22/09/2006 | Yazar: Salih Canova

‘Bugün eşcinselliği nedeniyle ödemek zorunda bırakıldığı bedeli kendisine ödemeye çabalayan ve bunu yaptığı için de kendisini çok seven, hayata üç yıl öncekinden bambaşka bir biçimde bakan, edindiği ‘hep’ini büyütmeye çalışan beni buraya her şeyden çok o dergi getirdi’ Salih Canova Kaos GL’yi anlatıyor.

‘Bugün eşcinselliği nedeniyle ödemek zorunda bırakıldığı bedeli kendisine ödemeye çabalayan ve bunu yaptığı için de kendisini çok seven, hayata üç yıl öncekinden bambaşka bir biçimde bakan, edindiği ‘hep’ini büyütmeye çalışan beni buraya her şeyden çok o dergi getirdi’ Salih Canova Kaos GL’yi anlatıyor.

KAOS GL

Salih Canova

Eşcinsel olmak... Burada bu coğrafyada, bu her şeye iktidar ilişkilerinin çirkin gölgesinin düştüğü yerde eşcinsel olmak. Bir gün, herhangi bir gün, aynaya bakarken, karşılığında yaşam boyu bir bedel ödenecek bir seçim yapmak zorunda bırakılmış olmak... Eşcinsel olmak... Bir varoluş olarak bunu yaşasanız da, yaşamasınız da, gözle görülebilir, yaşamın her anında, her yerde, bu bedeller ödeme dünyasında, diğerlerinden ayrı, bambaşka bir bedel ödemek zorunda bırakılmış olmak.
Kimi zaman yaşadığınız yer ‘kişiliğinizin yöresi’, kimi zaman annenizin derisi incelmiş elleri, kimi zaman yüzünüz kadar tanıdık yüzler, kimi zaman severek yaptığınız iş olabilen bir bedel.

Kimi zaman da en sevdiğiniz.

Ama ödediğiniz!

İşte, bir eşcinsel olarak, hayatın size –açık açık- haksızlıkla ödettiği bu bedelin sizi ne yapacağı, sizin bu bedeli kime ödeyeceğinize bağlıdır. Ya bu bedeli kendinize ödemeyi seçer, bir yalanlar yumağı ve ikiyüzlülükler yelpazesi içinde kendi yalancılığınıza ve ikiyüzlülüğünüze uygun bir konum edinir, orada sadece başkalarının belirlediği ve sizin varoluşunuzu içermeyen değersizlikler uğruna yaşamaya devam edersiniz. Ya da bu bedeli başkalarına, başkalarının belirlediği değersizliklere ödemeyi seçer, sadece kendi varoluşunuza dönük bir saygıyı içeren, acılı olabilecek ama sizi yalancı kılmayan, sizi ikiyüzlü kılmayan bir yaşamı seçersiniz. Aynadan başınızı kaldırır, ‘’ben bir eşcinselim’’ der ve o andan sonra bambaşka bir yaşam umuduyla, bugüne kadar ‘’bir hiçi büyütmek’’ olan yaşamınızı bir kenara bırakır, ‘bir hep’i büyütmeye başlarsınız.

Bu bedeli başkalarına ödemeyi seçmiş biri olarak, geriye dönüp baktığımda benden çalınmış, benden zorla alınmış ve kendi içinde bambaşka bir bedel olan bir yirmi yıl görüyorum. Çünkü ben aynaya 20 yaşında bakmaya başladım ve bu bedeli ancak o zaman ödemeye karar verdim. Ne yazık ki geciken kararların da bir bedeli var, dedik ya ‘bedeller dünyası’ diye...
Bir gün yaşadığım şehirde, Ege’nin bu en güzel şehrinde, bu Rum eskisi ‘anılar ve acılar’ şehrinde, bir kitap fuarını gezerken, daha önce kitapevlerinde yüzlerce defa karşılaştığım ama bırakın almayı, bırakın dokunmayı, bakmaya bile korktuğum bir dergiyi, küçücük bir standın bir köşesinde görünce, bir seçim yapmamın, artık bir bedel ödememin ‘hep’imi almak, benim olmayan bir yaşamı ‘hiç’imi geri vermenin zamanının geldiğini düşünmüş olmalıyım ki önce dokundum o dergiye, sonra utangaç gözlerle, bir yandan stant görevlisine bakarken bir yandan dergiyi karıştırmaya çalıştım. Ne gam... Derginin 53. sayısıydı elimdeki ve o derginin ilk sayısı çıktığında ben ergen bir eşcinseldim. Stant görevlisinin sesiyle irkildim sonra:’ Eşcinsel arkadaşlarımızın çıkardığı oldukça güzel bir dergidir, isterseniz başka sayılarına da bakabilirsiniz.’’ Bir şaka olmalı bu diye düşündüm ilk önce, oradan kaçmayı kendi yalancı ve acılı dünyama dönmeyi ve bir daha (yıllar sonra eşcinsel olduğumu öğrenen bir arkadaşımın ilk anda verdiği tepkiyle) ‘’böyle boklar yememeyi’’ düşündüm. Ne yapmıştım ben? Ne yapıyordum? Okulum, ailem, arkadaşlarım, yalancılığım üzerine kurduğum tüm dengelerim(!) bir anda alt üst olabilir, her şey –sandığım- her şey bir anda bitebilirdi. Stant görevlisi tüm coşkusuyla bir şeyler anlatmaya başladı, ben heyecandan onun ne söylediğini bile duyamıyor ‘bir tanıdıkla karşılaşmadan stanttan uzaklaşmayı planlıyordum. Hiç kimsenin anlatacağı hiçbir şey beni etkileyemezdi. Yalanlarımdan ördüğüm ve adına yaşam dediğim hiçliğimin içinde yok olup gitmek istiyor, neye yaradığını bilmediğim bir yığın ‘şey’e (bunlara ancak şey diyebiliyorum, öylesine tanımsızlar ki; ailenin kutsallığı, toplumun yapısı, erkekliğim, okuldaki başarılarım...) yalancılığımın kılıfı yaptığım ve ‘erdem’li bir insan olmanın ölçütü saydığım ‘şey’lerime dönmek istiyordum. Bir ‘şey’ler söyleme gereği duyduğum için, söylediğimi ne amaçla söylemiş olduğumu da bilmeden; ‘’Bu dergiyi çıkartan arkadaşları tanıyor musunuz?’’ dedim. Kendimce böyle bir dergiyi ancak ‘’tuzu kuru’’ birkaç eşcinsel, aileleri, okulları, arkadaşları oldukça ‘’hoşgörülü’’ birkaç eşcinsel çıkartabilir zannediyordum Yoksa kim toplumumuzun hazır olmadığı ve hiç de hazırlanmaya niyetlenmediği bir konuda dergi çıkarmaya varacak ‘densizlikte’ cesur olabilirdi? Stant görevlisinin yanıtı hani derler ya ‘bir tokat gibi’ işte öyle çarptı suratıma. ‘‘Evet tanıyorum, arkadaşlar da büyük zorluklarla çıkarmaya devam ediyorlar bu dergiyi, bütün emeklerini, bütün paralarını bu dergiyi çıkartabilmeye harcıyorlar. Bu nedenle de zor durumda kalabiliyorlar.’’ Düşünülecek ve söylenebilecek tek şeymiş gibi, dergiyi çıkartanlar konusundaki ön fikirlerimi stant görevlisi de biliyormuş ve yaşadığım ‘dumuru’ kendiliğinden anlayabilirmiş gibi, kısa bir cümle kurabildim. O anki ruh halimi en iyi anlatabileceğini düşündüğüm cümleyi, o bu topraklarda yaşayan hemen hemen herkesin bir yirmi dört saat boyunca sürekli kurmak zorunda kaldığı cümleyi; ‘’Nasıl yani?’’...

Stant görevlisi bunun üzerine uzun uzun bana merak ettiğim her şeyi anlattı. Fazla uzatmayayım kafamdan geçen bin bir düşünceyle ve ne yaptığıma tam olarak emin olmamış, ama iyi bir şey yaptığıma emin biçimde derginin birkaç sayısını aldım. Fuardan ayrılıp, yakındaki bir kafenin en kuytu köşesine sindim ve sayfalarını karıştırmaya başladım. Benim düşünebileceğimin de ötesinde yazılar, bilgiler, mektuplar vardı dergide. Birileri daha benimle aynı var oluşu paylaşıyor, ama bu var oluşu paylaşıyor olmaları nedeniyle ödemek zorunda bırakıldıkları bedeli kendilerine değil başkalarına ödemeyi tercih ediyorlardı. Hayatın üretmek ve paylaşmak olduğunu bilen ve kendi hayatlarına sahip çıkmanın ‘alınıp satılabilir, biriktirilip tüketilebilir her şeye’ sahip olmaktan daha anlamlı olduğunun bilincine varmaya, vardırmaya çalışıyorlardı birbirlerini. Bir solukta hemen hemen hepsini okudum dergilerin ve tabi eve dönerken ‘kimseye yakalanmamak’ için dergileri kuytu bir köşede bulunan bir çöp kutusuna atmayı da ihmal etmedim. (Bunu yazmak istemiyordum ama ‘’böyle bir bok’’ da yedirtiyor hayat insana.)

...Üç yıl sonra

Bugün eşcinselliği nedeniyle ödemek zorunda bırakıldığı bedeli kendisine ödemeye çabalayan ve bunu yaptığı için de kendisini çok seven, hayata üç yıl öncekinden bambaşka bir biçimde bakan, edindiği ‘hep’ini büyütmeye çalışan beni buraya her şeyden çok o dergi getirdi. Ama gün geldi devran döndü, ben ve benim gibiler, yani o dergi sayesinde ‘hep’lerini edinenler, bunun sarhoşluğuyla olsa gerek o dergiye olan borcumuzu ödemek konusunda derginin olduğu kadar inatçı ve sorumlu olamadık. O dergiyi çıkartanlar bununla da yetinmeyerek, densizliğin dozunu arttırdı bir kültür merkezi bile açtılar ancak biz bu kültür merkezini de hemen ‘çaylı arkadaş sohbetlerimizin’ mekanı haline getirmekte gecikmedik. Oranın bir kültür üretme yeri olduğunu, sadece masalarında oturup çaylı sohbetler yapmak için açılmadığını, elbette sohbet de edileceğini ama bizim çay içmeye sorumlu olduğumuz kadar oranın etkinliklerine de sorumlu olmamız gerektiğini çabuk unuttuk.

Yine de o dergiyi ve kurumu ayakta tutmaya çalışan bir avuç insan hâlâ bütün emeklerini oraya harcıyor. Ve bizlerden sadece ‘birazcık’ yardım istiyorlar. İki günlük sigara paramızı, bir sohbetlik çay paramızı, bir gecelik ‘bar’ harcamamızı istiyorlar. Çok değil.
Türkiyeli eşcinseller için büyük bir öneme sahip o dergiyi ve o kurumu yaşatmak bizim böylesi küçük çabalarımıza bağlı. Kendi yapılarımız adına bir şeyler üretirken o derginin ve o kurumun yapılar üstü bir işlevi, Türkiyeli eşcinsellerin ortak ve 10 yıldır susmayan sesi olduğunu unutmadan oradaki arkadaşlarımıza elimizden gelen her şeyi yapmanın zamanı geldi de geçiyor bile...

Benim yaşadığım şehirde hâlâ kitap fuarı açılıyor ve üç yıl önceki ben gibi bir yığın insan kitap fuarlarını dolaşıyor. O derginin standarda kendisine yer bulmasını ve bir eşcinsele daha eşcinselliği nedeniyle ödemek zorunda kaldığı bedeli başkalarına ödetmesini, hayatı üretmenin ve paylaşmanın tatlı serüveni haline getirmek istiyorsak, hemen şimdi elimizden geleni yapmaya başlayalım.

Önce bir mail yazalım mesela ya da bir mektup. Neler yapabileceğimizi soralım, onlara sesimizle de olsa güç verelim. Sonra az da olsa bir miktar yardım yollayalım onlara. Ne dersiniz?

(Ha o dergi diye söz ettiğim dergi hangisi mi? O dergi bu dergi işte ayol!)


Kaynak: Kaos GL, Aralık 2002 – Ocak 2003, Sayı 13



Etiketler:
nefret