11/10/2006 | Yazar: Ali Erol

‘Bu köşe soru ve sorunlara ‘bilimsel’ cevaplar değil, hayatın içinden cevaplar aramalı. Soran-cevaplayan ikilisini değil, dertleşen ve tartışan çoğulunu yaratabilmeli. Yaşadığımız benzer durum ve sorunları nasıl karşıladığımızı, aştığımızı ya da aşamadığımızı ortaya koyabilmeliyiz. Hayat bir sidik yarışı değildir ve utanılacak, saklanacak bir sorun olmamalı. Elbette ki kimliklerin açık edilmesi gerekmiyor. Tecrübe ve sorunun kim tarafından yaşandığı değil, ne olduğu önemlidir. Özel durumlarda rumuz kullanılabilir. Fakat sorunu tam olarak irdeleyebilmek ve benzer sorunlarla ilgili başkalarınca yaşanan tecrübelerin ortaya konabilmesi için zaman, mekan gibi önemli noktalar belirlenmeli ve belirtilmeli.’

‘Bu köşe soru ve sorunlara ‘bilimsel’ cevaplar değil, hayatın içinden cevaplar aramalı. Soran-cevaplayan ikilisini değil, dertleşen ve tartışan çoğulunu yaratabilmeli. Yaşadığımız benzer durum ve sorunları nasıl karşıladığımızı, aştığımızı ya da aşamadığımızı ortaya koyabilmeliyiz. Hayat bir sidik yarışı değildir ve utanılacak, saklanacak bir sorun olmamalı. Elbette ki kimliklerin açık edilmesi gerekmiyor. Tecrübe ve sorunun kim tarafından yaşandığı değil, ne olduğu önemlidir. Özel durumlarda rumuz kullanılabilir. Fakat sorunu tam olarak irdeleyebilmek ve benzer sorunlarla ilgili başkalarınca yaşanan tecrübelerin ortaya konabilmesi için zaman, mekan gibi önemli noktalar belirlenmeli ve belirtilmeli.’

KAOS GL

gay’e efendisiz

Ezine’den yazan arkadaşın önerisi (bkz. mektuplardan) daha önce de pek çok arkadaştan gelmişti. ‘Güzin Abla’ muhabbetinden dolayı kendi aramızda şakalaştığımız dahi olurdu. Kendi adıma bu köşeleri çok da anlamsız bulmuyorum. Bununla birlikte çeşitli yayınlarda gördüğüm-okuduğum bu köşelere dair izlenimlerim, ‘abla’, ‘abi’ ya da bilmem ne ‘doktor’un zihniyetine göre çeşitleniyor. Ayrıca ‘3.sayfa’ zihniyetinin kurumsallaşmış hali olan tabloid gazetelerin ilgili köşelerin tamamen masa başında hazırlandıklarını öğrenince, bu köşeler benim için iyice sevimsiz bir hal aldılar. Zihniyet çeşitliliği ise sevecen, dürüst ve görmüş geçirmiş bilmem ne abladan, Muhteşem Nejad gibi gerçek felaketlere kadar uzanabiliyor. Şimdi bir yerde yazıyor mu bilmiyorum ama eskiden Nil Gün vardı. Öyle sanıyorum ki Nil Gün’ün eski Güneş’teki köşesi pek çok yeni yetme eşcinselin kendisi ile barışmasını sağlamıştır. Bence bu işler, konu ne olursa olsun, yazan insanların kendisinde bitiyor gibi. Örneğin bir eşcinsel hangi akla hizmetle Muhteşem Nejad’a yazar? Günlük hayatımızda sahtekar bir ahlakçılığı dillendiren ebeveynlerden ya da çapulcu sokak serserilerinden yediğimiz küfürleri, adının önünde doktor sıfatı bulunan birinden öğüt olarak aldığımızda ne değişir ve bize ne kazandırır?

Eğer böyle bir köşe olacaksa ve devamı gelecekse kendi adıma baştan bazı noktaların belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Elbette ki bunlar reçeteler ya da kurallar olmayacaktır. Samimiyet ve birbirimizi sevmek, olmazsa olmazlardandır. Çünkü samimi olunmadıkça hayali sorunlara hayali çözümler üretmekten öteye gidilmez. Sorun ne ise o olarak ortaya koymayı, açık vermek olarak algılayan bir insanla dertleşmek mümkün değildir. Hayatı bir yarış olarak gören, hep kazanmaya koşullandığı için gözü kimseyi görmeyen bir insanla karşılıklı etkileşim ve iyi kötü tecrübelerin paylaşımı gerçekleşmez. Böyle bir köşe, etkileşim, paylaşım ve arkadaşlık çerçevesinde şekillenirse anlamlı olabilir.

Bu köşe soru ve sorunlara ‘bilimsel’ cevaplar değil, hayatın içinden cevaplar aramalı. Soran-cevaplayan ikilisini değil, dertleşen ve tartışan çoğulunu yaratabilmeli. Yaşadığımız benzer durum ve sorunları nasıl karşıladığımızı, aştığımızı ya da aşamadığımızı ortaya koyabilmeliyiz. Hayat bir sidik yarışı değildir ve utanılacak, saklanacak bir sorun olmamalı. Elbette ki kimliklerin açık edilmesi gerekmiyor. Tecrübe ve sorunun kim tarafından yaşandığı değil, ne olduğu önemlidir. Özel durumlarda rumuz kullanılabilir. Fakat sorunu tam olarak irdeleyebilmek ve benzer sorunlarla ilgili başkalarınca yaşanan tecrübelerin ortaya konabilmesi için zaman, mekan gibi önemli noktalar belirlenmeli ve belirtilmeli.

Eğer tembellik yapmayıp ve de samimi olunabilirse çok zevkli bir iletişimi sağlayabilir bu köşe. Okur-yazar, okur-yazmaz, okumaz-yazar, sorunlu-sorunsuz herkesin katkılarıyla canlanacaktır bu köşe.

Grincheux’nun mektubunu okuyor ve yaşadıklarını anlamaya çalışıyorum. Nasıl ‘gey’ olduğunu anlatıyor ve ekliyor: ‘Gey olduğuma hiç pişman değilim, utanmıyorum ve çekinmiyorum, aksine gurur duyuyorum.’ Bir eşcinsel olarak sevindirici buluyorum. Ama mektubu okudukça kafamda sorular beliriyor. Genel olarak kaderci yaklaşım, Grincheux’nun hayatı algılayışında belirleyici rol oynuyor. Çocuklukta yaşanan ‘cinsel taciz’ ya da ensestin, neyin ne olduğunu bilmeyen ve hayatı tanımayan bir çocuk üzerinde bırakacağı etki yadsınamaz. Kişiden kişiye çok abartılan ya da tamamen ‘saklanan’ bu durum kötü bir tecrübe olarak kalabildiği gibi, geri kalan tüm hayatı etkileyen ve belirleyen bir hal da alabiliyor. KAOS GL’nin çeşitli sayılarında tacizden tecavüze varan benzer tecrübeler yer aldı.

Grincheux, mutlu ve gururlu olduğunun altını çizerken aynı zamanda ‘hesaplaşma günü’nden bahsedebiliyor. Söz konusu pişman olmama hali ve mutluluk nasıl bir denge üzerine kurulu, anlamakta güçlük çekiyorum.

Bizlerin nasıl eşcinsel olduğumuza dair heteroseksüellerin tipik önyargılarından biri de küçükken yaşadığımızı varsaydıkları taciz ya da tecavüzdür. Kızlık zarının ‘bozulması’ndan sonra her şeyin bittiğini kabul eden heterolar, bazı erkeklerin uğradığı tecavüz ya da yaşadığı bir anal ilişkiden sonra bunu bırakamadıklarını ve devamın gelmesiyle eşcinsel olduğumuzu sanırlar. Bu önyargıyı doğrulayacak örnek bulmak elbette mümkündür. Pek çok eşcinsel, suçluluk duygusunun da etkisiyle durumlarını açıklamak için bir neden ararlar. Bu neden arama süreci aynı zamanda kişinin, eşcinsel oluşunu rasyonalize etme durumudur. Heteroseksüel önyargılar, söz konusu sürece şu ya da bu oranda etkide bulunur. Eğer biraz bilerek abartacak olursak, heteroseksist toplumun rezil koşullarına rağmen eşcinselliğini, sorunsuz bir şekilde keşfederek yaşayanlar garip-‘hadi canım sen de!’- karşılanırlar!!!

Cinsel taciz ve tecavüzün şakaya gelir yanı olmadığı için biz Grincheux’nun mektubuna dönelim. Arkadaşımız 5 yaşında, ortalama 28 yaşında olan amcası tarafından taciz ediliyor. Bence bu tür olaylarda ‘kurban’ın yaşadıklarını nasıl algıladığı ve ne hissettiği önemlidir. Grincheux’nun bu olaya verdiği anlamı ve şimdi hatırlayışını belirleyen de budur. Fakat bu durum soru sormamıza ve olayı irdelememize engel olmamalı. Görülmesi gereken ‘hayatım kararmıştı, hiç aklımdan silinmeyecek bir iz taşıyordum.’ değil, 5 yaşındaki bir çocuğa, izinin silinemediği bir leke ile hayatının karardığını düşündürten egemen ahlak olmalıdır. Tacizin boyutu ya da oranı değil asıl sorun bizatihi tacizin varlığı olduğunu kabul edersek artı soru sormak gereksiz görülebilir. Fakat mektuptan çıkaramadım; yalnızca elle yapılan sarkıntılık şeklinde yaşanan bir taciz mi, yoksa zorla anal ilişki ile biten bir tecavüz mü, söz konusu olay. Aslında sonuç olarak, kurban açısından bir şey fark etmiyor olmalı. Bu durumda hâlâ soru soruyor olmamın yanlış anlaşılmayacağını ve feleği şaşmış bir kadına, ‘o halde tecavüze uğradığını ispatla’, diyen alçaklarla karıştırılmayacağımı umarak devam ediyorum. Anlamaya çalıştığım gerçekten bir tecavüz mü yaşandı yoksa yarı şaka, yarı ciddi ve oynaşmayla taciz arasında gidip gelen nerdeyse her çocuğun yaşadığı şeyler mi? Bir başka deyişle anlamaya çalıştığım 5 yaşında bir çocuğun, ‘hayatını karartan ve yüzünü kızartan’ durum, nasıl bir ahlak kıskacında yaşanabilir?

Jean Cocteau’nun ‘Beyaz Kitap’ını okuyanlar hatırlarlar (KAOS GL’nin 35.sayısında Emre tanıttı). Cocteau, ‘Üç belirleyici olay düşüyor belleğime.’ diyor. Bir tarafta ailesinden dolayı her şeye sahip ama hayattan ve doğadan kopuk Cocteau; diğer tarafta hizmetçiler, işçiler ve göçebe çingeneler. Benzer bir durumu Atilla Karakış’ın, 33.sayıdaki ‘Maurice’ değerlendirmesinde de görebilirsiniz: Bir tarafta eşcinsel duygularıyla yüzleşemeyen ve kendi kendini kemiren Maurice, karşısında ise liman işçileri. Maurice, birine dokunmaya çekinirken, liman işçileri duşun altında dal taşak şakalaşıyorlar ve oynaşıyorlar. Aynı şekilde Maurice’nin yerine Cocteau’yu koyun ve karşısında çiftlik işçisi ve Cocteau’nun babasının arazisine izinle çadır kuran çingeneler. İki genç çingene soyunmuşlar, ağaca tırmanıyorlar; çok büyük olasılıkla diğer çingeneler dönüp bakmıyorlardır bile. Genç çiftlik işçisi ise atını dereye getiriyor. Hem atını yıkıyor hem soyunup kendi de yıkanıyor. Ve öylece atına biniyor. Bizim Cocteau ise kelimenin gerçek anlamında düşüp bayılıyor ve saatlerce baygın kalıyor. İşte, anlatmaya çalıştığım bu!

Bence Grincheux, amcası ve amca oğlu ile değil kendisi ile hesaplaşmalı. Ama sağlıklı bir hesaplaşma olması için acele edilmemeli ve her şey ayrı ayrı irdelenmeli. Yaşanılan bu olaya atfedilen anlam; ne kadarı ilgili dönemde sahip olunan bilinç ve psikolojiden, ne kadarı daha sonra geçilen sosyal çevreden kazanılan yargı ve düşüncelerden besleniyor? 5 yaşındaki bir çocuk korkabilir, dehşete düşebilir. Bağırmak istediği halde, onca acıya rağmen sesi çıkmayabilir. En alçak anne-babanın bile 5 yaşında bir çocuğu ‘kuyruk sallamakla’ suçlama olasılığı çok çok düşük olacağından; ne olursa olsun (‘olan olmuştu bir anda’???) ‘hayatın kararması’ için henüz erken olmalı. (Yanılıyor olabilirim ama anlamaya çalışıyorum)

Bana öyle geliyor ki Grincheux’nun hayatında belirleyici olan 5 yaşındayken yaşadıkları değil, ‘ergenlik çağı’ denilen dönemde ortaya çıkan duygu ve düşüncelerinin akışı olmalı. Yazdıklarıyla yetinecek olursak, şimdiki halini yani ‘eşcinsel oluşunu’ kabul ediyor ama kendini neden ve nasıl sorularına cevap vermek zorunda hissettiğinden akla yatkın bir gerekçe arıyor. İçinde yaşadığımız toplumda özgür birey olmanın koşulları bulunmadığından, bu koşullarda yeşerebilecek irade de olamayabiliyor. Bu durumda çoğunluk eşcinsellerin yaptığı gibi suçluluk duygusunun da etkisiyle nedeni başkasında arıyor. Toplumun bütün kurumlarında ve her türlü insan ilişkisinde içkin olan zorunlu heteroseksüellik karşısında, bir eşcinsel olarak elimizden gelen kendimizi ‘koskoca şehirde yalnız’ hissetmekten başka bir şey değil. Böyle bir ortamda ‘eğer bir ben böyleysem bende bir şey olmalı’ düşüncesi kendiliğinden ortaya çıkıyor. Zaten ağaç da yaş iken eğilir! Grincheux eğer 5 yaşındayken yaşadıklarını yaşamamış olsaydı ‘gay’ olmayacağını düşünüyor. Çünkü arkadaşımız, ‘gay’ olduğunu zor da olsa ‘ister istemez’ kabul ediyor. Grincheux’nun, yavaş yavaş yoğunlaşan ve adını koyamadığı duygularıyla barışmasını sağladıysa, bence, neden arama ve söz konusu neden çok da önemli olmamalı. Fakat yine mektuptan hareketle belirtmek gerekir ki eninde sonunda gelecek bir ‘hesaplaşma günü’ (‘unutulur gibi değil’), gururu falan bir yana bırakacak olursak mevcut barış’ın tehlikede olduğunu gösteriyor. Grincheux’nun, gerçek bir barış için bu ikilemi çözmesi gerekiyor. Bunun için öğüt vermek ya da kişiye özel önerilerde bulunmak gibi bir niyetim bulunmuyor (zaten mektupta yeterli bilgi yok). Ama daha önce de söylediğim gibi zorunlu heteroseksüellik karşısında, heteroseksüel ol-a-mayıştan dolayı geliştirilen savunma mekanizmaları, görülmesi gereken ve öncelikle sorgulanması gerekendir. İnsanlar eşcinsel oluşlarına, ister kendileri için ister zorunlu heteroseksüelliğe karşı ayakta durabilmek için olsun neden arayabilirler. Ama bu suçluluk psikolojisi ile yapılırsa, sonuç hem kimseyi tatmin etmez, hem de hayat çekilmez olur. Sorulması gereken soru ‘neden ben suçluluk hissediyorum?’ olmalı. Cevap ise heteroseksüelliğin egemen olduğu toplumda aranmalı.

Çocuklukta yaşanan cinsel taciz, tecavüz vb. konularla ilgili yazacak başka arkadaşlar da vardır sanırım. Benden şimdilik bu kadar! İstanbul’dan yazan Pelin ve İskenderun’dan yazan arkadaşın mektuplarına daha sonra değinmeyi düşünüyorum.

Orada kimse var mı?


Kaynak: Kaos GL, Ağustos 1997, Sayı 36



Etiketler: insan hakları, sağlık
nefret