03/09/2014 | Yazar: Can Çavuşoğlu

‘İnsanlar doğası gereği âşık olamıyor aslında ve aşk hep doğası gereği biraz frapan…’ cümlesiyle aşkı bize tarif ediyor Emre Korlu, ilk kitabı Kırmızı’da.

Önyargıyı sutyenin içine koyan kitap: Kırmızı Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
“İnsanlar doğası gereği âşık olamıyor aslında ve aşk hep doğası gereği biraz frapan…” cümlesiyle aşkı bize tarif ediyor Emre Korlu, ilk kitabı Kırmızı’da.
 
Yazarımız 1988 İstanbul doğumlu. Fatih Üniversitesi Büro Yönetimi bölümünü bitirdi. Üniversite yıllarında eline geçen tek şey çeşitliliklerin içinde yaşam mücadelesi veren insanların hayatlarını gözlemlemekti.
 
kaosGL.org’daki köşe yazıları, bloğunun popülerliği derken geniş bir okuyucu kitlesine ulaştı. Şimdi de Kırmızı ile karşımızda. Kaleme aldığı hikâyeler, yarattığı karakterler ve yaşanmışlıklarla adeta uzaklara sürükledi beni, belki isteyerek belki istemeyerek ama unutamayacağım bir deneyim oldu.
 
Böylece hemen kaleme sarıldım ve bir söyleşi eşliğinde Kırmızı’yı siz okurlarla tanıştırmaya karar verdim. Umarım beğenirsiniz, sözü daha fazla uzatmadan hemen sorulara geçiyorum.
 
Yazarın ilk kitabı, ilk göz ağrısıdır derler, yaşadığın bu doğum süreci nasıldı?
 
Kırmızı, bir çocuğun yazma özgürlüğünü kullanıp, anlamayanlara bizleri (LGBTİ) anlatma çabasıydı ve hayaliydi diyelim. Zamanı gelmişti; oluşturduğu hikâyelerinden bazıları kitabın o enfes kokusuyla buluştu. Senin de söylediğin gibi ilk göz ağrısıydı.
 
Kitabının adı bir renk ismi; “Kırmızı”. Özellikle kırmızıyı neden seçtiğini merak ettim?
 
Kitap adını, ötekileştirilen renklerden biri olan Kırmızı’dan ve kanımızı akıtan katillerin küf tutmuş kalplerinden aldı. Toplumsal cinsiyeti alaşağı etmek için doğru bir imzaydı. Kitabımın önsözü kırmızıya odaklı bir seslenişti.
 
Kırmızı’yı 2013’te kanserden kaybettiğimiz Voltrans’ın kurucusu LGBTİ aktivisti Ali Arıkan’a ithaf etmişsin. Ali’yi bir de senden dinlesek?
 
Ali denildiğinde gözlerim dolar. Birçok kez ondan bahsettim ama yine de anlattıklarım hep eksik kaldı. Güzel bir kalbe sahip olup bunu gülüşüyle en iyi yansıtan insandı, Ali Bey. Kırmızı’yı ona yetiştirmeye çalıştım ama olmadı, çok geç kaldım.
 
İnfaz isimli hikâyen, babanla aranda bir bağ kurmaya çalışıyormuşsun hissi uyandırdı. Süheyla’nın hikâyesinde aynı çaba sanki kendini tekrarlıyor ama karakter bu sefer bir anne. Ne dersin?
 
Pek çok kez böyle zannedilir lakin hikâyelerimdeki anne ve baba karakterleriyle aile bireylerimin arasında bir bağlantı yoktur. Özel hayatımı sayfalara yansıtmıyorum ben daha çok ailesinin yanında ve sokakta katledilmemiş bir birey olarak başka hayatları yazıyorum, daha zor olanları... Günce tutmak değil niyetim.
 
Karakterlerin çocuk ve gençlerden oluşuyor. Vermek istediğin mesajları onların gözüyle daha iyi yansıttığını mı düşündün?
 
Bazen her şeyin başladığı noktadır o çağlar. Daha savunmasızsındır, daha ürkek, daha sert belki de daha duygusal... Öldürülen ve baskılar sonucu intihara sürüklenen LGBTİ’ler vardı. Parmaklarım onların dilleriydi, “bizi anlat, yakarışlarımızı duysunlar” dediler, ben de anlattım. Acı çekerek ve onların acılarını çekerek anlattım.
 
Kırmızı’nın pek çok sayfasında LGBTİ’lere uygulanan şiddet, nefret cinayetleri ve ölümler ön planda. Ayrıca yoğun çaresizlik ve öfke duyguları barındırıyor. Hikâyelerinde kurguladığın ölümlerin yazmayı bitirdikten sonra üzerinde bıraktığı etkileri bizimle paylaşır mısın?
 
Ağlıyorum. Susuyorum bazen, bazen üst üste sigara içiyorum. En çok da ölüyorum Can. O acıları çekiyorum… Ya yok olan oluyorum ya da ölüme seyirci kalmak zorunda bırakılan, hiçbir şey yapamayan. Yazarken yaşıyorum. Hikâyelerimi diğerlerinden farklı kılan bu işte! O an uzaklaşıyorum klavyenin başından, ruhum mekânlara, zamanlara, telaşlara, kaçışlara, savunmasız kahramanlara ulaşıyor.
 
Sayfa 66, “Önyargıyı sutyenimin içine koyuyorum ben” derken özgürlük ve devamında sisteme bir başkaldırı sezinledim, sen ne dersin?
 
Okuyucu sensin, ben anlatıcıyım ama doğru yorumlamışsın. Bir pamukla da dolar o boşluk veyahut östrojen hormonuyla da... Önemli olan başkaldırıya toplumun kadın anlayışını sutyenle ezen faktörlerle start vermek.
 
Kitabında yer alan karakterlerden birine bürünmüş olsaydın hangisi seçerdin?
 
Bir kahramana indirgemekle olmaz ama Namık karakteri biraz daha ağır basmıştır bende.
 
Peki, kendinle Namık karakteri arasında nasıl bir ilişki kuruyorsun?
 
Namık, esaretin ve cesaretin bilinmez yitişle yerini gölgeye bırakan kahramanıydı. O yıllarda yaşayıp darbeden korksam dahi aşkıma sahip çıkmayı tercih ederdim. Ölüm sevdaya dair bir yanılgı olurdu yüreğimde. Namık’ın titreyen dizleriyim.
 
Kitabında deneme baskı yöntemi kullanılmış. Senin gibi ilk defa kitabını bastırmak isteyen okurlarımız için neler önerirsin?
 
Şartlar deneme baskısına yönlendirdi bizi. İkinci kitap raflarda da yerini alacak. 2015 bunun için ideal bir yıl diye düşünüyorum. Eğer bir gün beni herkes duymalı derseniz, mücadelemiz için susmanın ve bir köşeye oturup beklemenin yersiz olduğunu düşünürseniz, siz de benim sesim olmak isterseniz, bir gün binlerce insana ben buradayım diye mırıldanmak içinizden gelirse, hayalini de kurduysanız “yapabilirsiniz” demektir.
 
Her gün bir parçamız kopuyor, her gün canımız acıyor. Yakın zamanda Mersin LGBT 7 Renk’den arkadaşımız Figen yaşadığı toplumsal baskıya daha fazla dayanamayarak yaşamına son verdi. Anısına birkaç kelime istesem?
 
İthaflar hep zordur Can. Kanatır… "Kirpiğin denize düştü. Kanayan yüzünü, moraran bedenini karanlığa verdin. Bir sen mi, bir ben mi fazla geldik bu kör olası dünyaya? Ah Figen! Yokluğuyla bile ağlayan kadın, küllerinden doğamayan bir hazin nevrozum benim!" 

Etiketler: kültür sanat
nefret