23/11/2007 | Yazar: Kaos GL

Fransız sinemasının son on yılda çıkardığı en önemli ve yaratıcı auter François Ozon’un bu ay Türkiye’de de gösterime girecek olan yeni filmi ‘Angel’, aşk romanları yazan Angel Devell adlı bir kadın yazarın gerçek ve kurgu arasında sıkışıp kalan hayatını anlatıyor. Yönetmenin tamamıyla İngilizce çektiği bu kostümlü melodramının gösterime girmesini fırsat bilip Claire Vassé’nin Ozon’la yaptığı söyleşisini yayınlayalım istedik.

Ozon: ‘Angel aşık olma fikrine aşık’ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Fransız sinemasının son on yılda çıkardığı en önemli ve yaratıcı auter François Ozon’un bu ay Türkiye’de de gösterime girecek olan yeni filmi ‘Angel’, aşk romanları yazan Angel Devell adlı bir kadın yazarın gerçek ve kurgu arasında sıkışıp kalan hayatını anlatıyor. Yönetmenin tamamıyla İngilizce çektiği bu kostümlü melodramının gösterime girmesini fırsat bilip Claire Vassé’nin Ozon’la yaptığı söyleşisini yayınlayalım istedik.

KAOS GL - 23/11/2007

Çeviri: Batu Ekmekçi

Angel, Elizabeth Taylor’ın aynı adlı kitabından uyarlama. Niye bu kitap?

5-6 yıl önce kitabı bir çırpıda okuduğumda Romanesk bir dünyayla yüzleşmek için iyi bir fırsat olacağını düşündüm. Angel’ın beni eğlendiren, büyüleyen ve sonunda derinden etkileyen karakterine aşık oldum. Yapımcılarıma haklarını almalarını istedim. (Amerikalılar tarafından önceden alınmış olabileceğini düşünüyordum.) Kitabın Fransa’ya uyarlanması ise imkansız görünüyordu. Çünkü derinden İngiliz olan bu hikaye İngiltere’deki kadın yazar geleneği hakkında yazılmıştı.



Havuz’la da bir kadın yazarı anlatmıştınız.

Benim için Havuz, Angel’ı çevirmek için ön hazırlıktı. O dönemde kendimi Angel’ı uyarlamaya hazır hissetmiyordum. Bu noktada editör ve yazar, gerçek ve kurgu arasındaki ilişkileri keşfettiğim Havuz doğdu. Aradan birkaç yıl geçti ve kendimi İngilizceyle ve Elizabeth Taylor’ın romanıyla yüz yüze gelmeye hazır hissettim.

Nasıl bir uyarlama oldu?

Benim için önemli olan Angel’ı ilgi çekici kılmaktı. Romanda karakterin kitapları ve tavırlarına alaycı bir yaklaşım vardı. Taylor onun yazmaya ve başarıya olan kapasitesini biliyor fakat onunla çok dalga geçiyordu. Onu aykırı ve çirkin tasvir ediyordu. Benim için bir karakteri iki saat boyunca bu kadar negatif göstermek ise imkansızdı. Kötü ve dayanılmaz taraflarını da silmeden Angel’ı çekici ve büyüleyici bir kadına dönüştürmeye çalıştım. ‘Rüzgar Gibi Geçti’nin Scarlet O’Hara’sı geldi aklıma; Angel da onun gibi bir yandan sevdiğimiz ve bir yandan da nefret ettiğimiz bir karakter olmalıydı. Angel’ın çekiciliğinin bilincinde olmasını ve bu güçle, özellikle editörü ve Nora’yla oynayabilmesini istiyordum. Benim Angel’ım Taylor’a göre hilekar, daha neşeli ama kesinlikle ahlaksız değil. İlk başlarda öğretmeni, annesi, teyzesi, editörün eşi, herkes onu eleştiriyor; diyebiliriz ki Angel sevilmiyor ve yaptığı iş anlaşılmıyor. Bu da bence seyircinin empatisini ve merakını artırıyor; özellikle yazdığı zamanlarda.

*Angel karanlıkta yok olacak

Angel’ın yazma konusundaki inatçılığı etkileyici ama yazdıklarının kaliteli olup olmadığını sorgulamadan yapıyor bunu.

Filmde romanlarından uyarlanmış bir tiyatro sahnesi var. Kitaplarının görsel olarak sunulmasına yardımcı olan bu sahnede Angel’ın edebi kalite eksikliği, gülünçlüğü ve yoksunluğuyla şöhret sahibi olmak için duyduğu heyecanı dengelemeye çalıştım. Asıl ilgimi çeken, hayali bir dünya yaratmaya yetenekli ve bunu yapmaktan gerçek bir haz duyan birinin yaratıcı gücüydü. Önemli olan yazarın edebi kalitesi değil gerçek ve kurguyu karıştırma aşamasında enerjisi, ilhamın ona nasıl geldiği ve onun bunu nasıl içine aldığıydı. Acaba sanat yaşamaya izin mi veriyor yoksa yaşamdan alı mı koyuyor?
Angel ve Esme birbirlerinden tamamen farklılar ama ikisi de sanatlarına tutkunlar ve gerçek hayatı kaçırıyorlar. Esme zayıflığından ve işindeki talihsizliğinden dolayı başarısızlığa uğruyor ama sonunda gelecek kuşaklara kalacak kişi de o olacak. Bu arada sanatına inanmakta ısrarcı Angel ise kendi zamanında, karanlıkta yok olacak. Ama şunu da göz ardı edemeyiz: Angel kendi zamanının insanlarına dokunmuş ve düş görmelerine yardımcı olmuştu. O zaman şu soruyu da sorabiliriz: Bir sanatçının karanlığa gömülmeden önce, yaşadığı sürede başarı ve şöhreti yakalaması mı yoksa gölge ve sefalet içinde yaşayıp Van Gogh gibi ölümünden sonra başarıya ulaşması mı önemli?

Kendinizi Esme’ye mi Angel’a mı yakın hissediyorsunuz?

Benim için önemli olan burada ve şimdi yaratabilmek. Benim eserim daha sonra zamana direnebilecek mi? Bunu kendime sormuyorum. Bu beni felç eder, tıkar. Sanat yüzyılları aşar ama aynı zamanda yaşadığımız zamanda tüketilmek için yaratılmıştır. Ben kendimi Angel’ın çılgınlığı, öfkesi ve arzusunda görüyorum. Onun pragmatizmi sosyal şartlarından çıkmasına izin veriyor. Sanatı onun hayatının hizmetinde. Onun şatosunu almasını, lüks bir hayatı olmasını, istediği bir adama sahip olmasını ve onu elinde tutmasını sağlıyor.

Bütün yalanlarının dışında Esme’ye hala aşık.

Kitapta aşk hikayesi son derece ironikti. Angel ressamın imgesine aşık oluyor. Esme onu para için kullanıyordu ama burada bile Angel’ı sevmemiz için onun aşk hikayesine inanmamız lazımdı. Angel her şeyden önce aşık olma fikrine aşık. Ama aynı zamanda buna inanıyor ve içtenlikle Esme’ye yardım etmek istiyor.



Peki ya Esme’nin kız kardeşi Nora’nın Angel’a olan arzusu?

Kitapta gizli bir eşcinsellik vardı, ama Nora çok çirkin ve hatta bıyıklı tasvir edilmişti. Ben karakteri yoksun, nankör ve hırçın kız kardeşten kurtarmak, baştan çıkarıcı ve ilgi çekici bir kişiye dönüştürmek istedim. Filmde Nora, Angel’a abisinin metresi hikayesindeki gerçeği söylüyor, halbuki kitapta Angel’ı korumak için sırrı saklıyor. Ama böylece Nora bir anda trajik bir boyut kazanıyor ve Angel’ın suç ortağına dönüşüyor, Angel’a olan arzusu ile kardeş bağı arasında gidip geliyor.

*Romola Angel’ı çok güzel taşıdı

Romola Garaï’da sizi çeken neydi?

Romola rolün bilgi ve becerisine sahipti. Angel’ın zaman zaman groteskleşen boyutundan korkmuyordu ve hayal kuran çocuk gözleriyle baştan çıkarmayı, çekiciliği ve saflığı çok güzel taşıyordu. Pek çok kişi Angel’ı canavar ve kötü buluyordu. Angel bir anti-kahraman, yalancıydı; bu onu korkutabilirdi ama birinci sınıf oynadı. Angel’a ve onun hayatına alay etmeden yaklaştı.

Charlotte Rampling’le yeniden çalışmak?

Daha önce iki kez çalıştığım Charlotte’un ilk İngilizce filmimde olması benim için çok önemliydi. Halkın bakış açısını gösteren bu küçük rolü kabul etmesi gerçekten de arkadaşçaydı. Hermione hikayenin dışında bir karakterdi. Filmin başında kendisini şoke eden ve sinirlendiren Angel’ı olumsuz şekilde yargılıyor fakat hikayenin gidişatıyla filmin sonunda yazar olduğu için değil bir kadın olduğu için savunuyor.

Kaynak: http://www.francois-ozon.com/

* Bu metin Kaos GL’nin Kasım-Aralık 2007 tarihli 35. Sayısında yayımlanmıştır.

Etiketler: kültür sanat
İstihdam