04/12/2007 | Yazar: Kaos GL

2005 yılında İngiltere’nin prestijli Mercury Ödülü’nü, Kaiser Chiefs ve Coldplay gibi çok güçlü adayları geride bırakarak kazanan Antony & The Johnsons grubunun transeksüel solisti Antony Hegarty, şarkılarındaki kederi anlattı.

Oğlan çocuğu kız şarkıları söylüyor Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

2005 yılında İngiltere’nin prestijli Mercury Ödülü’nü, Kaiser Chiefs ve Coldplay gibi çok güçlü adayları geride bırakarak kazanan Antony & The Johnsons grubunun transeksüel solisti Antony Hegarty, şarkılarındaki kederi anlattı.

KAOS GL - 04/12/2007

Derleyen: Erdal Matur&Onur Poyraz

İngiltere’de dünyaya geldi. 1981 yılında Kaliforniya’ya taşındıklarında 10 yaşındaydı. Diğer oğlan çocuklarına benzemeyen bir yalnızlığı ve hüznü vardı. Bu yabancılığı/yabansılığı Boy George ve Marc Almond’ın (Almond'a "gerçek annem" diye hitab ediyor) o dönemdeki imgeleriyle anlam buldu. Onların sıra dışı, travesti görüntülerini izleyen Antony ‘Tamam, böyle olunduğunda bunu yapıyoruz: Şarkıcı oluyoruz!" dedi ve 1990 senesinde ‘güzel olan insanların’ olduğu bir yere, New York’a göç etti. Kendi gibi insanları bulmakta zorlanmadı Antony. Avangard bir kabare ekibine katıldı. Burada uzunca bir zaman geçirdikten sonra, 90’ların ortasında, içinde bulunduğu ortamdan uzaklaşmaya başladı ve ‘vahiysel yoğunluk’ olarak tanımladığı bir döneme girdi.

The Johnsons grubunun temelleri de bu dönemde atılmaya başladı. Grup, ismini Stonewall gösterilerinde ilk şişeyi fırlatan kişiye, siyahi travesti direnişçi Marcha P.Johnson'a ithaf etti. Birlikte tiyatrolarda ve gece kulüplerinde farklı ve alışılmadık çalışmalarla çıktılar seyirci karşısına. Ancak, tiyatronun, hayallerini gerçekleştirmeye yetmediğini gördü Antony: ‘Para yoktu. Yapmak istediklerim için seçtiğim yol çok marjinaldi. İnsanlar sınırlarda yaşayanlarla/yaşananlarla yapmak istediğimi anlamıyorlardı. Genel kabul görmüş yöntemler değildi kullandıklarım. Sonunda, bu güzel androjen (erdişi) çalışmaları herkese gösterelim istedim. Ve bu fırsatı Turning’de yakaladık.’ Turning, Antony’nin Whitney Museum of American Art bienalinde sergilediği çalışmaydı. Bienalden aldığı davet onu çok etkilemiş ve sonuç ‘cennetin neye benzediği fikrini’ görünür kılmıştı.

Nihayet 2000 yılında Antony and the Johnsons kuruldu ve kendi adlarını taşıyan ilk albümleri yayınlandı. Onun sesi ve görüntüsü yeni bir şey söylüyordu. Kız olmak isteyen oğlan çocuğunun şarkıları herkesi derinden etkilemişti.

Antony’nin asıl hikayesi buradan itibaren başlıyordu. Steve Buscemi ‘Animal Factory’de onu androjen bir mahkum rolünde oynattı. Lou Reed ‘The Raven’ albümünde 'Perfect Day'i yorumlattı ona, akabinde turnesine dahil etti. Hatta konserlerinin birinde onu sahneye davet edip Velvet Underground klasiği 'Candy Says'i ona yorumlattı ('Candy Says' şarkısı aslen Andy Warhol'un yarattığı yıldızlardan biri olan, travesti, Candy Darling için yazılmıştı). Sonrası ise 2004 yılında 45’liklerden oluşan bir toplama ve 2005 yılında Lou Reed, Boy George, Rufus Wainwright ve Devendra Banhardt gibilerinin de esşlki ettiği ‘I Am A Bird Now’ albümü oldu. Çıkar çıkmaz ‘yılın en iyi albümü’ sayılan ‘I Am A Bird Now’, İngiltere’nin en önemli müzik ödüllerinden Mercury Ödülü’nü, Coldplay ve Kaiser Chiefs gibi güçlü rakipler arasından sıyrılarak aldı.

Antony son olarak Björk’ün Volta albümünde şarkılar söyledi. Björk’ün buz sesiyle Antony’nin yakan sesi dinleyenlerin içinde ve teninde iz bıraktı.



*Çok hassas, feminen ve güzeldi*

Culture Club'ın 'Kissing To Be Clever' albümü ve oradaki Boy George. 11 yaşındaki Antony için bir dönüm noktası...

O an, dünyada yalnız olmadığımı fark ettiğim andı. O an benim ‘işte büyüyünce olacağım şey,’ dediğim andı. Çok hassas, feminen ve güzeldi; olmak istediğim her şeydi. On bir yaşındaki bir çocuğun gözünden, yolumu görmüştüm. Kendimi aynada görmüş gibiydim.

Katolik okuluna gitmişsin. Dindar bir insan mısın?

Hayır. Kendimi hiç Katolik ya da dindar biri olarak nitelendirmedim. Kendimce tanımlamış olduğum ya da sentezlediğim inançlarım var ama bunların hepsi sezgisel.

Kendini Amerikalı olarak mı tanımlıyorsun?

Kendimi bir göçmen olarak tanımlıyorum. Amerikan kimliği ile ilgiliyim. New York’ta yaşıyorum ve bana göre bu özel bir durum. Eğer Amerika’da olmasaydım, Amerika’da yaşamazdım. Göçmen bir şehir ve bu şehri gerçekten çok seviyorum.

Müziğinin sözlerini nasıl yazıyorsun, otobiyografik yanı ağır basıyor mu?

Bu tamamen farklı bir şey. Bence herkes kendi deneyimlerinin toplamı ile oluşturur müziğini. Bu tecrübeler başkalarından ve başkalarının işlerini gözlemlemekten bağımsız değildir. Etrafınızdaki insanların hikayeleri... Kendi hikayeniz... Düşlerinizin oluşturduğu yaratıcı zeminler... Herhangi bir şeyden kaynaklanıyor olabilir. Sezgisel bir şey. Öyle uzun uzadıya düşünülmüş ya da akademik bir zemine dayanmıyor sözlerim. Küçüklüğümden beri günlük tutarım. Herkese tavsiye ederim. Düşündüğünüz şeyleri karalayabileceğiniz, ya da düşerinizi yazıya geçirecek bir zemin olmalı. Düşlerinizin peşine takılma fırsatını tepmeyin, düşlerin çok önemli olduğuna inanırım.



*Sadece bir noktaya odaklanmak beni hep kaygılandırmıştır

I Am A Bird Now albümünde ihtilaflı konuların keşfine çıkmışsın, cinsel kimlik ve cinsiyet muğlaklığı gibi. Kendi hayatında böyle sorunlarla uğraşıyor musun hala?

İnsanların cinsiyet belirsizliği demesi hep eğlenceli gelmiştir bana. Sadece bir noktaya odaklanmak beni hep kaygılandırmıştır. Bu albüm birçok açıdan dönüşüm üzerine. Kadın ve erkek, genç ve yaşlı, yaşam ve ölüm dönüşümü…

Dönüşüm konusunu anlamama biraz daha yardım et.

Son zamanlarda herkesin kendi içinde bir aile taşıdığı fikrine inanmaya başladım: bir oğlan ve kız, bir erkek ve kadın taşıdığı fikri. Albüm bir yönüyle ruhun bu farklı yanlarının gerçekleştirdiği bir diyalog. Küçük de olsa mitolojik bir yanı var. Jungian yaklaşımının ‘kutsal çocuk’ yanıyla gerçekten ilgiliyim. İnsanın ruhani merkezparçası olup yaratıcılıkla bağlantılı bir noktadır bu yan. Ve yaratıcılık benim için dönüşümün çok önemli bir aracısı olmuştur.

1990 yılında Santa Cruz’dan (Kaliforniya) New York’a taşınmanın bu dönüşümün sebebi olduğuna bahse girerim.

Evet, hayatımı değiştirdiği kesin. Kendimi gece hayatında görmeyi, melez insanlarla tanışmayı ve bu ortamlarda performansımı sergilemeyi istedim. Gerçekten kendimi rahat hissedebileceğim bir yer arıyordum.

Deneysel tiyatroyla ilgilenmeye nasıl karar verdin?

Tiyatroya gerçekten hiç ilgi duymadım. Şans eseri bu işin içine girdim. Santa Cruz’a gittim ve orada genel yaratıcılık üzerine çalışıyordum. Görsel öğelerden gerçekten etkilendim. Her işe burnumu sokayım istedim. Pek çok görsel şey yaptım: sanat, resim, çizim, az biraz da tiyatro; ama tiyatro daha çok benim müzik yapmama ya da yaptığım müziği yayıp sunmama yardımcı oluyordu. Üniversitede John Waters’ın filmleriyle ilgilenip, daha fazlasını yapmayı düşünmeye başladım. Geceleri arkadaşlarımla ilginç hikayeleri birleştirerek, punk hissi uyandıran traji-komik hikayeler gibi, travesti müzikallerini sunmaya başladık. Bunlar tamamen John Waters estetiğinin bir türeviydi. Belki merkezde biraz daha duygusallık vurgusu vardı. Daha çok trajik ve duygusal çizgide ilerliyordu.

Absürd olana zıt bir biçimde...

Aslında, her ikisi de. Kara sevda temalı şarkılarla ilgileniyordum ve şarkı söylerken tüm bu müzikaller beni zevkten doruğa çıkarıyordu. Merkezinde kalbe dokunan bir şeyler vardı. Sonrasında elektriğe çarpılmış gibi oluyordum ya da her neyse işte…

Hayranlarının seni ilahlaştırmasına ne diyorsun?

Bilmiyorum. Bence içinde bulunduğumuz zaman insanların kendilerini otantik hissedebileciği birilerini bulmaya çalışıtıkları bir zaman. İnsanlar şimdilerde kendilerini bulabileceği, eşleştirebileceği bir sürü farklı sanatçıya sahip; on yıl öncesinde olmayan bir durum. Gerçekten yaşadığımız dönem ilginç bir dönem. Beni seven birilerinin olması büyüleyici bir şey benim için.

Antony’den inciler:

‘Nina Simone büyük, bense küçüğüm. Ancak müzikteki sezgisel farkındalığım Nina’yı dinlemekten geliyor. Nina’nın etrafındaki şeyler nasıl da parlıyor, nasıl oluyor da duygusal, ruhsal ve içtenlik konularında bu kadar geniş/kapsayıcı olabiliyor? Büyük hikayeler anlatır o; en büyüklerini. Çok fazla şarkı yazmışlığı yoktur ama en büyüklerini yazar. Bir müzisyenin gösterebileceği en büyük cesareti gösterir toplumla olan ilişkilerinde. Kendini adamıştır topluma ve hakikat için yürekten haykırır. Sahip olduğu her şeyi verir, içten ve üretken bir şekilde. Otobiyografisini okuduktan sonra bu kadın tam bir çılgın demiştim ama sonra ‘iyi de ne olmuş’ diye düşündüm.’

‘Ortaya koyduğunuz sanat, onu oluştururkenki amacınıza göre değişebiliyor. Özgürlük ya da düş kurma olabilir mi amacınız? Bunlar gerçekten de benim aradıklarım-bir tür fantazi uçuşu. Yere çivilemek değil, silkelemek isteği. Bence sanatçıların şüpheci olması gerekliliği gerçekten de güzel bir şey.’

*Söyleşi, ‘The Guardian’, ‘BBC Later’, ‘Globe Staff’ ve ‘Static Magazine’den derlenmiştir.



Kaynak: Kaos GL, Sayı:33


*LGBT Söyleşi:

Cem Adrian - [[Müziğim yazdıklarımı sesle ifade etmemdir]]

Mehmet Murat Somer - [[Kıkırdayarak okumak için ‘Ajda’nın Elmasları’]]

Mehmet Bilâl - [[‘Dünyada aşka ve tutkuya yetenekli bir kalpten daha saygıdeğer bir şey yoktur’]]

Fatih Özgüven - [[Öyküye ‘bir şey oldu’]]

*Konuyla ilgili haberler:

[[Johnsonlar ve ötekiler]]

[[Dünyanın en büyük transeksüel sesleri Türkiye’den çıkma]]

[[Kuş kızın düşü]]

Etiketler: kültür sanat
İstihdam