27/01/2012 | Yazar: Kaos GL

Doğanın ve devletin kesintisiz afetleriyle kesintiye uğrayan Qijika Reş Dergisi’nin yayın serüveni 5. Sayıyla birlikte kaldığı yerden devam ediyor.

Qijika Reş Dergisi’nin 5. Sayısı Çıktı Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Doğanın ve devletin kesintisiz afetleriyle kesintiye uğrayan Qijika Reş Dergisi’nin yayın serüveni 5. Sayıyla birlikte kaldığı yerden devam ediyor.
 
“Hava su ve toprak kirlendi artık
Tuz ve ekmeğe karışıyor yüksek gerilim
Yeryüzünün bütün koordinatları
Barınacak bir yer arıyor
Haritadan silindi yüreğimin meskûn yerleri” [Hicri İzgören]
 
Doğanın ve devletin kesintisiz afetleriyle kesintiye uğrayan Qijika Reş Dergisi’nin yayın serüveni 5. Sayıyla birlikte kaldığı yerden devam ediyor. Qijika Reş Kolektifinin Van’da yaşayan kimi bireylerinin başka kentlere savrulduğu, kimi bireylerin evlerinden olduğu, her türlü yerleşik düzeninin sarsıldığı, yaşam akışlarının başka kanallara yöneldiği bir dönemde dergiyi çıkarma imkânlarımız ortadan kalktığı gibi, dergiyi çıkarmak istencimiz de haliyle eridi.  
 
23.10.2011 tarihinde saat 13.41’de meydana gelen ve “Van Depremi” olarak kayda geçen yer sarsıntısı, hayatımızın da tam ortasından geçen derin ve kapanmaz bir yarık oluşturdu. İşini, eşini, düşünü, dostlarını, içinde nefes aldığı yaşam kozasını bir anda yitiren bir konuma düşmek, tespih taneleri misali dağılmak hayatın zorunlu sınır deneyimlerine açılmak demekti.    
 
Milyonlarca insanın çürük ve yüksek beton yığınları içine sıkıştırıldığı, doğadan ve dayanışmadan yoksun sefil kent hayatının doğa karşısında ne kadar kırılgan ve korunaksız bir hayat olduğunu yüzümüze inen ölümcül şamarla bir kez daha öğrenmiş olduk. Bu yönüyle “felaket”e dönüşen deprem, modern yerleşim kurgusunun yarattığı bir sonuçtur diyebiliriz. Bu felaketin Van kentindeki yansımaları hem aşina olduğumuz insan manzaralarıyla hem de ateşin düştüğü yeri yaktığı tekil acılarla yüklüydü.
 
Van depremiyle birlikte daha da görünür hale gelen sefalet fayı, hiyerarşik tüm yapıların çökerek bir yardım ağını bile organize etmekte ne kadar aciz kaldığını, devletin insan yaşamındaki en büyük külfet olduğunu, varlığı kendinden menkul siyasi temsilcilerin gemiyi ilk terk eden insanlar olduğunu, insanlarla vakti zamanında yüz yüze ilişkiler kuran politik oluşumların ve derneklerin ayakta kaldığı bu acı deneyimi, bu şok dalgasını sanırım hiç kimse uzun süre unutamayacaktır.
 
Van Kadın Derneği, İHD, TİHV ve KESK gibi dernek, sendika ve vakıfların gönüllü insanlara dayanarak yürüttüğü yardım dağıtım çalışmaları her şeye rağmen takdire şayandı. Bu zor zamanlarda, insanlık sınavını yüzünün akıyla geçen bu insanların karnesine düşecek en değerli notların “bu günler” olacağından kuşkumuz yoktur.
 
Özellikle Zozan Özgökçe’nin İstanbul, Ankara ve daha birçok kent ve ülkeden dâhil olan feminist kadınlarla birlikte VAKAD üzerinden mobilize ettiği kadın dayanışmasının ve Sami Görendağ’ın İHD aracılığıyla dâhil olduğu dağıtımların, kentin en ücra köşelerine ve sahipsiz köylere kadar uzanan bir dayanışma ağına dönüşmesi, özgürlükçü bir politikanın nelere kadir olduğunu, alternatif bir ilişki ve dayanışma modelinin nasıl olması gerektiğini bize somut olarak gösteren, hayata her yönüyle değen çok etkili bir deneyim oldu.
 
Felaket zamanları, aynı zamanda normların, ayrıcalıkların, husumetlerin ve yasakların askıya alındığı, insanlar arasında hesapsız yakın ilişkilerin kurulduğu, herkesin herkese yüreğini açtığı zaman dilimleridir. Van’ın kalın enseli, mülk sahibi insanlarının bir soğuk çadırı en “dipteki” insanlarla birlikte paylaşmak zorunda kalması, normal zamanlarda yüzüne bile bakmayacakları insanlarla aynı yemek kuyruğuna girmeleri, devrimi yarım kalmış yoksul bir halkın doğanın eşitleyen adaletine şükranlarını sunduğu özel kesitlerdi.
 
Van’daki orta sınıfın iflas bayrağı olan deprem, kimi yoksuların durumunu daha da kötüleştirirken, kimi yoksulların da belli yardımların kendilerine ulaşma umudunu yitirdikleri anda talana yöneldiği bir yaşama savaşının kaynağı oldu. Devlet erkânının, her türlü yardım ve dayanışma çabasını özel olarak engellediği, belli yardımları belli kesimlere ulufe olarak dağıttığı, milliyetçilik virüsünün insan olmayı unutturduğu güruhların bu afeti ilahi bir adalet olarak kutladığı bu zor zamanlarda her şeye rağmen “kardeşlik” ülküsünün daha ölmediğini hatırlatan yardımlar ve paylaşımlarda hiç eksik olmadı. Halklar arasındaki insani köprülerin devlet’e ve “insansız medya aracı”na rağmen yıkılmadığını görmek umudun belki de en büyük ve en anlamlı zaferiydi.
 
“Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına”... [Ahmet Arif – 33 Kurşun]
 
Bu zaman zarfında bir taraftan doğanın gazabıyla cebelleşen Kürt halkı diğer taraftan devlet denilen felaketin soluk aldırmayan cinayetlerine, katliamlarına ve bir cadı avına dönüştürülen toplu tutuklama operasyonlarına maruz kalmakla boğuştu. İcraatlarıyla hiçbir hukuku tanımadığını ayan beyan bir şekilde ortaya koyan muhafazakâr iktidar, Çukurca yakınlarındaki Kazan Vadisi’nde kimyasal silah kullanarak otuz yedi gerillayı katlettiği gibi, 2011’in bitmesine günler kala Şırnak’ın Uludere ilçesinde sınırda kaçakçılık yapan 19’u çocuk 35 insanı bombalayarak katletmekten de geri durmadı. Bu katliam aynı zamanda yıl boyunca savaş politikası yürütmekte sınır tanımayan AKP iktidarının son kirli operasyonuydu. Kürdistan’da sivil insanları topluca katletme ve faili meçhul cinayetler! sabıkası fazlasıyla kabarık olan bu pişkin devletin, bu katliamı da güvenlik politikasının bir münferit kazası olarak görmesi, “33 Kurşun”lara imza atmaya bundan sonrada devam edeceğinin kararlı bir fotoğrafıydı.
 
“Kaza sonucu ölümü ortadan kaldırıp yerine sistematik ve örgütlenmiş ölümü koyan devletin” (Baudrillard) varlığı devam ettiği sürece bu katliamların ve cinayetlerin devam edeceğini söylemek sinik bir politikanın tuzaklarına teslim olmak anlamına gelmemektedir. Devletin şiddetle varolan varlığını teşhir etmek, devletin ve şiddetin yüklem olmaktan çıkarıldığı bir politikanın aciliyetini ve önemini ortaya koyan kurucu bir siyasetin zorunluluğunu paralel düşünmektir. Tutuklu sayısının dört bin kişiyi bulduğu söylenen KCK operasyonları, iktidarın hiçbir ideolojik hegemonyaya tahammülünün olmadığının ilanı, çıplak bir faşizm, bir temsili diktatörlük anlamına gelmektedir. İstisnanın kural haline geldiği bir savaş politikasının kurumsallaşmasıdır.
 
Bu operasyonlar kapsamında binlerce insanı deli saçması iddialarla kapatan bu polis devletinin mağdurlarından biride Qijika Reş Dergisi’nin Kolektifinde yer alan ve aynı zamanda ANF muhabiri olan Rawin Sterk (İsmail Yıldız) yoldaşımız oldu. İstanbul’daki elimiz, kulağımız gözümüz ve yüreğimiz olan İsmail’in tutuklanması, dergimizin bundan böyle aksayacak çoğu yönünün de sebebini oluşturacaktır. Yaşadığı her ortamı bir dostluk divanına, bir yoldaşlık platformuna ve bir öğrenme okuluna dönüştüren İsmail’in bu kuşatılmış yaşamdan da güçlenerek ve özgürlük tutkusu daha da çoğalmış bir şekilde çıkacağından eminiz. Buradan Qijika Reş Dergisi Kolektifi olarak her zaman yanında ve safında olduğumuzu, davasının takipçisi olacağımızı, en içten sevgi ve selamlarımızla birlikte iletiyoruz. Sen yoksan biz gerçekten de eksik ve yalnızız İsmail Yoldaş. Senin şiirlerine, tiyatro oyunlarına, yazılarına, kızına ve aşkına bir an önce kavuşacağın ve bizlerin de sana kavuşacağı günlerin çok yakın olması dileğiyle. Kargalar tüm felaketlere rağmen en uzun ve kendilerinin belirlediği bir yaşamı yaşamaktan hiçbir zaman vazgeçmezler..
 
İçindekiler:
 
005 | Felaket Zamanlarının Ardından...
 
007 | Anti-Sömürgeci Bir Metin Denemesi – Heyder Bazîd Encü
 
009 | Nameyek ji bo nîvçezarekî ku wê bê - Rawîn Stêrk
 
011 | Ortadoğu’da Bir Karşı-Şiddet Pratiği: PKK - Ramazan Kaya
 
017 | Dıjı serguhartına bajêrên re bajêrên labırentîyê serbıxwe
   Kentsel Dönüşümlere Karşı Direnen Labirent-Kentler - Qîra Qijikê
 
022 | Kayıp Bir Anarşist Kitap Gibi: Komutan Nasır (Faruk Bozkurt) - Samî Görendağ
 
028 | Mirî çi dibêjin - Guy de Maupassant
 
031 | Botan Savaşları: Bir Kuşatılmışlığın Anatomisi 
Hazırlayan: Rawîn Stêrk Aktaran: Mahir Botan
 
039 | Kelimelerin Baskısı - Leyla Saral
 
041 | Özne ve İktidar: İktidarın Halkaları - Xezal N. Karaağar
 
050 | Dipnotlar, Şerhler: Politikayı Yeniden Tanımlarken (2) - Işık Ergüden
 
052 | Dar Gelirlinin Travması Olmaz - Turan Keskin
 
054 | Bir Sonraki Deprem Van’ı Sevip de Kavuşamayanlara Gelsin ya da
   Orta Sınıf Bir Van Sakininin Deprem Güncesi - Bilgesu Sümer
 
065 | Geleceğin Solu - Murray Bookchin
 
091 | Özgürlükçü Belediyeciliğe Genel Bir Bakış - Murray Bookchin
 
098 | Ahmet Sezer’le Demokratik Özerklik ve Toplumsal Ekoloji Üzerine Söyleşi
 
103 | Kapitalist Modernitenin Son’ul Uygarlık Krizi ve Büyük Uygarlık Devrimi - Yasin Bedir
 
110 | Şiddet Tekeli Karşısında Ahlak ve Vicdan - Ahmet Arslaner
 
115 | Nev-i Şahsına Münhasır Bir Hristiyan Anarşist: Tolstoy - Alexandre Christiyannopoulos
 
119 | Hüseyin Kaytan’la Röportaj - Samî Görendağ
 
126 | Rastiya bazarê, xewna azadiyê - Hüseyin Kaytan / Jiyan Sarya
 
139 | Brecht’in Boncuğu, Gerçek, Yabancılaşma, Vesaire - Hüseyin Kaytan
 
144 | Sae’nın Defterinden - Hüseyin Kaytan
 
148 | Ji rastperestiyê ta helbestê - Bîra Çîya
 
150 | Mi bilure viraşte eve morê miyanê xo ra - Vladimir Mayakovsky
 
154 | Anarşizanlaşan Kürtler: Mağdurun Postkolonyal Şiddeti ve Parçalanmış Özne - Engin Sustam
 
167 | İktidar Tuzağı Olarak Siyasi Şiddet! - Ömer Faruk
 
176 | Postmodern Zamanda İmaj ve Görsellik - Ednan Şur
 
183 | Sürgünde Bir Kadın: Rewşen Bedirxan - Berjin Haki
 
185 | Aydınlanma, Etik ve Sivil İtaatsizlik - Tarık Aygün
 
200 | Toplu(m) Mezar - Sami Görendağ
 
205 | Varlık, Politika ve Gölgeler - Mehmet Oruç
 
211 | Gösterinin Dayanılmaz Çekiciliği - Deniz İlgin
 
214 | Şahmaran Amedekar - Ömer Dewran
 
233 | Varoluşun Trajedisi  - Asım Ararat
 
239 | Sevgili Hayattır! - Ömer Faruk
 
246 | Zozan Özgökçe’nin Vicdani Ret Açıklaması
 
İlgili bağlantı:
 
Qijika Reş’in (Kara Karga) 4. Sayısı Çıktı
 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam