01/09/2022 | Yazar: Aylime Aslı Demir

“Yıl 2022 olmuş, biz eşit haklar için hâlâ savaşmak zorundayız, bu bana hem inanılmaz hem de ürkütücü geliyor!”

“Sanatla aktivizmi birleştirerek toplumsal ve çevresel şifaya katkıda bulunuyorum” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Cermodern’in ev sahipliğini yaptığı Türkiye ve İsviçre’den sanatçıları bir araya getiren “Kadınlık ve Sürdürülebilirlik” projesi kapsamında bir aylık bir süreçte konuşmalar, atölye çalışmaları, performanslar gerçekleşiyor su sıralar Ankara'da.

Ariane Tinner'ın proje yöneticiliğinde ve Burçak Yakıcı ile Carole Kambli'nin küratörlüğünde gerçekleşen proje, yenilikçi fikirler üretmek ve etkileşim için yeni bir platform yaratmak amacıyla sanat, feminizm ve ekolojik dönüşüm alanındaki isimleri bir araya getirmek üzere yerel organizasyonlarla iş birliği içinde hareket ediyor.

''Kadınlık ve Sürdürülebilirlik'' projesi kapsamında İsviçreli feminist sanatçı Talaya Schmid, İsviçre Büyükelçiliği'nin Kaos GL iş birliği ile küratör Carole Kambli moderatörlüğünde Ka Atölye’de okuma ve sanatçı konuşması gerçekleştirdi. Bu süreçte Talaya Schmid'i daha yakından tanımak istedik.

Bugünlerde nasılsınız? Pandemi nedeniyle sıradışı günlerden geçiyoruz, siz nasıl hissediyorsunuz?

Sorunuz için teşekkür ederim, Aylime. Sanırım herkes için zor olan günler yaşıyoruz, bilhassa da marjinelleştirilmiş gruplar, sağlık hizmetlerine yeterince erişemeyen düşük gelirli insanlar için… Kültür sektöründe yer alan birçok insan pandemiden etkileniyor, işlerini kaybediyorlar, gelecek ayın kirasını, gıda masraflarını, sağlık sigortasını (o da sigortalıysalar tabii) nasıl ödeyeceklerini bilmeden yaşıyorlar. Bu bakımdan kendimi ayrıcalıklı görüyorum. İsviçre'de, işleyen bir sağlık ve sosyal hizmet sistemine sahip (elbette daha iyisi olabilirdi, ama hiç olmazsa böyle bir sistemi var), politik olarak güvenli bir yerde yaşıyorum. Bir stüdyom, evim haricinde gidebileceğim bir yerim var. Pandeminin etkilemediği bazı projeler üzerinde çalışıyordum. Ka Atölye'de gerçekleştirilecek olan okuma-tartışma etkinliği ve film gösteriminde sunacağım "CUNT – Love letter to a Swearword" yayını da bunlardan biri.

Sanat pratiğiniz sanat, aktivizm ve şifayı bir araya getiriyor. Bu üç alanın tesadüfen bir araya geldiğini düşünmüyorum. Sizce de öyle mi? Sanat, aktivizm ve şifa nasıl bir araya geldi? Bize sanat pratiğinizden biraz bahsedebilir misiniz?

Çalışmalarımda feminist ve sanatsal bir bakış açısıyla, cinsellik kültürü ve toplumsal şifayla ilgili konuları irdeliyorum.

Genel olarak, sanat pratiğimin odak noktasını performans ve tufting oluşturuyor. Tufting, aslında halı dokumak için geliştirilmiş bir teknik. İpliği bir çerçeveye gerilmiş keten bezine "ateş eder” gibi geçirmek için tufting tabancası kullanılıyor. Yere serilen, dik duran ve giyilebilir yumuşak heykellerimi böyle yaratıyorum. Bu nesneleri performanslarımın bileşeni ve sahne donanımı olarak kullanıyorum. Yumuşak heykeller genellikle, büyük bir bütün oluşturmak üzere birleştirilebilecek birçok öğeden oluşuyor. Bu modüler parçaların ise, performans malzemelerini yerleştirilebileceğim girintileri oluyor. Bir mekânın sınırlarını çizen bu yumuşak heykeller adeta bir tente, "güvenli bir alan" oluşturuyor. Bu yumuşak heykeller performanslarımın parçası haline geldikten sonra kendine ait deneyimleri olan, kendi başına birer yapıta dönüşüyor.

Sanat pratiğimin bir kısmı da, var olan stereotip bedenleri ve rol imgelerini sorguladığım performanslardan oluşuyor. Tabu olan konuları sanatın içine taşıyıp oyuncul bir tarzda ele alıyorum ve tartışıyorum. Sanat bana toplumsal bağlantıları olan konuları yerleşik sistemlerin dışında ele alma ve işleme özgürlüğü veriyor; benim için yeni şeyler deneyebileceğim ve daha sonra bunları toplumsal ve politik yapılara geri aktarabileceğim deneysel bir alanı temsil ediyor.

Her yıl düzenlenen film ve sanat festivali Porny Days'in kurucu ortağı olarak yaptığım çalışmaları da bunun içinde görüyorum. Pornografiyi kültürel bir ürün ve salt bir uyarım aracının ötesine geçebilen bir fenomen, yani bir politik yorum, eleştiri ve protesto biçimi olarak görüyorum. Aktivist-sanatsal pratiğimle, cinselliğe ve bedene ilişkin toplumsal normları sorguluyor, sanatsal-deneysel alanlar ile toplumsal-politik alanları birbirine bağlıyorum. Bunun gibi, insanlara şifa veren ve onları içine çekebilen deneyimler yaratmayı, hatta belki bir bütün olarak toplumumuzun iyileşme sürecine küçük bir katkıda bulunmayı umuyorum.

sanatla-aktivizmi-birlestirerek-toplumsal-ve-cevresel-sifaya-katkida-bulunuyorum-1

Bu festival nasıl ortaya çıktı? Bir sonraki festival için hangi odak temaları gündemde? Festival hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz?

Porny Days'i eğlencesine ama çok inanarak iki arkadaşımla birlikte başlattık. Daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemeyen, İsveç’te çekilmiş, feminist bağımsız kısa porno filmlerin olduğu bir DVD getirmişlerdi: eğlenceli, zekice, aşk dolu, şaşırtıcı, politik ve aynı zamanda ateşli filmler! Bu filmler LGBTIQ+’lar tarafından kendileri kadar çeşitli bir izleyici kitlesi için çekilmişti. Bu filmlerden daha çok bulmak, onları daha geniş bir izleyici kitlesiyle paylaşmak ve tartışmak istedik. Şaşırtıcı, duyusal ve samimi bir ortam yaratmak için filmleri bir pazar günü, her şeyini evde hazırlayacağımız zengin bir brunch eşliğinde göstermeye karar verdik. Bazı yönetmenleri ve yaklaşık 100 misafirimizi küçük bir restorana davet ettik. En başından beri bizim için önemli olan, bu filmleri yönetmenler, oyuncular ve konuklarımızla birlikte bağlamlarına oturtmak ve tartışmaktı. Konukseverlik hep çok önemliydi, ayrıca çok çeşitli bir izleyici kitlesi için güvenli bir alan yaratmak da. Böylece Porny Days 3.000'den fazla seyircinin takip ettiği dört gün süren bir festivale dönüştü. Filmleri sinemada gösteriyor, çeşitli kültür mekânları ve kulüplerle işbirliği yapıyoruz. Kısa filmler hâlâ festivalin merkezini oluşturuyor. Her yıl Porny Ödülü’nün kazananını belirlemesi için bir jüri davet ediyoruz. Ama kısa filmlerin yanında, bedenler, toplumsal cinsiyet ve cinsellikle ilgili uzun metraj filmler ve belgeseller de gösteriyoruz. Performanslar, okumalar, paneller, dans gösterileri, sanat sergileri düzenliyor, canlı müzik performanslarının yer aldığı, efsanevi seks-pozitif Sweat & Glitter festival partimizi sürdürüyoruz. Bu yıl, 2022 10. yılımız olacak. Henüz bir ana tema belirlemedik ama hazırlıklara yavaş yavaş başlıyoruz. Her yıl olduğu gibi bir kısa film yarışmamız ve 10. yaşımızı kutlamak için muhtemelen biraz daha geniş bir sanat programımız olacak!

Türkiye'de artan siyasi baskıya rağmen, kadınların ve LGBTİ'lerin son yıllarda sokakları terk etmediğini söyleyebiliriz. Her yıl 8 Mart'ta hem gündüz hem de gece yoğun katılımın olduğu yürüyüşler gerçekleştiriliyor. Kadınlık ve Sürdürülebilirlik sergisi Ankara'da da açılıyor. 8 Mart'ın bu ülkede hâlâ radikal bir potansiyel taşıdığını söyleyebilirim. Siz ne düşünüyorsunuz? Zürih'te durum nasıl?

Yıl 2022 olmuş, biz eşit haklar için hâlâ savaşmak zorundayız, bu bana hem inanılmaz hem de ürkütücü geliyor! Gerçekten bu süreci hızlandırmamız gerektiğini düşünüyorum, böylece hiç kimsenin hangi toplumda olursa olsun eşit muamele görmek için bir 100, 40, hatta 10 yıl daha beklemesi gerekmez. Öte yandan, artan siyasi baskıya rağmen, kadınların ve LGBTİ'lerin hakları, görünürlükleri ve özgürlükleri için hâlâ gösteriler yapıyor olduklarını duyduğuma çok sevindim. Çünkü bunların herkes için apaçık olduğunu düşünemeyiz. Ve yeni bir dünya düzeni -bundan daha azıyla asla yetinemeyiz- oluşana kadar bir arada durmamız ve protestolarımıza devam etmemiz çok önemli.

İlk bakışta İsviçre feminist politikalar konusunda iyi bir yoldaymış gibi görünebilir. Bazı açılardan bu doğru da: Porny Days gibi feminist ve seks-pozitif bir film ve sanat festivali için devlet desteği alıyor olmamız eşi benzeri görülmemiş, öncü bir yenilik. Geçen Eylül ayında yapılan bir kamuoyu yoklamasında, %64'lük bir çoğunluğun "Herkes İçin Evlilik”ten (eşcinsel çiftler sonunda (!!) İsviçre'de de evlenebilecek demek bu) yana tercih belirtmiş olması büyük (ama aynı zamanda epey gecikmiş) bir gelişmeydi.

Öte yandan, değişim konusunda çok yavaşız. İsviçre hâlâ şehirdeki insanlar ile kırsal kesimdeki insanlar arasında yaşam tarzı, hissetme ve oy kullanma biçimleri bakımından büyük bir uçurumun olduğu muhafazakâr bir ülke. Ayrıca, Almanca, İtalyanca ve Fransızca konuşan bölgeler arasında da bir uçurum var: İsviçreli Almanlar ve İtalyanlar genellikle daha muhafazakâr, İsviçreli Fransızlar ise daha açık fikirli ve solcu. İsviçre 1972'de kadınlara oy kullanma hakkını en geç veren Avrupa ülkelerinden biriydi. İlk ülke 1906'da Finlandiya’dır, onu 1934'te Türkiye takip etti, kervana son katılan ise 1984'te Lihtenştayn oldu (kadınların oy kullanma hakkını 1992'de tanıya İsviçre kantonu Appenzell Innerhoden'ı saymazsak).

Zürih'te de feministler, ekoloji, LGBTIQ+ ve Black Lives Matter aktivistleri protestolar düzenliyor ve kendi meseleleri için savaşıyorlar. Durumlar ve sorunlar dünyanın her yerinde elbette farklı, buna rağmen kesişimselliğe dayalı uluslararası değiş tokuşların ve dayanışmanın gitgide geliştiğini de hissediyorum. Hareketin sesi bu sayede daha çok duyuluyor, hareket daha da güçleniyor. Fakat Neonazi hareketi beni kaygılandırıyor, örneğin. İsviçre'de onların da sesi çok çıkıyor, güçleniyorlar. Gördüğümüz kadarıyla insanlar, faşist ya da KOVID tedbirlerine karşı düzenlenen gösterilerden ziyade, kendi hakları için gösteri yapan feministlere ve LGBTIQ+’lara öfkeleniyor. Bu gelişmeler beni korkutuyor…

Bu açıdan 8 Mart’ın önemli bir gün olduğuna inanıyorum. 2019'da Frauen*streik Zürih'te (Zürih Kadın Grevi), yarım milyondan fazla FLINTAQ[1] ve dayanışmacı erkekler Zürih sokaklarında barışçıl ve güçlü bir gösteri gerçekleştirdi. Eşit ücret, çalışma süresi, iş ile aile yaşamının uyuşumu, cinsel tacize karşı korunma, doğum izni, babalık izni (ve daha fazlası) gibi ele alınan meselelerin birçok insanı etkilediği, “bireysel kaygılar” denilerek bir kenara atılamayacağı, bu meselelerin ciddiye alınması ve bazı şeylerin HEMEN ŞİMDİ değişmesi gerektiği çok net bir şekilde görüldü.

Kadınların ve diğer ezilen insan gruplarının özgürlükleri, hakları ve görünürlükleri konusunda elde ettikleri bu henüz çok yeni kazanımların kazanıldığı kadar hızlı bir şekilde yok olabileceğinden korkuyorum bazen. Bu kazanımlar kolayca kırılabilir geliyor, hele de böyle, dünyamıza korkunun hâkim olduğu zamanlarda... Bu yüzden, birlikte durarak, sesimizi çıkararak, rahatsız olarak, birbirimizi önemseyerek, neşeyi ve olumlu deneyimleri paylaşarak, öfkelenerek, eleştirerek, birbirimizi destekleyerek ve severek bu özgürlüğü korumamız ve genişletmemiz çok önemli.

Önümüzdeki "Kadınlık ve Sürdürülebilirlik" sergisinde bizi neler bekliyor? Sergi metninde şöyle yazıyor: "Kadınlık ve Sürdürülebilirlik” net bir görüş açısı benimsiyor: acilen çözüm bekleyen sürdürülebilirlik sorununa kadın bakış açısı. Bu konuda sizin bakış açınız nedir? Düzenlenen atölyeler hakkında bilgi verebilir misiniz?

Kadın haklarıyla sürdürülebilirlik, ataerkideki sistematik sömürü yapıları vasıtasıyla, birbirine ayrılmaz bir şekilde bağlıdır. Kültürleri, hayvanları, bitkileri ve doğadaki başka türleri –yani içinde yaşadığımız çevreyi, bizim de ayrılmaz bir parçası olduğumuz, varlığımızı sürdürmemizin bu temelini- nasıl sömürüp tahakküm altına alıyorsak, kadınlar, çocuklar ve ayrımcılığa uğrayan diğer insanların bedenleri ve zihinleri de öyle kullanılıp tüketiliyor. Kadınlık ve Sürdürülebilirlik projesinde yer alan feminist sanatçılardan Ecem Yerman'ın da dediği gibi: "Bugün canlı olan her şey iktidar-sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda köleleştiriliyor. Nasıl ki Kadın Hareketi ilk kez bir araya gelip Köleliğin Kaldırılması için örgütlendiyse (çünkü bu bir insanlık suçuydu), bugün de toplumsal cinsiyet sorununun da temeli olan tüketim nesneleri haline gelmeye ve toplumsal çürümeye karşı direnebilir." Üç Türkiyeli ve üç İsviçreli sanatçı Ankara'da 3 hafta boyunca birlikte yapıtlar üretecek, performanslar gerçekleştirecek ve atölyeler düzenleyecek. Programda yer alan tüm isimleri, konuları ve etkinlik yerlerini içeren ayrıntılı bir programı burada bulabilirsiniz.[2] Bugün Ecem ve ben, biz sanatçıların (ve sanat öğrencilerinin) aynı zamanda nasıl hem eleştirel ve açık fikirli olabileceğini hem de hayatta kalabileceğini tartıştık. Zira bu kolay bir şey gibi görünse de, değildir – en azından her yerde ve her zaman kolay değildir. Bu soruları yanıtladığım sırada, İranlı bir LGBTİ aktivistinin idam cezasına çarptırıldığının haberini aldım. Uluslararası Af Örgütü olayı şöyle duyurdu: "Sareh adıyla bilinen İranlı, non-binary insan hakları savunucusu Zahra Sedighi-Hamadani, gerçek veya algılanan cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliğinin yanı sıra LGBTİ haklarını savunan sosyal medya paylaşımları ve açıklamaları nedeniyle 27 Ekim 2021 tarihinden beri Batı Azerbaycan eyaletinin Urumiye kentinde keyfi olarak gözaltında tutuluyor. Yetkililer, Sareh’e kötü muamelede bulunmuş ve onu cezası idam olan “dünyaya sapkınlık yaymak” suçundan hüküm giydirmekle tehdit etmiştir.”[3]

Kadınlık, içinde bulunduğumuz duruma göre birbirimize elimizden geldiğince destek olmak demektir. Benim için her iki konu da, yani gerek kadınlık/feminizm gerekse sürdürülebilirlik o kadar büyük ve acil çözüm bekleyen konular ki, bunlar hakkında sanat yapmak, sorunlara dikkat çekmek vs. yetmez, eyleme de geçmemiz gerekiyor. Bir sağlık ve refah dünyasının kulisi olan İsviçre gibi bir ülkede doğmuş olmamdan dolayı kendimi içinde bulduğum ayrıcalıklı durumumun son derece farkındayım. Bu ayrıcalığı her fırsatta kullanmaya ve paylaşmaya çalışıyorum: Sanat pratiğimin bir parçası da, küratörlükle ya da başka yollarla mekânlar yaratıp sanatçıları ve aktivistleri seslerini yükseltmeye ve bedenlerini göstermeye davet etmek. Porny Days de bu projelerden biri. İşbirliklerine dayalı bu queer-feminist ve aktivist projenin merkezinde, "CUNT – Love letter to a swearword" ismiyle yakın zamanda yayımladığım kitap yer alıyor. Bu kitapla, kraliçe, ülke, akraba ve bilgi gibi anlamları olan "cunt" (am/vajina) sözcüğünün güçlendirici ve olumlu kökenini geri temellük etmek istiyorum. Aynı zamanda FLINTAQ'ların ilham verici ve güçlendirici çeşitliliğini kutlamak istiyorum. "Bir kitabın içindeki şenlik" olarak da görülebilecek olan bu kitap metin, fotoğraf, öğretici materyaller ve başka biçimlerdeki çeşitli katkıları içeriyor. Ka Atölye'deki etkinlikte Kadınlık ve Sürdürülebilirlik projesinin küratörlerinden Carole Kambli’yle CUNT'un içinden bölümler okuyup dinleyicilerle birlikte tartışacağız. Kısa bir aranın ardından, Porny Days programında yer alan kısa filmlerden bir seçkinin gösterimi olacak, sonra kokteyle ve sohbete geçeceğiz.

Son cümlem şu olsun: Hem işim hem de hayatım olan sanatımda, sanatla aktivizmi birleştirerek toplumsal ve çevresel şifaya elimden geldiğince katkıda bulunmaya çalışıyorum.

Kaos GL Dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Moda dosya konulu 183. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.



[1] FLINTAQ= Frauen/ Women/ kadınlar, lezbiyen, interseks, non-binary, trans, aseksüel, queer.

[2] @chtr_womanhood_sustainability

[3] İmza kampanyasına katılmak için: https://www.amnesty.ie/zahra-sedighi-hammadani/


Etiketler: kültür sanat
İstihdam