18/01/2014 | Yazar: KAOS GL

Birgün gazetesinden Ömür Şahin Keyif, Bülent Ersoy’un başörtüsü takması üzerine uğradığı hakaretleri ve transfobik söylemleri LGBTİ aktivisti, psikolog, avukat ve ilahiyatçılara sordu.

Şakaysa Hiç Komik Değil Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Birgün gazetesinden Ömür Şahin Keyif, Bülent Ersoy’un başörtüsü takması üzerine uğradığı hakaretleri ve transfobik söylemleri LGBTİ aktivisti, psikolog, avukat ve ilahiyatçılara sordu.
Bülent Ersoy geçen hafta sonu Show TV’de yayınlanan programına başörtüsüyle çıkıp Semah gösterisi eşliğinde bir ilahi söyledi. Ersoy’un Mevlut Kandili nedeniyle sergilediği bu performans sosyal medyayı bir anda harekete geçirdi. Gece boyunca atılan, Ersoy’un trans kimliğinden girip başörtüsünden çıkan tweet’ler ‘şaka’ kılıflı hakaretler içeriyordu. Hatta sosyal medyanın Ersoy’un kadın olup olmadığını tartıştığı gecenin ardından atağa geçen geleneksel medya da bu ‘şaka’ları devam ettirerek nefret söylemine sahip çıktı. Ersoy’un ’10 şey’ e benzetildiği fotoğraflı ‘haber’ internet sitelerinde yeniden boy gösterdi. Bu ‘şey’ler arasında korku filmlerinden seçilmiş ‘ucube’ler de yer alıyordu.
 
1981’de Kenan Evren’in emriyle sahne ve televizyon yasağı konulan, yedi yıl boyunca çalışması engellenen Ersoy, bugün örtük ya da açık ayrımcı ifadelerin, nefret söyleminin muhatabı olmaya devam ediyor. Herhangi bir ‘performans’ sergilemesine gerek kalmadan, bir kadın olarak televizyon ya da gazete haberlerinde alıp verdiği kiloları, yediği yemeğin miktarı, kullandığı aksesuarları, giydiği kıyafetleriyle gündeme geliyor.
 
Bülent Ersoy yaşanan son olaya ‘Gastee.com’ internet sitesindeki köşesinden cevap vermeyi seçti. Başörtülü ilahi performansının sebebini “Gecenin ulviyeti” diyerek açıklayan Ersoy, kadınlığını sorgulayan ifadeler içinse “Türkiye Cumhuriyeti’nin pembe nüfus cüzdanı verdiği bir insana kanunlardan büyük müsün birey sen ki pembe nüfus cüzdanına saygı duymuyorsun” dedi.
 
Ersoy, kendisine yönelik kullanılan ayrımcı ifadeleriyse “Siz mahşerin sözcüsü müsünüz be, hepiniz burada karar veriyorsunuz ahkam kesiyorsunuz... Hepimizin günahını sevabını ahrete bırakın. Türk oluruz, Kürt oluruz, Laz oluruz, Çerkez oluruz, başımızı örteriz, hep birileri çıkar ötekileştirir” sözleriyle eleştirdi.
 
Yaşananların anlamını ve kökenini LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks) aktivisti, psikolog, avukat ve ilahiyatçılara sorduk...
 
LGBTİ aktivisti, gazeteci, yazar Yıldız Tar, Ersoy’a yönelik ifadeleri “Bülent Ersoy’un ne giydiği üzerinden sosyal medyada ciddi bir transfobinin baş gösterdiğini gördük” diyerek yorumladı: “Erkek türban takar mı”, “Ülkede reyting için tesettüre giren ilk erkek” ifadelerini örnek veren Tar, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yıllardır Bülent Ersoy’un yaptıklarını onun cinsiyet kimliği üzerinden transfobik dille eleştirme alışkanlığı var. Üzücü olan bunu kendisini muhalif olarak adlandıran insanların da yapması. Şov dünyasında birçok ‘ünlü’ başörtüsü taktı. Ancak onların hiçbiri cinsel yönelimi ya da cinsiyet kimliğinden ötürü aşağılamaya maruz kalmadı. Burada mesele Bülent Ersoy’u sevip sevmeme meselesi değil. Beğenmeyebilirsiniz, siyaseten bambaşka yerde durabilirsiniz ki Bülent Ersoy’la herhangi bir konuda anlaşabileceğimi sanmıyorum ben. Ama bu durum size onu cinsiyet kimliğinden dolayı aşağılama, ‘şey’ diye niteleme hakkını vermez.
 
Dönüp kendimizle yüzleşelim
Yine bir sürü insan; başörtüsü takması üzerinden Bülent Ersoy’un birilerini ezdiği, muktedir olduğu iddialarını öne sürdü. Başörtüsü takarak birilerini ezmek nasıl oluyor anlamış değilim. Daha önce başka birçok ‘ünlü’ benzer şeyi yapmışken neden Bülent Ersoy sözkonusu olunca birden duyargalarımız açılıyor? Neden Bülent Ersoy’dan ayrı bir duyarlılık bekliyoruz? Ve esas soru bence, neden bir şov programı bu kadar gündem oluyor? Yıllardır kandillerde İbrahim Tatlıses’ten Seda Sayan’a bir sürü isim ilahiler okur, başörtüsü takarken dönüp Bülent Ersoy’a dönük transfobik lince, transfobik olmayan kelimeler kullanarak ortak olmak da örtük transfobidir. Muhalefetten anladığımız bir kadının başına örtü takıp, ilahi okumasını eleştirmekse dönüp önce kendi muktedirliğimizle yüzleşelim.
 
Herhangi birinin başörtüsü takıp takmamasından bize ne? Birden herkes ağzının suları aka aka Bülent Ersoy’u eleştirmeye başladı. Bir kısmı Bülent Ersoy’un kadınlığına saldırdı. Bir kısmı, ‘Ama o kendisini trans olarak bile tanımlamıyor. LGBT mücadelesine hiç omuz vermedi’ dedi. Birine yönelen transfobiye ses çıkarmak için o kişinin LGBT aktivisti mi olması gerekiyor? LGBT aktivisti değilse transfobi meşru mudur?
 
Yok etmek üzerine kurulu bir dil
Bir kısmı da Bülent Ersoy’u samimiyet testine soktu. Din sömürüsü gibi ne idüğü belirsiz kavramlarla eleştirdi. Yahu, şov dünyasının neresi samimi? Bütün bunlar içimizdeki örtük transfobinin dışavurumu. Aynı şekilde başörtüsü meselesine dönük Kemalist aydınlanmacı despot yaklaşım da burada transfobiyle iç içe geçiyor. Hatırlatmakta fayda var, Bülent Ersoy kadındır. Kendisini trans kadın olarak değil kadın olarak tanımlaması da kimseyi ilgilendirmez. İster soyunur, ister başörtüsü takar. Bu da kimsenin meselesi değildir.”
 
Bülent Ersoy’un bir kadın olarak medyadaki temsilini ise Mor Çatı gönüllüsü -ismini vermek istemeyen- bir klinik psikologla konuştuk: “Burada birkaç farklı alan var bakılması gereken. Her şeyden önce medyada, görülür alanda, bir kadının tercihleri, giyimi, hayatı üzerinden yürütülen bir ifşa ve linç dili ile karşı karşıyayız. Kişinin kendisini, tercihlerini, hikâyesini ne kadar ortaya koyacağı kendi tekelinde olması gerekirken, çok yaralayıcı, sansasyonel, sadece dinleyicilerin meraklarını tatmin üzerinden giden ve kişiyi korumasız bırakan bir yaklaşım görüyoruz haberlerde. İkincisi kamuoyunda kendi gibi olmayan, kendinden farklı bir kimliği olanı kötülemek, dalga geçmek, aşağılamak, yarlamak, linç ve yok etmek üzerine kurulu dil sürekli besleniyor ve bu da bizi bir şiddet sarmalı içine sokuyor. Oysa ‘farklı’ gördüğümüzü dışlamak, kendi içimizdeki farklılıklarla da baş edememenin, onları tanıyamamanın bir yansıması. Üçüncüsü medyada sürekli tektip bir beden ve ruhsallık anlayışı pompalanıyor. Bu yine kişilerin hikâyelerini yok sayan, ‘kadınlık’ algısını ve yaşantısını belirili bir tanım içine kapatan bir anlayış. Üstelik hayatlarında pek çok kazanım sağlamış, pek çok donanıma sahip kadınlar sadece kaç kilo alıp verdiği, ne giydiği, üzerinden değerlendiriliyor. Bunu ‘Kadınlık, kadınsılık, kendine bakım önemli değildir’ anlamında söylemiyorum, bu kişinin kendisiyle kurduğu ilişki içinden kendisinin tanımlayabileceği bir şey… Buradan dördüncü noktaya gelelim, kadının sadece giyimi, kuşamı, kilosu değil; gündelik yaşantısındaki tercihleri, cinsel tercihleri, kurduğu duygusal ilişkiler, bu ilişkileri nasıl yürüteceği, kimlerle yaşayacağı, kaç çocuk doğuracağı, doğurup doğurmayacağı kurumların veya devletin karar verebileceği ve müdahale edebileceği bir şey değildir, bu kabul edilemez, bu yönde bir gidişat çok endişe verici. Çok genel söylemek gerekirse bütün bunlar, kadınların ve erkeklerin özgün hikâyelerini zenginliklerini, farklılıklarını, ruhsallıklarını yok ediyor, kısırlaştırıyor, renksizleştiriyor ve yoksullaştırıyor, şiddetin körüklendiği, ‘benden’ olmayanı yok eden tehlikeli, tekinsiz ve güvensiz bir gündelik yaşama sürüklüyor hepimizi.”
 
Kimsenin haddi değil
Ersoy’un başörtüsüne yönelik İslamofobik hakaretleri uzman ilahiyatçılara sorduk. “Mevlut Kandili gecesinde ilahilerin okunmasında hiç bir yanlışlık görmediğim kadar, Bülent Ersoy’un kadın kimliğiyle başını örtmesinde de bir yanlışlık görmüyorum” diyen Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Din Eğitimi Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beyza Bilgin, Müslümanların adetlerinde mevlut okunurken baş örtmenin olduğunu ancak nefret söylemine yer olmadığını belirtti. “Yanlış bulduğum husus bu kimselerin yaptıklarıdır” diyerek Ersoy’a yönelik hakaretleri eleştiren Bilgin, “Bülent Ersoy’un kimliğini sorgulamak kimsenin haddi değildir, kendisi Yaratıcısı olan Yüce Allah’tan başka kimse karşısında sorumlu değildir. Kimseye zarar vermemiştir ki yargılansın” diye konuştu.
 
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Temel İslami İlimler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Hayri Kırbaşolu ise konuyu değerlendirmeye “Medyadaki kandil kutlamalarının ‘dini araçsallaştırıcı’ nitelikte ve reyting amaçlı bir tüketim faaliyeti olduğunu” belirterek başladı. “Söz konusu program, yüzlerce belki de binlerce kandil programından sadece birisi olmakla birlikte, programda yer alan sanatçının kimliği sebebiyle sıra dışı bir program olarak algılanmış, bu da ilgili medya kuruluşunun reytingini yükseltme amacına gayet başarılı biçimde hizmet etmiş görünmektedir” diyen Kırbaşoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu sıradışılık algısının, iki farklı kesimden iki farklı açıdan ve iki ayrı biçimde tepkiye yol açması da yine doğrudan bu sanatçının kimliğiyle ilgili görünmektedir. Kuşkusuz bu tepkide toplumun içinde bulunduğu gerilimli atmosferin rolü de söz konusudur.
 
Şayet olayı, medyatik, ticari ya da sosyal faktörlerden bağımsız olarak ele alırsak, salt teolojik olarak bu tür bir sanat faaliyetinin kesin olarak dine aykırılığından söz etmek güçtür. Kaldı ki trans kimlik meselesi de bilinçli bir tercih olması dışında, dinler tarafından eleştiriyi ya da dışlamayı gerektiren bir husus olarak pek görülmemektedir. Bu olayın İslamofobik biçimde algılanmasına gelince, bu da çok büyük ihtimalle, toplumda İslam’a bakış ve din algısı konusundaki sert, sıcak tartışmaların bir uzantısı ve sonucu olsa gerektir. Mamafih kesin olan şu ki, ortaya çıkan algılar ve bu algıları ifade etmede kullanılan üslup, toplumumuzun farklılıkları medeni biçimde tartışma olgunluğuna ulaşamamış olduğunu, uzlaşma kültürünün egemen olduğu bir toplumdan söz etmek için kat edilmesi gereken mesafe olduğunu belirtmeye imkân verir.”
 
Espri adı altında hak ihlali
Avukat Ceren Kalı’ya dijital ortamda nefret söylemi kullanmanın karşısında yasal düzenlemeler olup olmadığını sorduk. “Twitter’ın IP adresi vermemesi nedeniyle bu konuda bir şey yapmak mümkün olmuyor” diyen Kalı, hem Bülent Ersoy hem de başka bireylerin bu konu üzerine internet sitelerinde ya da bloglarda nefret söylemi kullanıldığında ‘İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi Ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında’ kapsamında tekzip etme hakkına sahip olduğunu ancak internetin çok geniş bir alan olması dolayısıyla bu konuda bireyin takibinin “çok zor” olduğunu belirtti. Kalı sözlerini ‘nefret suçu’nun tanımını yaparak sürdürdü: “Bu noktada nefret suçunun tanımına da bakmak lazım. Nefret söylemi kullananlar kendi ifadelerinin değil başka ifadelerin nefret suçu olduğunu söyleyebiliyorlar maalesef. Bizim anladığımız nefret suçu kavramı, sivil toplum kuruluşlarının da öngördüğü gibi ayrımcı dil üzerinden kurgulanmıştır. Nefret suçunu hem sınıfları hem de toplumdaki azınlıkları dışlayan bir dil kullanma olarak anlamamız gerekiyor. Özellikle de LGBT bireylerle ilgil her türlü mevzuda maalesef espri adı altında bu hak ihlalleri sürekli yaşanıyor.
 
Bu konuda yasal düzenlemeler yapılması ile ilgili girişimler oluyor ama onun da ne düzlemde olacağı, ne tür yaptırımların öngörüleceği henüz bilinmiyor. Ülkedeki son gelişmeler ışığında bir çok şey askıya alındı maalesef. Bir yandan da zaten cezai anlamda bu suçların işlendiği tarihte var olan mevzuata göre bir değerlendirme yapılıyor, bundan sonra çıkacak bir yasanın geçmişe yönelik etkisi olmasından bahsedebilmek mümkün değil.” (Birgün)

Etiketler: medya
nefret