05/06/2015 | Yazar: Kaos GL

Serdar Soydan, Kaos GL Dergisi’nin ‘Lezbiyenizm’ dosya konulu 141. sayısına yazdı.

Saime Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Serdar Soydan, Kaos GL Dergisi’nin “Lezbiyenizm” dosya konulu 141. sayısına yazdı:
 
Tanzimat romanında baba -seslendiği ve sesini duyurduğu erkek egemen toplumdaki algıya paralel olarak- otoritenin simgesidir. Ancak Jale Parla’nın Babalar ve Oğullar başlıklı çalışmasında dikkat çektiği üzere, devlet otoritesinin kaybolduğu bu dönemde romancılar babalarını kaybetmiş çocuklar olarak çıkarlar karşımıza. Eksik babalık etme durumu yahut baba figürü eksikliği metinlerin merkezinde yahut olay örgüsünün temelinde yer alan, romandan roman tekrarlanan izleklerdir.
 
Babanın eksikliği freudyen bir okuma ile bir özgür alan yaratır. Ancak bu özgür alan cinsiyetçi Tanzimat yazarları tarafından genellikle çöküşün, düşüşün, yok oluşun başlangıcı olarak görülmüştür.
 
Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası adlı romanındaki Bihruz Bey karakteri de babasını kaybetmiş ve kendi başının çaresine bakamayan, gitgide madden ve manen çöken bir karakterdir. Bihruz Bey’in metinde adı dahi geçmeyen annesiyse diğer Tanzimat anlatılarındaki gibi özneleşemeyen bir gölge gibidir olsa olsa romanda.
 
Oysa Recaizade’nin Araba Sevdası ile aynı yıl (1889) yazdığı ve 1898 yılında İkdam gazetesinde tefrika edilirken Abdülhamit istibdadı tarafından yayınına son verilen romanı Saime’de farklı bir durum söz konusudur.
 
Tefrikası yarım kaldığı ve Recaizade daha sonra tamamını yayınlamadığı için sonunu bilmediğimiz ve elde olan bölümü ile bir bütünlük arz etmeyen eserin ilk bölümünde, Sadık Efendi ile Saadet Hanım’ın evlenmelerine ve Saime adlı bir çocuklarının olmasına şahit oluruz. Ancak Saime henüz çocuk denecek yaşta iken önce annesini, sonra kendisine bakan babaannesini kaybeder. Sadık Efendi kızını düşünerek yeniden evlenmeye karar verir ve bir çöpçatan yardımı ile Binnaz Hanım’ı bulur. Bölüm evlenecekleri gün Binnaz Hanım’ın Sadık Bey’in evine gelmesi ile biter.
 
İkinci bölüm, geri dönüşle Binnaz Hanım’ın çocukluğundan başlar. Binnaz’ın babası Memnun Efendi hastalıklı bir adamdır. Ayrıca karısı Fettan Hanım’ı da, kızı Binnaz’ı da sevmemekte, sadece Fettan Hanım’a babasından kalan mal ve mülkün yüzü suyu hürmetine evliliğini sürdürmektedir. Memnun Efendi her anlamda eksik bir babadır. Otoriter bir figür değildir. Ki bunun, Binnaz ve Fettan Hanım için farklı etkileri olacaktır.
 
Fettan Hanım için hava hoştur. Çünkü o hamamda tanıştığı Mahbube Hanım ile arkadaşlık etmektedir. Arkadaşlıkları gitgide ilerler, iki kadın birbirilerinden ayrılmaz hale gelirler.
 
“İki hanım arasında husule gelen bu münasebet ve muhabbet ilerleye ilerleye bir sene zarfında o dereceye geldi ki kendilerinin zaten çağları da o kadar uygun olmadığı halde gezişleri bir, yürüyüşleri bir, dönüşleri bir, arzuları bir velhâsıl her şeyleri bir oldu. Fettan Hanım’ın arkasında görülen entarinin bir eşi elbette Mahbûbe Hanımın sırtında da gö­rülür. Mahbube Hanım’ın hotozunda peyda olan yeni çıkmış bir oyanın tıpkısı Fettan Hanım’ın hotozunda da beliriverirdi.” (s. 68)
 
Bir süre sonra aralarındaki ilişki arkadaşlıktan sırdaşlığa terfi ederler. Artık iki vücuda ayrılmış tek bir ruh gibidirler. Aralarında tek fark vardır: “Bu hanımları kıyafeten birbirinden ayıran yalnız bir şey kalmış idi ki o da Mahbube Hanım’ın boynundan hiçbir vakit eksik olmayan beyaz çevrenin bir eşi Fettan Hanım’ın boynunda görülememesi idi.” (s. 68 – 69)
 
Bu kültürel açıdan önemli ayrıntıdır. Osmanlı’nın son dönemlerinde lezbiyenlerin -o zamanki tabiri ile zürafa, nisaiye yahut daha avam söyleyişle sevici- alametifarikası gibidir beyaz boyun bağları. Yıllar sonra Barış Manço bir şarkısında “Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü,” diyerek bu geleneğe atıfta bulunacaktır.
 
Böylece iki kadın arasındaki ilişkinin sadece arkadaşlık yahut sırdaşlıkla sınırlı kalmadığını,  âşıktaşlık ettiklerini de öğrenmiş oluruz. Ancak eksik erkek, eksik otorite oluşuna rağmen Memnun Efendi’nin varlığı, Fettan Hanım’ı beyaz boyun bağı takmaktan alıkoymaktadır. Ancak bu durum da uzun sürmez. Zira Memnun Efendi bir gece uzunca bir zamandır beklendiği üzere ölüverir.
 
Erkeğin ölümü otoritenin yitimidir ve özgür bir alan yaratmaktadır. Geride kalanlar bu özgür ve başıboşlukta Tanzimat anlatısının genelindeki gibi kendilerini kaybedebilir yahut otoriter sistem tarafından bastırılmış kimliklerini ortaya çıkarabilir, özneleşebilirler. Saime’de da buna benzer bir gelişim izlenir.   
 
Memnun Efendi’nin ölümünden bir hafta sonra Fettan Hanım ağlarken Mahbube Hanım koynundan beyaz bir çevre çıkartır. Törensel bir eda içinde dizinin üzerinde bu mis gibi kokan ve kenarında aşka dair bir dörtlük yazan çevreyi üç dört defa katlar ve kendi eli ile Fettan Hanım’ın boynuna bağlar. Böylece erkek egemen ve karşı-cinsiyetçi sistemle ilişkisini kesen Fettan Hanım kocası için bir daha gözyaşı dökmez.
 
“Mahbube Hanım önce kendi mendiliyle, o yaşaran gözleri sildi. Daha sonra koynundan mis kokan ve kenarında beyaz ipekle:
"Yaralı gönlüme kâr eylemez Lokman şifası"
"Vuruldum senin gamzene ey Fettan gözlü"
"Beni terk eyleme, kirpiklerinin yarasının zevkinden mahrum eyleme"
"Feda olsun eğer bir cân ise gözlerinin amacı"
dörtlüğü işli ve yazılı gayet temiz bir çevre çıkardı açtı. Dizinin üzerinde muska gibi iki kat ettikten sonra tekrar boynuna üç dört defa güzelce katladı, kendi elceğizi ile Fettan Hanım’ın boynuna iki kere doladı, uçlarını ön tarafa getirdi, düğümledi, bıraktı. Bu boyun bağı Fettan Hanım’ın kalbinde -ölen kocasının namına- kaynayan vefa çeşmesini kaynağından kurutmak için bir tılsım idi ki, ondan sonra Fettan Hanım’ın gözleri kocası için bir daha yaşarmadı.” ( s. 70 -71)
 
Babadan kalma büyük konak artık erkekten arınmıştır. Önce Mahbube Hanım konağa yerleşir. Ardından haftada bir iki gece boyunları bağlı kadınlar da konağa gelmeye başlar. Bütün bir gece eğlenilir. Daha sonra kadınlar çifter çifter odalara çekilir.
 
Baba/erkek/otoritenin ölümü, eksikliği Saime’de Fettan Hanım özelinde özgürleşme demektir. Tabii ki homofobik bir okuma ile bunu ahlaki olarak düşme olarak da okuyabilir isteyen ama metinde böyle bir vurgu yapılmamıştır.
 
Binnaz’a gelince… Binnaz çevresindeki kadınlardan farklı olarak heteroseksüeldir. Hayallerinin erkeğini düşlemekte, bir gün evlenmeyi kurmaktadır. Annesi ile bu evliliğe karşıdır, damadın evlerine gelmesi düzenlerini bozacaktır, ayrıca kızının gitmesini de istememektedir.
 
Binnaz ile annesi arasındaki soğuk savaşın başlangıcı olur bu fikir ayrılığı ya da cinsel yönelim farklılığı. Binnaz annesi ve evdeki diğer kadınlardan kaçmaya, kendini onlardan ayrı tutmaya başlar. Fettan Hanım ise kızının inadına inatla karşılık verir. Gelen görücülere kapıyı bile açtırmaz. Binnaz adeta eve hapsedilmiştir.
 
Roman burada ütopik bir hal alır. Homofobik bir dünyada yaşadığımız, eşcinsellerin çoğunlukla muktedir değil de mağdur düşünülürse, Recaizade’nin anlatısında bunun tam tersi bir düzenin kurulduğu görülür. Günlerini gün eden, dilediklerince yaşayan eşcinsel kadınlar ve sırf evlenmek, bir erkekle hayatını birleştirmek istediği için dışlanan, kötü muamele gören Binnaz… Dünya edebiyatında dahi eşine az rastlanır bir metin yapar Saime’yi bu özelliği.
 
Binnaz ya evdeki tüm mücevherleri çalıp bir sabah kaçmayı yahut annesi Mahbube Hanım’la odalarına çekildiğinde evi yakmayı kurmaktadır ki Hamamcı Fatoş Hanım sayesinde kendisine talip olan Mehmet Bey ile kaçmaya karar verir.
 
İşte tam bu kaçma telaşı içerisinde, sarayın buyruğu üzerine tefrika yarıda kesilir. Gerekçe “toplumun yaşayışına aykırılık”tır. Sistem kendini korumak, dayattığı değerler yargısı dışına çıkmak isteyen, sistemin çöküşünü yahut zayıflayışını, ‘olumlu’ neticeleriyle işleyen bu eseri zararlı görmüş, ortadan kaldırmıştır.
 
Peki, Saime’den bugüne değin bahsedilmeyişi, Recaizade’den yahut Tanzimat’ın ölen babalarından bahsedilirken Memnun Efendi’nin anılmayışı da buna yorulabilir mi? 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam