; kaynayan, gezegeni ve canlılarını pişiren bir hastalıktır. Allistik sinir sistemleri bununla uyumlanabilir. Ölçemezler ve tolere ederler. Biz yapmıyoruz.
Bizi dinleyin ve inanın.
Etiketler: medya, yaşam