28/02/2007 | Yazar: Atilla Demir

‘Beyaz, Türk, erkek ve Sünni birisi olarak toplumsal yapıda, erkin sahibi sınıfın içersinde yer alırken, eşcinsel kimliğimi açık etmemle birlikte listenin dibine düşmüştüm. İşte o zaman bu ülkede farklı olmanın, azınlık olmanın, öteki olmanın, Kürt, alevi, Ermeni olmanın ne demek olduğunu sorgulayarak değil yaşayarak öğrendim.’ Emir Birant, Türkiye’nin bilim insanlarını yetiştirdiği ODTÜ’de öğrenci olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatıyor.

‘Beyaz, Türk, erkek ve Sünni birisi olarak toplumsal yapıda, erkin sahibi sınıfın içersinde yer alırken, eşcinsel kimliğimi açık etmemle birlikte listenin dibine düşmüştüm. İşte o zaman bu ülkede farklı olmanın, azınlık olmanın, öteki olmanın, Kürt, alevi, Ermeni olmanın ne demek olduğunu sorgulayarak değil yaşayarak öğrendim.’ Atilla Demir Türkiye’nin bilim insanlarını yetiştirdiği ODTÜ’de öğrenci olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatıyor.

KAOS GL

Atilla Demir

Yaşamımı harcamak istemediğim, Anadolu’nun küçük bir kasabasında doğup büyümüştüm. Geleceğimi güvence altına alabilmek ve de eşcinselliğimi özgürce yaşayabilmek için oradan çıkmam ve istediğim hayatı yaşayabileceğim bir üniversiteye gitmem gerekiyordu.

Sınavdan önce, üniversiteler hakkında bilgi edinmek için Hacettepe’de okuyan abimin yanına geldiğimde ODTÜ’yü de gezme firsatı bulmuştum.

Ankara’ya gelirken otobüs muavininden beni ODTÜ’de indirmesini istedim.
Sabah ezanlarıyla, karlı ve sisli bir Ankara sabahında kendimi Eskişehir kapısında buldum. Yürüyerek stadyumun köşesindeki ‘Yaşasın C aldım’ heykeline geldim.

Sis dağıldıkça gözlerime inanamıyordum.

Rüya gibiydi.

Bir okul değil sanki bir şehirdi.

Aç gözlü bir şekilde bütün bölümleri, yurtları, çarşıyı, spor salonlarını dolaştım.
Kendimi ait hissettiğim tek bir bölüm olmuştu: Makine Mühendisliği.

Benim için metale şekil verme, uygarlığı taşıyan makineleri yaratma sanatı...

Ancak ODTÜ’den böylesine etkilenmemin asıl sebebi, onun hakkında gerek Ankara Fen’de okuyan, gerekse de ODTÜ’den mezun olmuş kişilerin anlattıklarıyla edindiğim ‘Türkiye’nin özgürlüğüne en fazla düşkün bireylerinin yetiştiği üniversitesi olduğu’ kanısıydı.

İnsanların birbirlerinin kişisel alanlarına saygılı olduğu izlenimiydi.

Ne yapıp, ne edip bu Makine Mühendisliği bölümüne girmeli, okuyacaksam ODTÜ’de okumalıydım.

İlk tercihim olarak, Makine Mühendisliği’ni dördüncü sırada kazandım.

Bu adımın, beni hayallerime ulaştıracağına inanıyordum. ODTÜ’de eğitim görmek geleceğimi güvence altına alma hayalimi gerçekleştirse de ne yazık ki üniversitemde hiçbir zaman eşcinsel kimliğimle özgür bir şekilde var olamadım.

Kabus ikinci sınıfta okurken ODTÜ Bahar Şenliği’nde Kaos GL’nin (Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği) standında görev almamla başladı.

Üç kişi dışında bütün arkadaşlarımı kaybettim.

Ben onlar için artık sıra arkadaşları değil, bölümün ‘ibnesi’ydim.

Yeri gelince sorunlu bir kişi, bir ucube, yeri gelince fındık fıstık atabilecekleri; ağızlarından çıkan her ‘ibne, top...’ küfründen sonra dönüp, ‘Kusura bakma kardeş, seni kastetmedim’ diyebilecekleri insandım. Sabahtan akşama kadar dersim olup da, gün boyunca ağzımdan çıkan tek kelimenin kantinde ‘bir çay lütfen’ olduğu, genelde sınıfın en arkasında yalnız başıma oturduğum ODTÜ günlerim.

Belki başka bir bölümde olsaydım, bu kadar sıkıntılı olmazdı. Ama Makine Mühendisliği ‘erkek adamın’ işiydi.

Bu meslek böyle şeyleri kaldırmazdı.

Beyaz, Türk, erkek ve Sünni birisi olarak toplumsal yapıda, erkin sahibi sınıfın içersinde yer alırken, eşcinsel kimliğimi açık etmemle birlikte listenin dibine düşmüştüm.

İşte o zaman bu ülkede farklı olmanın, azınlık olmanın, öteki olmanın, Kürt, alevi, Ermeni olmanın ne demek olduğunu sorgulayarak değil yaşayarak öğrendim.

Politik olmayı McDonalds’a karşı çıkmaktan ibaret sananlar

Burası ODTÜ’ydü.

Sadece eğitim aldığım değil, içinde başım dik bir şekilde yaşamaya çalıştığım;
YÖK ve jandarmanın kuşatmasında,

Uzman ama apolitik insanlar yetiştirmeyi amaç edinmiş;

Öğrencileri sözde devrimci,

Politik olmayı McDonalds’a karşı çıkmak ve konuşma yapmak için gelen siyasi liderlere zerzevat fırlatmaktan ibaret sanan;

Saç uzatmayı, küpe takmayı farklılık gören,

Ama solun bacı kültüründen kopamamış;

Üniversite yaşamı sırasında sistemi eleştirirken mezun olduğu gibi, sırasıyla askerlik, iş, evlilik ve çoluk çocuk sahibi olmaktan başka derdi olmayan,

Yüksek maaşlı sözde iyi bir kariyer için eleştirdiği kapitalist düzenin yöneticileri sınıfına kapağı atabilmek için yırtınan insanların olduğu üniversite...

Şunu gördüm ki, bir mühendis olarak sanayide birlikte çalıştığım işçilerin arasında, üniversite yıllarımda aynı sıraları paylaştığım insanların arasında olmaktan çok daha rahat ve özgürüm. Başta çok daha tepkisel yaklaşıyorlar. ‘Olmaz öyle şey Emir Bey’ diyorlar.

Doğrudan ne düşündüklerini ortaya koyuyorlar ve amirlerinin sözde namusunu savunmaya geçiyorlar.

Ama anlattıkça, tartıştıkça değişip, dönüşüyorlar.

Entelektüel homofobi

ODTÜ’deki arkadaşlarım ise bunu hiç yapmadı. Arkamdan dedikodularla demediklerini bırakmayıp, yüzüme ‘Canım ben eşcinselleri çok severim, saygı duyarım, senin tercihin, beni ilgilendirmez’ saçmalığıyla geldiler.

Hiç dürüst olmadılar.

Tartışmadan hep kaçtılar.

Ağızlarından çıkan her ‘ibne’ kelimesiyle bana ve eşcinsellere küfrettiğini sorgulamadılar. Benim gibi bir çok kişinin var olduğunu ama onların bu tavırları yüzünden kendilerini açık etmediklerini düşünmek yerine, eşcinsellik onlardan hep uzak, marjinal bir yaşam biçimi olarak kaldı.

Bunu anlamak çok zor değil. Her ne kadar eğitim düzeyi yüksek olsa da, bir şeylerin değişecek olması, bu ülkenin en iyi üniversitelerinin birisinden, ODTÜ’den mezun olmuş ya da olacak bizler için, bir tehdit teşkil ediyor. Çünkü ülkenin kaymağını yiyen insanlardanız ve işimize gelmeyen, bizlerin de değişmesine, kendimizi sorgulamamıza neden olacak değişimlere genelden daha tepkili yaklaşıyoruz. Verilen bu tepkiye eşcinsellik özelinde entelektüel homofobi denilebilir.

Kalbi kırık bir ODTÜ’lüyüm

Ben bir ODTÜ’lüyüm.

Ama kalbi kırık bir ODTÜ’lü.

Ben sevdiğimle birlikte üçlü amfinin önündeki çimlerde hiç güneşlenemedim.

Stadyum konserlerinde ona sarılarak kendimden geçemedim.

Derse kaçarken onu öpemedim.

Ve o derslerde hocanın anlattığı sözüm ona komik eşcinsel fıkralarında bir yandan gülüp bir yandan beni arayan gözler vardı. Projeler için öğrenci evlerinde buluşulacağında ‘acaba Emir bizim eve gelince bana sarkar mı?’ korkusunu hissettim insanlar da. Ya da gazetelerde ünlü bir kişinin eşcinsel olduğu yönünde çıkan haberlerde ‘o da mı hasta?’ der gibi gelip soran bölüm arkadaşlarım vardı. Finallerden sonra içmeye giderken çağıran olmadı beni.

Mezuniyet yıllığındaki sayfası için benden yazı isteyen de olmadı, ya da ben istemedim diye tavır yapan. Irak tezkeresinin reddi için yapılan eylemde Eskişehir kapısındaki Jandarma barikatına doğru omuz omuza yürürken, atılan sloganlardan biri hala kulağımda çınlıyor : ‘İbne Bush, Puşt Bush’!

Diyaloglarda, bakışlarda, selam verişlerde hep bir farklılık, öteki olduğumu, onlardan biri olmadığımı hissettiren bir hava vardı.

ODTÜ’nün evlatlarından biriyim ben ama üvey bir evlat.

*Makine Mühendisliği

Kaynak: Gazete ODTÜlü, 25 Şubat 2007

*Haberle ilgili adresler:

http://www.gazeteodtulu.com/yazilar.php?id=108


*Konuyla ilgili haberler:

[[ODTÜ’de eşcinsel var mı?]]

[[ODTÜ’de eşcinsellik ve şiddet konuşuldu]]

 


Etiketler: insan hakları, eğitim
nefret