29/03/2016 | Yazar: Kaos GL

Demek ki madencilerle eşcinsellerin birlikte hareket edebildiği bir dünya bu. Her şeyin mümkün olduğu.

Pride: Mücadelenin onuru ya da onurun mücadelesi Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Demek ki madencilerle eşcinsellerin birlikte hareket edebildiği bir dünya bu. Her şeyin mümkün olduğu. Onur oldukça mücadelenin, mücadele oldukça onurun var olduğu.

Özkan Ali Bozdemir, “Sosyal İçerme” dosya konulu Kaos GL dergisinin 146. sayısına yazdı:

Kolektif yapılanmaların doğrudan temasıyla ortaya çıkan ve sınıf bilincinin oluşumuna kesintisiz destek sağlayan ‘direnç’ kültürü, yalnız yaşadığımız dönemin değil; bu dönemin zeminini hazırlayan geçmişin de önemli parçasıdır. Ulusların var olabilmesi, şüphesiz ki bireyin hak ve özgürlüklerini kazanmasının başlıca teminatıdır. Bu var oluş meselesi büyük kavgalar, yıkımlar ve kırılmalar neticesinde şekillendiğine göre, bireyin kendi mücadelesini ortaya koyabilmesi, tüm bu savaşımın esas amacını oluşturur diyebiliriz. Kimi toplumlarda ‘birey olma bilinci’ ve ‘sınıfsal aidiyet’ paralel bir gelişim gösterirken, kimi toplulukların birbirinden destek alarak ilerlediğini ve bu sayede daha güçlü, pozitif ve üretken bir yaşam alanı oluşturduğu bilinen bir gerçekliktir. Her iki durumda da birey olma mücadelesinin -birey ve toplum bazında- tekil ile çoğul aydınlanmanın yolunu açacak pratik bir çözüm odağı olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Birey olmanın haklı mücadelesi, elbette ki büyük kıyımların, çalkantılı dönemlerin veya talihsiz suçlamaların ertesinde ortaya konabilmiştir. Mücadele bilincini ortaya çıkaran, daha doğrusu zaten var olan bu bilinci körükleyen sebepler arasında, başta devlet terörü olmak üzere; kişisel bunalımları, aile içindeki gizli şiddeti besleyen kaygı ve korku kaynaklı sancıları, çalışma hayatındaki ast-üst hiyerarşisinin getirdiği çözümsüz ve ayrımcı dayatmaları da gösterebiliriz. Sebep her ne olursa olsun mücadelenin gün yüzüne çıkardığı bu bilinç, katlanılabilir bir dünyadan ziyade, yaşanılabilir bir dünya ideasının sonucudur. Tarihin şaşmaz kronolojisine göz attığımızda toplumların atağa kalktığı ve kendilerini büyük ve geri dönüşümü olmayan bir mücadelenin ortasına attıkları o buhranlı yılların, bahsettiğimiz sancıların patlama noktasına denk düştüğünü açıkça görebiliriz. Uzun vadeli bir hesaplaşmanın içinde olabilmek her koşulda, baskıcı, ötekileştiren ve sömüren bir anlayışın karşısında durabilmeyi gerektirir. Bu hesaplaşma kuşkusuz ki zamana yayılan ve giderek çoğalan bir hıncın neticesidir. Kendiyle savaşan, ailesiyle çatışan bir birey, var oluşunun farkına vardıkça içinde bulunduğu toplumla ve devletle de yüzleşir. İşte tüm bu imtihanlar bireyi kaçınılmaz bir noktaya taşıyacaktır: Onur ve Mücadele.

Muhafazakâr Parti’nin lideri ve Birleşik Krallık’ın 1979-1990 yılları arasındaki Başbakanı Margaret Thatcher, 1987’deki parti kongresinde "Geleneksel ahlâki değerlere saygı göstermeyi öğrenmesi gereken çocuklarımıza, eşcinsel olmanın temel bir hak olduğu öğretiliyor" diyerek kendisinin ve partisinin ‘temel hak ve özgürlükler’ çerçevesinde ne denli muhafazakâr olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Aynı yıl çıkardığı bir kanunla da, okullarda eşcinselliğin ‘yasal olmayan bir ilişki türü’ olduğu öğretilmeye başlandı. Tabii böylesi bir kanunu yürürlüğe sokmasının temelinde, o tarihten birkaç yıl önce yaşananların etkili olduğu gayet açıktır. 1984 yılında Millî Madenciler Sendikası’nın düzenlediği grev, Thatcher’ı yıpratabilmek ve onun kurmuş olduğu dikta rejimini sarsabilmek adına önemli bir hamleydi. Sol siyasete karşı amansız mücadele veren ve yaptığı ‘özelleştirmeler‘ neticesinde ‘serbest pazar ekonomisi’nin önünü açan Margaret Thatcher, halkın seçimiyle başa gelen bir başbakan olmasıyla ve azınlıklara karşı sürdürmüş olduğu nefret söylemleriyle pek de yabancısı olmadığımız bir politikacı. Fakat özellikle eşcinsellerin hak ve özgürlük mücadelesine karşı son derece katı bir politika yürüten Thatcher’ın, Millî Madenciler Sendikasıtarafından büyük bir grevle durdurulmak istenmesi, burada, az önce sözünü ettiğimiz ‘birlik ve mücadele’ bilincini devreye sokuyor.

Senaryosunu StephenBeresford’un yazdığı, yönetmenliğini MatthewWarchus’un üstlendiği 2014 yapımı Pride, 30 Haziran 1984’tedüzenlenen Londra Onur Yürüyüşü’nün gerçek görüntüleriyle açıyor ilk sahnesini. Bir grup aktivist gencin de aralarında olduğu bu grup, ‘edepsiz’ sloganlar atarak, rengârenk pankartlar açarak ve elbette polis kıskacı etrafında tamamlıyor onurlu yürüyüşünü. Tam da o tarihte, dönemin başbakanı Margaret Thatcher tarafından hazırlanan ve yirmi madenin kapanmasına –demek oluyor ki yirmi bin işçinin işsiz kalması- neden olacak yasa tasarısı, ülkedeki maden işçilerini greve sürüklüyor. Yürüyüşteki gey ve lezbiyen aktivistler, bulvar (yandaş?) gazetelerinin, polislerin ve de hükümetin hedefinde olan ve tıpkı kendileri gibi şiddete maruz kalan madencilerin grevinden haberdar oluyor, davalarına onları da dahil ederek ortak bir mücadele yürütebilmek adına yeni bir slogan geliştiriyorlar: “LesbiansandGaysSupporttheMiners”

LGSM ismiyle yeni bir oluşum başlıyor böylece.

Tabii bu arada filmin önemli karakterlerinden biri olan Joe’yu tanımakta fayda var. Yirminci doğum gününü kutlamakta olan Joe, ailesiyle yaptığı küçük bir kutlamanın ertesinde hemen bir trene atlayıp Londra’ya ulaşır ve kendinden yaşça büyük olan gençlerin arasına katılır. Kimliğiyle yüzleşememiş ve dolayısıyla bu durumu ailesine henüz açıklayamamış olan Joe, ‘mücadele bilinci’nden uzakta, gönüllü bir aktivist olarak yer alıyor bu topluluğun içinde. Dolayısıyla eylem hayatına topluluğun fotografçısı olarak başlıyor.

LGSM üyeleri, buluşma yeri olarak küçük bir kitapçıyı seçen ve toplantı kararlarını bu merkezde yürüten toy bir oluşum gibi görünse de, kısa süre içerisinde dahil oldukları güruhun gür sesi olarak büyük başarılara imza atacaktır. Bu küçük kitapçı, yalnızca eşcinsellere yönelik kitaplar satan ve -filmdeki espriyle- tüm müşterilerinin Walt Whitman kitaplarını sorduğu bir yerdir. Bu açıdan bakıldığında, böylesine naif bir amaca hizmet eden iş yerinin ileride aktivist gençlerin toplantı ve örgütlenme karargâhına dönüşmesi, teoriden pratiğe geçiş eyleminin doğrudan yansıması olarak okunabilir. Bu geçiş süreci elbette çok zor olacaktır. Grevdeki maden işçileri için büyük bir yardım toplamayı başaran gençler, bu bağışlarını verebilecek bir sendika bulamazlar. Yardımın kaynağını öğrenen her sendika, bu maddi yardımı kabul edemeyeceklerini daha en başından belirtir. Nihayet Galler’de bir maden ocağının olduğunu öğrenir ve karşılarına çıkabilecek her türlü zorluğun farkında olarak buraya gitmeye karar verirler. Hikâyenin bundan sonrası önyargıların kırıldığı, karşılıklı anlayışın sağlanabildiği, ortak bir paydanın mümkün olduğu ihtimali üzerine kurulmuş. Kasabada kaldıkları kısa süre zarfında bütün olumsuzluklara ve tehditlere rağmen, oradaki insanların yerleşik değerlerini sorgulayacak, çözümler üretecek, tükenmez enerjilerini, sonsuz neşelerini kasabanın asık suratlı insanlarına iletecek ve böylelikle herkesi büyük bir dönüşümün içerisine sürükleyeceklerdir. Erkek hegemonyasının hüküm sürdüğü bu muhafazakâr kasaba, gencinden yaşlısına varana değin ölçüsüz bir nefret ve temelsiz bilgilerle kuşatılmış kötücül bir toplum olmaktan çıkıp, kendi gibi olmayanı anlayabilen, ona saygı duyabilen ve haksızlığa karşı omuz omuza durabilmeyi, erdemli bir birey olmanın teminatı olarak gören bilinçli bir kalabalık haline gelecektir. Dahası, maddi yardımlardan ziyade, bir arada olmanın verdiği maneviyat duygusunu tadacak ve birlik olmanın gücünü hep birlikte keşfedeceklerdir. Böylesi bir yapılanma sayesinde, esas tehlikeyi yani gerçek düşmanı fark edebilecek ve tek yumruk olmanın gururuyla sömürüye, zorbaya yani devlete karşı durabilmeyi öğreneceklerdir. İşte bu oluşum, yazının başlarında belirtildiği gibi, birbirinden destek alarak ilerleyen ve bu sayede daha güçlü, pozitif, üretken bir yaşam alanı oluşturabilen topluluğa örnek sayılabilir.

Bu kırılmaların en etkilisini yaşayanlardan biri de topluluğun fotografçısı, Joe olacaktır. Grubun icraatlerini belgeleyen bir fotografçı, sıradan bir üye olmak artık ona yetmeyeceği için, kendi dönüşümünü gerçekleştirecek ve kabuğunu çatlatıp yeryüzüne ilk adımını atan bir canlı gibi LGSM’nin, dolayısıyla içinde bulunduğu bu ‘yeni’ dünyanın aktif bir neferi haline gelecektir. Joe’yu hapseden bu kabuk, elbette ki kimliğinin farkına varabilmesine fırsat vermeyen ailesidir. Joe’nun mücadeleci bir aktivist olmasında, ailesiyle yaşadığı çatışma etkili olmuştur diyebiliriz. İşte kendiyle savaşmış, ailesiyle çatışmış olan bu birey, var oluşunun farkına varmış, içinde bulunduğu toplumla ve devletle de böylelikle yüzleşmiştir. LGSM’nin, maden sendikacılarıyla birlikte sürdürdüğü bu haklı direniş, yaklaşık bir yıl boyunca devam edecektir. Direnişin sonucunda büyük bir gelişme sağlanamasa da, devletin azınlığa karşı olan dayatması frenlenmiş ve halkın tabanını oluşturan bu kemik yapının, otoriteye ve yerleşik düzene karşı büyük bir tehdit olduğu büyük ölçüde anlaşılmıştır.

LGSM hikayesinin filmle ve gerçek hayatla paralel olarak ilerlediğini göz önünde tutarak, yaşanmış bu olayların geçerliğini günümüzde de koruduğunu, sadece isim/şehir/ülke bazında farklılık gösterdiğini rahatlıkla ifade edebiliriz. Elbette filmin belki de belkemiğini oluşturan ‘yaftayı sahiplenme’ meselesini önemli bir erdem sayan düşünceyi burada belirtmekte fayda var. LGSM üyeleri tüm bu girişimlerinin ve mücadelelerinin ertesinde kendilerine söylenen ‘sapık’, ya da orijinal dilindeki karşılığıyla ‘pervert’ damgasıyla küçük bir duruma düşürülmek istenmiştir. Bu ifadeyi reddetmektense ona sahip çıkarak yaşamayı daha erdemli saymışlar ve kendilerini artık ‘pervert’ olarak tanıtmaya başlamışlardır. Bu durumun, Gezi Direnişi sırasında, dönemin başbakanının halkına karşı kullandığı ‘çapulcu’ ifadesiyle büyük bir benzerlik taşıdığını ve çapulcuların da tıpkı ‘pervert’lar gibi bu ‘yafta’yı sahiplenip gayet erdemli bir davranış ortaya koyduğunu ayrıca belirtmekte fayda var.

Demek ki madencilerle eşcinsellerin birlikte hareket edebildiği bir dünya bu. Her şeyin mümkün olduğu. Onur oldukça mücadelenin, mücadele oldukça onurun var olduğu.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam