08/12/2015 | Yazar: Kaos GL

Lethe Kitap’tan çıkacak Rüzgar Bizi Hatırlamayacak isimli seçki Kaos GL Dergi’nin 145. sayısınında Şakir Özüdoğru tarafından incelendi.

Rafael Campo ile görüşme Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Lethe Kitap’tan çıkacak Rüzgar Bizi Hatırlamayacak isimli seçki Kaos GL Dergi’nin 145. sayısınında Şakir Özüdoğru tarafından incelendi.  

Lethe Kitap bu ay yayın hayatına merhaba diyor. Ortaya çıkış amacını ticari kaygıların ötesine taşıyan yayınevi, tarihin yaratımına eklemlenmeyi amaçladığının altını çiziyor manifestosunda ve edebiyat alanında da tarih yaratımına katkı sağlayacağına inandığı ürünlerle var olacağını söylüyor.

Yayınevi ticari kaygı gütmeden birçok genç şaire ve yazara kapılarını açarken, Şakir Özüdoğru’nun editörlüğünde dünyanın LGBTQ şairlerinden oluşturulan seçkilere yer verileceği “Acil Servis” adında bir dizi de başlatıyor. Acil Servis dizisinin ilk kitabı birçok ödül sahibi, Amerikalı tanınmış şair Rafael Campo’nun “Rüzgâr Bizi Hatırlamayacak” isimli seçkisi. Hem bu seçki hem şiirlerinin Türkçeye çevrilmesi hem de doktorluğu ve şairliği bir araya ustaca getirerek bir empati aracına dönüştürmesi üstüne Rafael ile lafladık.

Söyleşiye geçmeden önce Rafael Campo’yu kısaca tanıtalım isteriz:

RafaelCampo, Harvard Tıp Okulu’nda ve Boston’daki BethIsraelDeaconess Tıp Merkezi’nde görev yapan bir öğretim üyesidir. Amerika Birleşik Devletleri’nde takdire şayan görülen sekiz eserin sahibidir. Aralarında Guggenheim bursu, Amherst Koleji tarafından verilen onursal edebiyat doktoru unvanı, Ulusal Şiir Ödülü, Lambda Edebiyat Ödülü, Ulusal Kitap Eleştirmenleri Ödülü gibi birçok ödülün sahibidir. Çalışmaları En İyi Amerikan Şiirleri ve Pushcart Ödülü Antolojilerinde yer almıştır.

Şiirleri American Poetry Review, The Nation, The New Republic, The New York Times Magazine, The Paris Review, Poetry, Salon.com, Slate.com, ThreepennyReview, Washington Post Book World, Yale Review gibi Amerika’nın önde gelen edebiyat dergilerinde yayımlanmış ve yayımlanmaktadır. Lannan Edebiyat Vakfı ve Kongre Kütüphanesi gibi önde gelen kurumlarda dersler vermiştir. New York Times BookReview’dan Dr. JeromeGroopman, Campo’nun şiirleri için şunları yazmıştır: “Değerli ve hareketli . . . Campo, her zaman fiziksel gerçeklikle mücadele içinde insan ruhunun güzelliğinin peşine düşerken, fiziksel bozulmanın onu yıldırmasına izin vermiyor.” Hudson Review’dan şair Sydney Lea ise ‘Campo’nun iyi bir doktorun yapması gerektiği gibi, yabancılaşmalarımızı değil ortaklıklarımızı yücelten ritüel buluşmaları seçtiğini’ yazar. Campo’nun beşinci kitabıTheEnemy (Düşman), ülkenin en eski şiir kuruluşu olan New England Şiir Kulübü tarafından 2007’de yayımlanan en iyi şiir kitabı olması hasebiyle Sheila Motton Kitap Ödülü’ne layık görülmüştür. Şair, 2009 yılında tıp alanında öne çıkan hümanist yaklaşımı nedeniyle Amerikan Tıpçılar Koleji tarafından Nicholas E. Davies anısına verilen Akademisyenler Ödülü’nü almıştır. Compo, aynı zamanda 2013 yılında tek bir şiir için verilen ve dünyada önemli bir yeri olan Uluslararası Hipokrat Ödülü’ne layık görülmüştür. Daha fazla bilgi için tıklayınız.

PoetryFoundation’da yer alan biyografinize göre FedericaGarciaLorca’nın şiirlerini İngilziceye çevirdiniz. Bugünse sizin şiirleriniz başka bir dile çevriliyor. Şiir çevirisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Şiiri nasıl çeviriyorsunuz? Şiirlerinizin nasıl çevrilmiş olmasını isterdiniz? Ve başka bir dile çevrilmek size neler hissettiriyor?

Şiir çevirisine olan merakımın bende İspanyolca şiirler dinlediğim ve o şiirler aracılığıyla bana tamamen yasaklanmış bir yere, Küba’ya —bir zamanlar evrenin merkezi ve şimdi ulaşılmaz olan bu memlekete— imgesel bir yolculuk yapmayı istediğim çocukluğuma kadar uzanan bir ana dürtü olduğunu düşünüyorum. Şiirler aracılığıyla öncelikle bu tür imkansız yolculukları tahayyül edebildim. Bu demek değildir ki şiirler gerçekten daha kolaydı— üzerimdeki çok büyük etkileri nedeniyle bazı yönlerden çok daha zordu —fakat sanırım onlara içgüdüsel olarak kapıldım.

Şiir çevirisine olan yakınlığımın aynı zamanda müzikten de kaynaklandığını düşünüyorum, yine genç yaşlarda dinlediğim, yasak bir yere imgesel yolculuklar yapmanın bir yolu olan bir şeylerden. Şiirdeki biçimsel yapılara, ondaki müziğe tamamen kapıldım. İnsanlar biçimlerle yazmanın zor olduğunu söylerler fakat bu benim için tersine bir deneyim. Şiir yazmakta anımsamanın, öykü anlatımının, hayatımın önceki hikayelerinin bir parçasını taşıyan bir akıcılık var. Ben çocukken ailem bana şiir okurlardı, JoséMartí’den vatanperver şiirleri, maksatlı bir şekilde, sanırım, içimde Küba’ya dair birtakım bağlar geliştirmek için.

Bir sanat olarak çevirilerim hayatımın ilerleyen safhalarındaydı, İspanyolca’ya karşı İngilizce ile mücadele veriyorken ve kafamda iki dil arasındaki gerilimler konusunda bilinçlendiğimde. Geç ergenlik, erken yetişkinlik döneminde İspanyolcaya ciddi anlamda direndim. “İkinci dil olarak İngilizce” değil, ustaca, gösterişli bir İngilizce konuşmak istedim. Tartışmasız bir Amerikan olmak istedim. Şimdi İspanyolca’nın müzikalitesini idrak ettim. Onun hayatımdaki yerini benimsemek istiyorum.  Belki bu mücadele içimde hala da sürüyor: İspanyolca, iyileşmek için, şiirde yeni keşifler için her zaman dönmek istediğim mitsel bir yere sahipken bir nesir gereci olarak İngilizce ile yüklü bir ilişkim var.

Kendi şiirimin diğer dillere çevrilmesini görmek hem mahcup edici hem de heyecan verici. Kültürler arası değişim için ne mükemmel bir fırsat! Ayrıca sözcüklerimin başka bir kültürel bağlamda ne ifade ettiğini düşündüğümde şiir çevirisinin barındırdığı çoğu zorluğu da anlıyorum—bir dilde sözcüksüz olan bir jest, başka bir dilde nasıl temsil edilir? İngilizcede bir argo ifade o kültürün bağlamı dışındaki başka bir deyimde nasıl anlaşılabilir? Sonuç olarak çevirmenin benim kafamda, şiirimi benim yazacağım gibi, empatinin ortak dilinde yazdığına güvenmek için onun iki dile çok hassas bir şekilde uyum sağladığına güvenmem gerektiğini öğrendim.

Doktorlara gelen şikayetler bambaşka biçimlerde olabiliyor. Şiirlerinizden anlaşıldığı kadarıyla, hastalarınızla kuvvetli bir empati kurma beceriniz var. Görünüşe göre, bu sizi mesleğinizi icra ederken sık sık karşılaşılan duygusal yalıtılmışlıktan koruyor. Karşılaştığınız, sizin için normal olmayan, üzücü durumlarla nasıl başa çıkıyorsunuz? Şiir bunda nasıl bir rol oynuyor?

Şiir ve tıp alanındaki tecrübelerime göre, her ikisini ayrılmaz bir şekilde birbiriyle ilişkili görüyorum —bu nedenle bir şairden önce bir doktor olduğumu söyleyemem. Bence acı çeken bedenin iki farklı anlatısı var: ilki aşırı sevincin ya da acının yaşanan deneyiminden gelen, bedenlerini muayene etmeme izin verdiklerinde hastalarımın şikayetlerini tarif ederken bana anlattıkları hikayeler; ikincisi benim biyopsi raporları, tomografi tarama sonuçları, hücre sayımı ve kan basıncı ölçümleriyle oluşturduğum biyomedikal anlatı. Günümüzde, bilime olan coşmuş hayranlığımızda, modern “sadece gerçekler” anlatısı, kibirli bir biçimde en önemli, en değerli olduğunu iddia eder—bu nedenle düzenlenen testler ya da uygulanan prosedürler için hekimleri bolca ödüllendiririz. Ve yine aynı zamanda, çoğu hasta bu günlerde tıptaki en büyük eksikliğin merhamet, doktorlarının yalnızca kendi sesleri duyulduğunda kendilerini dinledikleri duygusu olduğunu hisseder gibiler—Kısacası, ben onların en “dürüst” yakınmalarının önem arz ettiğini düşünüyorum. Bu yüzden en anlamlı şekilde bir doktor olmak için, bence elbette biri tüm bu önemli gerçekleri sentezleyebilmeli ve tüm bu teknik yetkinlikleri gerçekleştirebilmeli fakat aynı zamanda, tüm serum ve havalandırma tertibatına rağmen yoğun bakım ünitesinde ölmekte olan hastanın ellerini ısıtabilmeli ya da kemoterapi artık işe yaramadığında hasta yatağının başucunda iyi yaşanmış bir hayat hikayesi anlatabilmeli. Ben bu iki meşgalenin daha da uzağa itildiği, insanlığımızın tüm gizemlerinin insan genomunun şifresinin çözülmesiyle açıklandığı, ruh hastalıkları için bile milyar dolarlık tıbbi ilaçlara sahip olduğumuz bir dünyada yaşamak istemiyorum. Bir hümanist ve bilim insanı olarak günün birinde insan acısını dindirebileceğimizi ileri sürmemizin bile bir tür kendini beğenmişlik olacağını düşünüyorum. Bunun yerine—sanat, şiir, müzik, en nihayetinde bilinemez olanla tüm yaratıcı meşguliyetler aracılığıyla acı çekenlerin insanlığıyla her zaman gurur duyabilir miyiz! İşte saygı ve tevazu göstermemiz gereken nokta bu. Birkaç füzeyi havaya göndermek ya da biraz daha uzun yaşamamıza yardımcı olacak ilaçlar değil.

Şiirlerinizde mesleğinizden yani hayatınızdan çokça beslendiğinizi gözlemliyoruz. Bunun ışığında şiirde nesnel bağlılaşık kuramı hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Şiirin bireysel şahsiyetlerin sınırlarının ötesinde duygu deneyimine izin veren muhtemelen en güçlü edebi anlatım biçimi olduğuna inanıyorum. Çoğu kez hastalarımın bana şikayetlerini en ilgi çekici metaforları, sessizlikleri, jestleri, benzetmeleri—biz şairlerin kullandığı bütün benzer araçları kullanarak naklederken benimle şiir biçiminde konuşuyorlarmış gibi hissederim.Bu nedenle acılarında, ıstıraplarında, korkularında benimmişçesine yanılabilirim.Bir tıp adamı ve şair olarak benim işim bizlerin esasen lisan yaratıkları olduğumuza ve bu özgün kabiliyeti yalnızca bilgi aktarmak için değil, birbirimize paylaşılan duygular doğurmak için kullandığımıza beni ikna etti.

Zaman zaman duygularımızın yoğunluğu, onları ifade etmemize karşı koyuyor gibi görünürken, bu—aslında her zaman, kalbimizde ve ruhumuzda olanı doğru dille ifade etmek için aradığımız, dahainsani olan sözcükleri bulmaya çalışma eylemidir. Bu tanımlamamücadelesi hekimlere tamamen tanıdıktır, sanırım, çünkü yaşamdaki en zorlu anlarda biz varız: doğumlarda, ölümlerde, büyük sevinçlerin ya da dayanılmaz acıların varlığında.

Amerika Birleşik Devletleri’nde güçlü ve büyük bir LGBTİ/Q şiiri kanonu olduğunu biliyoruz, ve bu kanonun gey şiiri, lezbiyen şiiri, Hıristiyan gey şiiri gibi dallara ayrılacak kadar çeşitlendiğini gözlemliyoruz. Bunu göz önünde bulundurarak, LGBTİ/Q şiirinin Birleşik Devletler’deki ve kendi şiir topluluğunuz içindeki durumu hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Beni yazma edimine iten öncelikle onun verdiği katışıksız haz, belirli bir politik görüşü ya da kimliği ifade etme arzusu değil. Benim için bu haz empati ile, başka biçimlerde bizi sınıflandırmak için kullanılabilen çeşitli kimlik kategorilerinin ötesinde hemcins insanlarla iletişim fırsatı ile ilgili olmalıdır. Bedenlerimizdeki müziğe katıldığımızda, kendi sevincimiz, kederimiz ya da hassasiyetimizi bir başkasının sesinde fark ettiğimizde, muazzam bir rahatlık ve sevinç hissederiz—yalnız değilizdir.

Yine de benim daha ötekileştirilmiş kimliklerimi diğerleriyle karşılaştırmak ilginçtir: özellikle, gey ve Latin olma ile erkek bir hekim olma deneyimlerini. Belki de bu çeşitli bakış açıları iktidarın nasıl çalıştığı konusunda bana birtakım anlayışlar sağlıyor. Tüm bu dünyaların içinde yaşayarak tıbbi açıdan LGBT bireyler ve Latinler gibi ötekileştirilmiş çevrelerin nasıl sağlık eşitsizliğinden muzdarip olduğunu, AIDS, kanser ya da kalp rahatsızlıklarından orantısız şekilde etkilediğini gözlemleyebiliyorum: Ben aynı zamanda bu hastalık koşullarından muzdarip arkadaşları ve aile üyeleri tarafından seçkin bir doktor gibi değil, başucunda oturup bilgi ya da hiç gelmeyecek bir sevgi ifadesi için bekleyen isimsiz, kimliği belirsiz “öteki” tarafından bakılanlardan edindiğim bilgiye de sahipim. Önceleri hastalarımı muayene ederken reçete defterinin arkasına şiirler yazmaktan bahsettim; Kendimi susturulmuş hissettiğimde, özellikle San Fransisco’da yaşarken, bazen nefret ve iğrenme ile andıkları hekimler tarafından tedavi edilen, benim yaşımdaki arkadaşlarımın AIDS’ten ölmesini seyrettiğimde---böyle anlar yazmak için aynı derecede etkili çağrılardı. Düşük sağlık koşulları olarak tercüme edilen kimlikleri görmek son derece rahatsız edicidir ve şiirin empatik tepkisini gerektirir. 

Şanslıyız ki Amerikan şiirinde, hoşgörüsüz ve düpedüz bağnazlık tarafından bize empoze edilen sessizliğe direnmeye yardımcı olan pek çok cesur LGBT sesine sahibiz. Bence bu seslerin güzel çeşitliliği homoseksüelliğin insanlık temasında yalnızca bir başka farklılık olduğunu değil, aynı zamanda tecrübelerimize dayanarak, açıkça söylersek, bize zarar verme, bizi susturma, yok etme çabası karşısında birbirimizi ayakta tuttuğumuzu kanıtlıyor. Bizim ortak insanlığımızda, şiirlerimiz yalnızca ayrımları gidermez, aynı zamanda hayatları da kurtarır.

Bedenin estetiği ve patolojisi, yani bu kırılgan yanı sizi sürekli incitiyor sanki. Siyaseti, fizyolojiyi bir yana ayırırsak beden ne yaparsa dünya onu bağışlayacak ve tekrar korumaya alacak?

Bir şiir yazmak benim için kutsal bir edim. İnsanlığımızın gizemine, onun tüm akıl ermez karmaşıklıklarına, ne yapmaya çalıştığımı fark ettiğimde kalkan boynumun arkasındaki saçları hissederek gösterdiğim derin bir reverans anı. O aynı zamanda kendimi anlatının gücüne—Hiçbir şiir ya da öykünün bir kişiye ait olmayıp hepimize ait olduğu kabülü—verdiğim bir tevazu ve hizmet edimi—başka bir deyişle tedavi gibi. Ben yaratıcı edimin meşhur tecritini —yalnız, aceleyle yazmak dizeleri, mum ışığında, herkese karşı—hiç de hissetmem, fakat tam tersi, şiirin özünde olması gereken katılım ve paylaşım için tüm olasılıkları gözetirim. Şiirimden yalnızca bendeki dile getirme ihtiyacını değil, aynı zamanda bir başka insanın yaratılışında kendini tanımak için başka bir öz bilinç ihtiyacını gidermek için beni “öteki”ne katmasını isterim.

Türkçesi: A. Emre Cengiz

Temel Bakım

Rafael Campo

Sen, beden, kanıyorsun, kokuyorsun sen, ve bölüyorsun sessizliği

hazin seslerle, bilmiyormuşuz gibi

acı çektiğini. Giyinip gençliğini, kör ediyorsun gözlerimi

kusursuzluğunla, beden: senin iki ayağın,

iki gözün, iki meme ucun, senin o endişe uyandıran simetrilerin.

Ey beden, yaşlanırken dahi şarkılar söylüyorsun,

bazen savunmasızsın,

ölüyor olabileceğini düşünüyorsun.

Beden, ne olursun,

bir kere daha onar kendini, kokve kana,

yeniden yıpran, ta ki ben, narin cildinle

siper olduğun ruhun hatlarını görene dek.

Sen, beden, sen bana döneceksin tekrar,

soyunmuşsun banyoda, görüyorum ay-

nadan, anlıyorum ki, bir şekilde,

ölmemeye mecbursun sen.

Ey beden, sen bizsin,

kaybolduğumuzda, hepimizin, her birimizin sahip olduğu sensin.

Edepsizsin; dürüstsün.

Görüyorum, kanın akarken nasıl da tetiktesin,

ve koktuğun zaman, tanrının elemidir burnumuza dolan.

Sen, beden, ağlıyorsun, düşünüyorsun sen, yaralanıyorsun, sanki

bize geçmişini göstermek ister gibi, sanki

bilmiyormuşuz gibi. Kana beden, kok beden,

acı çektiğimizi hatırlat bize, evet, bize hatırlat

yaşamanın bir mecburiyet, yahut bir aldanmak olduğunu.

Türkçesi: Devrim Ulaş Arslan


Etiketler: kültür sanat
İstihdam